Kerem Malikler, Neş’e Erdok’un sanat dünyasındaki yolculuğuna eşlik eden en önemli figürlerden biri. Onunla tanıştığınızda ilk fark ettiğiniz şey, Neş’e Erdok’un etrafında kurduğu güven atmosferi. Bu güven, sergi hazırlıklarının titizliğinde, eserlerin izleyiciyle buluşma biçiminde ve koleksiyonerlerle yürütülen diyaloglarda daima kendisini hissettiriyor. Malikler, klasik galericilik anlayışının ötesine geçen bir temsil modeliyle hareket ediyor; Erdok’u yalnızca bir “isim” olarak değil, hayatıyla, gündemiyle, üretim disipliniyle bir bütün olarak merkeze alıyor. Sanatçının yolculuğu çoğu zaman yalnız bir serüvendir fakat bazen bu yolculuğa tanık olan ve ona eşlik eden figürler ortaya çıkar. Erdok’un üretiminde Kerem Malikler’in konumu hem sanatçının temsilcisi olmak hem de onun sanatının her aşamasına tanıklık etmek. Bu nedenle onun hikâyesi, serimizin en dikkat çekici duraklarından birini oluşturuyor.
Neş’e Erdok’la tanışma hikâyenizi en başından dinleyelim. Bu ortak yolculuğun kapısını aralayan ilk karşılaşma nasıldı ve zaman içinde nasıl derinleşti?
Neş’e Erdok, tüm hayatını resim yapmaya adamış; Güzel Sanatlar Akademisi’nde atölye sahibi olmuş ilk kadın ressam. Onunla yolum, 90’lı yıllarda Sinema–TV eğitimi gördüğüm dönemde Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’ndeki sergisinde kesişti. Birçok desenin eşlik ettiği o sergiye girdiğimde, kendimi bir filmin içine adım atmış gibi hissettim. O günden itibaren Neş’e Hanım’ı hep uzaktan takip ettim. Sonra Ümit İyem’in teşvikiyle başladığım galericilik günleri geldi. Bir gün, hayranı olduğum sanatçıyla gerçekten tanıştım. O günü hâlâ çok net hatırlıyorum; az konuşmuş, daha çok gözlem yapmayı tercih etmişti. Neş’e Erdok’la yıllar içinde birçok sergide, fuarda, kitap projelerinde birlikte çalıştık. İş birliklerimizin ötesinde dostluğumuz da gelişti. Kendisinin bana verdiği destekle, onunla bağımsız olarak çalışma fırsatı buldum. Bugün geriye baktığımda, bu yolculuğun hâlâ aynı heyecanla sürdüğünü görüyorum. Benim için Neş’e Hanım’la çalışmak, bir anlamda hiç bitmeyen bir okulda eğitim görmek gibi.
Röportaj dizimizde genellikle ressam–sanat galericisi–koleksiyoner üçlüsünü bir araya getiriyoruz ancak bu bölümde klasik bir galerici değil, farklı bir temsil modeli söz konusu. Dünyada da örnekleri görülen bu temsil biçimini ve sanatçı temsilciliğinin doğasını anlatır mısınız?
Sanatçı temsilinde benimsediğim en önemli prensip; sanatçıyı merkeze almak, ona yakın olmak, hayatın içerisinde ve profesyonel olarak onun talepleri, görüşleri doğrultusunda birçok şeyi birlikte çözmek ve elimden geldiğince onun hayatını kolaylaştırmak şeklinde oldu. Sanatçı ve koleksiyonerle kurduğum ilişkilerde temel kavram hep güvendir çünkü temsilcinin varlığı, yalnızca sergi düzenlemek ya da eserleri doğru koleksiyonerlere ulaştırmak değil aynı zamanda sanatçının dünyasıyla bağ kurmak ve o bağı titizlikle korumak anlamına geliyor. Neş’e Hanım’la çalışmaya karar verdiğimizde zaten yıllara dayanan bir dostluğumuz vardı. Bu bağ, bizim kendimize özgü bir çalışma modeli geliştirmemizi sağladı. Bugün geldiğimiz noktada o model; sanatçının üretim disiplinine saygılı, onun kişisel alanına özen gösteren ama aynı zamanda üretim sürecini dünyayla buluşturan bir yapı hâline geldi.
Sanat tarihçilerinin çoğu galeri merkezli temsil modellerini tartışır. Oysa sizin yaklaşımınızda galeri değil, doğrudan sanatçının kendisi merkeze yerleşiyor. Bu, aracılık yapan bir figür olmaktan öte, gerçekten de sanatçının hayatına eşlik eden bir yol arkadaşı rolünü üstlenmeniz anlamına geliyor.
Yol arkadaşlığı demek aslında yerinde bir ifade… Uzun yıllar galerilerde çalışmış biri olarak, edindiğim tecrübelerle; bağımsız hareket etmeyi tercih ettiğimi söylemeliyim. Galerilerin varlığı sanat ortamımız için çok önemli ama galericilikte işin ekonomik yönünü iyi yönetmek, doğru bir ekip kurmak, galeri mekanını iyi seçmek ve en önemlisi sanatçılarla ilişkilerinizi doğru yönetebilmeniz gerekir.
Neş’e Erdok’un sergilerinde üstlendiğiniz sorumluluklar neler? Bu uzun yolculukta sizin için en keyifli aşama hangisi oluyor?
Altmış yılı aşan bir sanat pratiğinden söz ediyoruz. Erdok’un kendisini bir sergiye hazır hissettiği an, benim her zaman heyecanla beklediğim andır. Tüm yaratım sürecine tanık olduğum bir serginin her aşamasını yönetmek, her seferinde başlı başına bir macera demektir. Resimlerin atölyeden çıkmasıyla başlayan yolculuğun sonuna dek her şeyin kusursuz ilerlemesini, serginin mümkün olduğunca çok izleyiciyle buluşmasını her şeyden çok önemserim. Eserlerin mekândaki yerleşimi ve sergi kataloğunun tasarımı ise bu yolculuğun benim için en keyifli anlarını oluşturur.
Neş’e Erdok atölyesinde nasıl çalışır, üretim sürecinde onunla birlikteyken neler gözlemliyorsunuz? Onun yaratıcılığı ve disiplinini kendi gözlemlerinizle anlatır mısınız?
Müthiş bir disiplinle çalışır; resim yapmadığında kendisini iyi hissetmez. Bu noktada her zaman genç ressamlara örnek olduğunu düşünürüm ama inanır mısınız, onu çalışırken hiç görmedim. Akşamüstleri yalnız kaldığı vakitlerde ev-atölyesinde resim yapar. Şövaleye koyduğu kocaman boş bir tuvalde bir bakmışsınız iki gün sonra bir kompozisyon deseni belirir. Birkaç gün sonra gördüğünüzde renkler devreye girer ve resim ortaya çıkmaya başlar. Asla memnun olmaz; her seferinde “umarım iyi bitiririm” diyecek kadar da alçak gönüllüdür. Ziyaretlerimde eserlerinin bu oluşum aşamalarına tanık olabilmemin büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum.
Bir Erdok eserinin atölyeden çıkıp koleksiyonere ulaşması yolculuğunda en çok hangi aşamada eserin ruhunun korunduğunu ya da dönüştüğünü hissediyorsunuz?
Neş’e Hanım aslında her eseriyle ayrı bir bağ kuruyor. Eserin yolculuğunda beni en çok etkileyen aşama eserin sanatçısından ayrılması ve sanatçıda bıraktığı o histir. Koleksiyonerin eserle yakın bir bağ kurduğunu hissettiğimde ise çok mutlu olurum.
Neş’e Erdok’un resimlerinde her zaman kendi iç dünyası ve gözlemleri belirleyici. Koleksiyonlarda bu kadar ilgi görmesine rağmen, üretim sürecinde popülerliğin yönlendirici bir rolü olmadığını söyleyebilir miyiz?
Neş’e Hanım ortaokulda resme ilk ilgi duyduğu zamandan günümüze dek etrafındaki insanları, yaşadığı mekanları, gezdiği yerleri, etkilendiği ve gözlemlediği olayları, kendine özgü biçimde tuvale aktarmış bir sanatçı. Resimlerinin izlenip beğenilmesinden elbette memnun ancak bu durum hiçbir zaman onun konu seçimlerini etkilemez. İçinde bulunduğu duygu durumu, toplumsal gündem ve etkilendiği olaylar resmine yön vermiş ve vermeye de devam etmektedir.
Üretimindeki figüratif güç, renk ve kompozisyon tercihleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Neş’e Hanım renkçi bir ressam değildir. Onun için temelde en önemsediği şey; desen ve kompozisyonla öne çıkarmaya, vurgulamaya çalıştığı duygudur. Renk bu kurguya destek olan bir araçtır Erdok resminde.
Neş’e Erdok’un sanatı, Türkiye’deki güncel toplumsal ve kültürel bağlamda nasıl okunuyor sizce?
Neş’e Erdok’un izleyenleri üzerinde bıraktığı en önemli duygu, sanatının her döneminde gündeme duyarlı kalabilmesi ve güncelliğini koruyan bir dünya görüşüne sahip olmasıdır; yani bir anlamda sanatında hep genç kalabilmesidir. Bir yandan da yaşadığı şehrin, İstanbul’un ressamı olarak etrafında olup bitenleri günlük tutar gibi resmetmiştir. Resimlerindeki ince belli bardağı, altındaki çay tabağı ona göre bir klasiktir misal. Sokaklarda, vapurlarda, okulda, sinema salonlarında, otobüslerdeki sahneler Erdok’un süzgecinden geçmiş bir gerçekliğin tuvallerine yansımasıdır.
Erdok’un eserleri koleksiyonerler arasında yoğun ilgi görüyor. Bu ilgiyi siz nasıl yorumluyorsunuz?
Erdok’un eserlerinin koleksiyonerler arasında gördüğü yoğun ilgiyi, sanatının yıllar içinde kazandığı haklı saygının bir yansıması olarak değerlendiriyorum. Ancak ekonomik karşılığın, sanatçının üretimindeki toplumsal ya da sanatsal mesajı hiçbir şekilde etkilemediğini vurgulamak gerekir. Neş’e Hanım’ın pratiğine baktığınızda, onun samimiyetle ve yalnızca sanatın kendisi için ürettiğini açıkça görürsünüz. Dolayısıyla böyle bir kaygı taşımadığını rahatlıkla söylemek mümkün. Öte yandan, piyasa dinamikleri ve fiyatların ulaştığı seviyeler ise daha çok sanat ekonomistlerinin ve müzayede profesyonellerinin alanına giriyor.
