Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Söyleşi

Hayati Misman: Altmış Yıllık Bir Renk ve Biçim Yolculuğu

Köy Enstitüsü’nün atölyelerinden Kassel’e, oradan Ankara’daki üretim yıllarına uzanan bir hikâye… Hayati Misman, altmış yıllık sanat yaşamıyla hem kuşaklar arası bir tanıklık hem de Türkiye sanatının evrimini sunuyor.

Ece Şahan
27 Kasım 2025
Hayati Misman, Fotoğraf: Tolga İldun

Hayati Misman, Fotoğraf: Tolga İldun

İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, 19 Ocak 2026’ya dek, Türk resim sanatının önemli isimlerinden Hayati Misman’ı kapsamlı bir retrospektifle ağırlıyor. Gravürle başlayan, metal kolajlarla derinleşen ve resimle olgunlaşan üretim serüveni, altmış yılı aşkın bir sanat yolculuğunu gözler önüne seriyor.

İbrahim Karaoğlu’nun kaleme aldığı kapsamlı katalog metniyle izleyici, önce Misman’ın evrenine doğru şiirsel bir yolculuğa çıkıyor. Karaoğlu, sanatçının dünyaya gözünü açtığı andan itibaren sinematik bir anlatım kurarak hem hayatını hem de yaşamı boyunca biçim, renk ve duygu arasında kurduğu ince dengeyi zamanın içinden geçirerek anlatıyor. Bu anlatım hem kişisel hem de estetik bir hafızayı retrospektif bir derinlikle buluşturuyor. Katalog metninde yer alan Misman’ın meslektaşlarının yıllar içinde onun sanatına dair değerlendirmeleri ise yalnızca bir sanatçının üretim serüvenine tanıklık etmekle kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’de özgün baskı ve resim alanında bir dönemin estetik kodlarını da kayıt altına alıyor. Her biri farklı bir döneme ve gözleme ait bu metinler, Hayati Misman’ın sanatındaki dönüşümün, sabrın ve teknik ustalığın kolektif bir tanıklığı gibi bu retrospektif sergiye ışık tutuyor.

1945’te Konya’da dünyaya gelen Hayati Misman’ın çocukluğu, savaşın gölgesinde ve kıtlıkla örülmüş bir Anadolu atmosferinde geçti. Yoksunluk ve eksikliklerle örülü bu yıllar, onu sabra ve küçük ayrıntılara dikkat etmeye yöneltti; kaşık boyamak, renkleri keşfetmek, sabrı öğrenmek onun ilk sanat dersiydi. Henüz 10 yaşındayken boyadığı kaşıklarla ailesine katkıda bulunmaya başlayan Misman, o yıllarda el emeğinin, üretmenin ve sabrın değerini erken yaşta öğrenmişti. Renkleri bir yüzeyde buluşturmanın verdiği heyecan, onun için ne bir oyun ne de sadece bir ekmek parasıydı. İleride sanatla kuracağı ilişkinin ilk adımlarıydı. Kaşıkların yüzeyinde denediği ton geçişleri, gelecekte gravürlerinde ve tuvallerinde hayat bulacaktı.

Dünya üzerindeki en büyük eğitim reformlarından biri olan Köy Enstitüleri’nin etkisinin hâlâ hissedildiği bir dönemin şansıyla Misman, yeteneğini erken yaşlarda geliştirme olanağı buldu. Resim öğretmeninin ilgisi ve yönlendirmesiyle yolu Gazi Eğitim Enstitüsü’ne uzandı. Anadolu’nun devrim niteliğindeki köy okulunun sade atölyesinden, gelecekte binlerce öğrenci yetiştireceği sanat serüvenine giden ilk adımlar o yıllarda atılmış gravürden tuvale, metal kolajdan heykele uzanan üretken bir yolculuk başlamış oldu. Kadın figürlerinin sanatının odağına yerleşmesi ise, yine burada yaptığı çıplak kadın heykellerle başladı.

İbrahim Karaoğlu’nun da dediği gibi Misman bir “68’liler” kuşağı sanatçısıdır. Çocuklukları savaşla, kıtlıkla geçen bu kuşak gençliklerinde özgürlükçü ve barışçı ruhu benimsediler. Bu duygular ise onları benzersiz bir yaratıcı kimliğe yönlendirdi. Misman da bu kuşağın Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden biri.

Misman’ın hikayesine devam edecek olursak; Ankara’dan sonra rota Almanya’ya yöneldi. Dönemin Batılılaşma politikalarıyla birlikte genç sanatçılara Avrupa’da eğitim olanağı tanıyan programlar, onun sanat serüveninde de yeni bir kapı araladı. Almanya’daki Kassel Sanat Akademisi’nde edindiği deneyimle dilini evrenselleştiren Misman, yurda dönüşüyle başlayan akademik ve üretken kariyeri boyunca hem binlerce öğrenciyi yetiştirdi hem de sanatının teknik ve biçimsel çeşitliliğini derinleştirdi. Kadın figürü, gravürlerin çizgisel disiplininden metalin sertliğine ve tuvalin renk katmanlarına kadar her eserinde hem toplumsal hem de varoluşsal bir simgeye dönüştü. Bugün Ankara’daki atölyesinde üretmeye devam eden sanatçı, retrospektif sergisiyle altmış yıllık birikimini, Anadolu’nun kadim kültürü ve evrensel sanat diliyle birleştirerek izleyiciye sunuyor.

Misman, bir dönemin ruhunu, kendi renkleri ve figürleriyle zamansız bir dile dönüştürürken, sergi aynı zamanda Türkiye’nin kültürel ve toplumsal dönüşümüne de tanıklık ediyor. Bu söyleşide, sanatçının geçmişle yüzleştiği, “kendine sakladığı” resimlerle yeniden buluştuğu bu özel döneme, kuşaklar arası değişimin sanat üzerindeki etkilerine ve Misman’ın özgün üretim anlayışına yakından bakıyoruz.

Fotoğraf: Tolga İldun

Sergi hazırlık sürecinde yıllar önceki işlerinizle yeniden karşılaşmak size nasıl hissettirdi? O dönemdeki üretimlerinize bugün baktığınızda, sizce en çok ne değişmiş?

Türkiye’de sanatçıların resim yaptıkları mekânlar, en fazla bir apartman dairesi olduğundan veya 100 metrekareyi geçmediğinden, tüm eserlerini yan yana koyup bir değerlendirme yapma imkânı ne yazık ki sunmuyor. Retrospektif sergilerin bu imkânı sunarak sanatçının geçmişten bugüne yaptığı eserleri değerlendirme ve bir iç hesaplaşma fırsatı vermesini çok değerli buluyorum. İş Sanat’ın Kibele Sanat Galerisi’ndeki bu sergim vesilesiyle, kendime sakladığım resimlerime tekrar bakma fırsatı buldum. Eski anılarıma, çalışma günlerime döndüm. Geçmişten bugüne baktığımda resimlerimdeki kompozisyon ve renk çeşitliliğini çok bariz bir şekilde görebiliyorum. Bu iki unsurun benim eserlerime bir Hayati Misman resmi karakteri kazandırdığını gözlemleyebiliyorum.

Hem “68’liler kuşağı” olarak hem de eğitmen olarak genç sanatçıları nasıl görüyorsunuz?

“68 kuşağı” Türkiye’nin en çalkantılı zamanlarında ortaya çıkan, çok dinamik ve idealist, yaratıcı bir kuşaktı ancak elinde çok fazla imkân yoktu. Bugün genç kuşakların elinde mukayese edilemeyecek kadar çok ve çeşitli imkân var. İnanılmaz bir iletişim ağı, robotlaşma arzusu, yapay zekâ ve ucu açık bir gelişme potansiyeli… Tüm bunlar insan yaratıcılığını ve çeşitliliğini sanata taşıyan ve sanatın tahminlerimizden öte çeşitlenmesine olanak sağlayan unsurlar. Böyle bir ortamda gençlere, sanat adına ‘moda’ diyebileceğimiz gelip geçici şeyler yerine kendi yaratıcılıklarını ortaya çıkarmalarını ve özgün olmak için çok çalışmaları gerektiğini söyleyebilirim.

“Kadın figürü hayatımda ve eserlerimde önemli”

Bu retrospektifte, üretimlerinizin yalnızca kişisel değil, aynı zamanda Türkiye’nin ve dünyanın değişen serüveniyle de dönüşüm geçirdiğini söyleyebilir miyiz? Sanat etrafındaki değişimler sizi nasıl etkiledi? Özellikle kadın figürlerini ele alış biçiminizin yıllar içinde değişimi kişisel bir dönüşüm mü, yoksa dönemin ruhunun mu yansımasıydı?

Sanatçı içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumlardan, yaşadığı coğrafyadan, onun atmosferinden, güneşinden etkilenen ve bunu sanatına yansıtan kişidir. Sanat dünden bugüne değişim göstermez ama zaman içinde hem yukarıdaki nedenler hem de kişisel deneyimler, sanatçının renklerinde, kompozisyon kurmasında, olayları ifade etme biçiminde ve hatta heyecanlarını tuvale aktarma biçiminde değişikliklere sebep olabilir. Kadın figürü hayatımda ve eserlerimde önemli. Annemin benim üzerimde büyük emekleri bulunuyor. Doktora tezimde de Almanya’da yaşayan Türk ailelerinde kadının sosyoekonomik durumu ve aile içindeki rolü üzerine çalıştım. Bu nedenle o günden bugüne kadar yaptığım resimlerde kadın vardır. İlk zamanlar hep kırsal kesimdeki kadınları resmetmeme rağmen daha sonraları daha özgür, kendine güvenen kadınlar eserlerimde yer aldı. Son yıllarda kadın figürünün, kompozisyonu tamamlayıcı bir öğesi değil, resmin bir parçası olarak yer aldığını söyleyebilirim.

Köy Enstitüleri’nin etkisinin sürdüğü bir dönemde eğitim aldınız. Bugün sanat eğitimi açısından o dönemin üretkenliğini, emeğe dayalı ruhunu özlüyor musunuz? Günümüzde sanat neden hala büyük şehirlerin sınırında kalıyor sizce? Aslında bugün teknolojik gelişmelerle artık her şey daha ulaşılabilir değil mi?

Teknolojik gelişmeler ve her şeyin daha kolay ulaşılabilir olması sanatın da toplumun her kesimince anlaşılabilir hale geldiği anlamına gelmiyor. Sanat öncelikle bir kültür meselesi, entelektüel bir birikim meselesidir. Toplumun anlayacağı sanat eserleri üretmek yerine, toplumu sanat eserlerini anlayacağı bir kültür düzeyine çıkartmanın eğitimin amacı olması gerektiğini düşünüyorum. Bunların ötesinde sanat, ekonomi ile yakından ilgilidir. Sanatın alınır-satılır olması, koleksiyonerlik meselesi hep büyük kentlerde sürmektedir. Sanat merkezleri hep büyük ekonomilerin olduğu kentlerde toplanmıştır. Bu durum dünyada da böyledir.

Fotoğraf: Tolga İldun

Gravürle başlayan, metal kolajlarla derinleşen ve resimle tamamlanan bir üretim zinciri görüyoruz. Bu teknikler arsında Misman’ın en kendisi olduğu alan hangisi?

Sanat hayatımın, plastik sanatların bir kolu olan baskı resim sanatıyla, ağırlıklı olarak gravür tekniğiyle başladı diyebilirim. Ama sanatı, sanatçıyı tarif ederken gravür sanatçısı, pentür sanatçısı diye ayırmanın doğru olmadığına inanıyorum. Sanatçı kendisini hangi teknikle ifade ediyorsa, önemli olan odur. Bir teknikle eserlerimi meydana getirirken sıkıldığım, tıkandığım anlarda teknik değiştirim ve bu değişimin sanatıma çeşitlilik kattığına, sanat eseri yaratma sürecimi devamlı kıldığına inanıyorum. Peki bu tekniklerin hangisi beni en çok ifade ediyor; kısaca hepsi. Tekniğin bir önemi yok, neticede teknik değişse de ben değişmiyorum. Mühim olan, imzasızken de o işin bana ait olduğunun bilinmesi. Sanatçının başkasına öykünmemesini, “iyi bir başkası olmaktansa kötü bir kendisi olmasını” çok önemli buluyorum.

Bugün sanatın hız, üretim, görünürlük gibi kavramlarla kuşatıldığı bir çağdayız. Sizce günümüz sanatçıları bu kavramlar arsında kalıcı bir iz bırakabilir mi?

Bir sanatçı olarak bu soruyu cevaplamak çok zor. Çünkü bu kuşatılmışlık kısa soluklu birçok akımı; moda diyebileceğimiz, sadece günün koşullarını ifade eden birçok eylem ve performansı sanat diye bize sunuyor. Bu eylemlerin hangisinin kalıcı olacağına, öncü sanat eserleri bırakacağına gelecek kuşaklar karar verecek.

Misman’ın yetiştirdiği kuşakların sanatında onun izlerini görmek mümkün mü? Yoksa genç sanatçılar artık “farklı olma” arayışıyla miraslardan bilinçli olarak uzaklaşıyor mu?

Tüm sanatçı adayları, sanat hayatlarının başlangıç dönemlerinde, beğendikleri sanatçıların, hocalarının etkisinde kalmıştır. Bizim için de böyle oldu. Belli bir süre için bu normal sayılabilir. Sanat uzun soluklu bir iştir. Devamlı ve çok çalışmanın tutarlı bir değişimi ve farklılaşmayı beraberinde getireceğine inanıyorum ancak “farklı olmak” için bazı atraksiyonlara girişilirse de burada başarı şansının olmayacağını düşünüyorum.

Sergiyi 19 Ocak 2026’ya dek İş Sanat Kibele Galerisi’nde görebilirsiniz.


SergilerKültür-SanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper