Eski bir at çiftliği, doğaya zarar vermeden sanatçı atölyelerine, heykel alanlarına, seralara ve konaklama birimlerine evrildi. Burada yalnızca eserler sergilenmiyor, bir sanat ekosistemi kurgulanıyor. Eskişehir OMM-Odunpazarı Modern Müze’nin kurucusu, iş inşanı Erol Tabanca, genç sanatçılara alan açmak, ustalarla yan yana üretim fırsatı yaratmak ve uluslararası iş birliklerine zemin hazırlamak istiyor. Tüm bunları yaparken ise, doğaya saygılı ve sürdürülebilirlik ilkesine dayalı bir sanat alanı inşa ediyor. Bodrum, turizm ve yapılaşma baskısı altında kimliğini ve bakirliğini koruma mücadelesi verirken, ERRA’nın sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımı hem yerel değerleri koruyor hem de çağdaş sanatı geleceğe taşıyor.
Erol Tabanca ile, ERRA’nın kuruluş hikayesinden Bodrum’daki konumuna, sürdürülebilirlik vizyonundan sanatın geleceğine uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.

Eser: Mahmut Aydın
ERRA’yı kurma fikri ilk nasıl doğdu? Bir at çiftliğinden sanat üretim merkezine evrilen bu fikir sizde ne zaman netleşti?
Uzun yıllar Türkmenistan gibi bir bölgede zorlu projelerin altından kalkmamıza rağmen Odunpazarı Modern Müze’yi açtıktan sonra gelen yorumlar ve hissettirdikleri bu alanda bir şeyler yapmanın ne kadar önemli olduğunu ve doğru bir proje olduğunu bir kez daha göstermiş oldu ve açıkçası bugüne kadar çok daha büyük projeler yapmış olmamıza rağmen OMM benim en gurur duyduğum proje oldu. Bütün bu sürecin verdiği mutlulukla ve bu alandaki eksikliklerin farkında olarak Bodrum’da mevcut arazimizi yine sanata destek olmak üzere değerlendirmeye karar verdik. Burası eski bir at çiftliği arazisi. Doğayla uyumlu, mevcut yapılar dışında yapı eklemeden, çevreye saygılı ve sürdürülebilir bir alan yaratmak öncelikli hedefimiz oldu. Mevcut arazinin yeşilini koruyup gözeterek, organik tarım alanlarımız ile doğal tarıma destek vermek üzere çalışmalara başladık. Bugün ERRA’da doğal üretim yaptığımız seralarımız, koruduğumuz zeytin ağaçlarımız ve var olanın dışında yapılaşmaya izin vermeden dönüştürdüğümüz mekanlarımızla çevreye saygılı bir alan yarattık.
Bodrum gibi yapılaşmanın ve turizmin baskısı altında olan bir bölgede, doğaya saygılı ve sürdürülebilirlik ilkesine dayalı bir sanat alanı inşa etmek başlı başına bir duruş. Bu tercihinizle nasıl bir mesaj vermek istediniz?
Bana göre her şeyin hızla değiştiği ve iklim krizinin yansımalarını da yaşadığımız bu günlerde, yerel değerlere saygılı bir yaşam ve üretim biçimi mümkün ve bu hepimizin özen göstermesi gereken bir konu. Biz OMM ve bağlı olan otelimiz OMM INN’de müzenin ilk yılından itibaren kızım İdil Tabanca’nın da özel gayretiyle birçok değişikliğe giderek, doğaya ve çevreye saygılı politikalar geliştirip uygulamaya koyduk ve şu an bunu geliştirmeye devam ediyoruz. Bu projeyi hayata geçirmeye karar verdiğimizde de eşim Rana ile önceliğimiz bu oldu. Özellikle Bodrum gibi yapılaşmanın yoğun, doğal dokunun hızla tahrip edildiği ve turizmin baskısıyla kimliğini kaybetme riski taşıyan bir bölgede; bana göre doğaya zarar vermeden, onunla iş birliği içinde var olabilen bir sanat alanı kurmak, bir tercih olmanın ötesinde bir gereklilik.
“İstanbul dışında büyük bir kültür yatırımı yapmak bilinçli bir karardı”
OMM’un Eskişehir’de ERRA’nın Bodrum’da konumlanmasının sizin için anlamı neydi? İstanbul dışında büyük bir kültür yatırımı yapma motivasyonunuzun arkasında ne var? Ve bu riskli değil miydi?
İstanbul dışında büyük bir kültür yatırımı yapmak benim açımdan bilinçli bir karardı. Türkiye’de kültür ve sanat yatırımlarının büyük oranda İstanbul merkezli olması, diğer şehirlerde yaşayan izleyicilerin ve sanatçıların kültürel etkinliklere erişimini sınırlı hâle getiriyor. Oysa sanat, yalnızca belli merkezlere ait olmamalı; farklı coğrafyalarda, farklı topluluklarla karşılaşmalı. Eskişehir’in bu noktada benim için ayrı bir yeri var. Doğup büyüdüğüm, anılarımın olduğu memleketimde, dedemin evinin olduğu mahallede kendi şehrime katkı sağlayacak bir müze açmak nasip oldu. Eskişehir genç nüfusu, öğrenci kenti olması, tarihi dokusu, kültürel zenginliği ile büyük bir potansiyeli olan, kültür sanata düşkün ve bu anlamda gelişime çok açık bir şehir. OMM’un burada olması nitelikli çalışmaların merkez dışında da varlığını göstermesi adına önemli bir örnek. ERRA ise kültürel katmanları zengin, turizm açısından gelişmiş, ülkemizin önemli noktalarından birisi olan Bodrum’da konumlanıyor. Bu anlamda ERRA sadece yazlık bir destinasyon olmanın ötesinde kültürel katmanları ile Bodrum’un mirasına saygı duyan, bu kültürel mirası geleceğe aktarmayı hedefleyen, bunu kültür sanat üretimine katkı sunarak ve yeni gelişmelerle sağlam zeminlere oturtmayı hedefleyen bir misyon ediniyor. Risk her zaman vardır. Risk almadan güzel şeyler üretmek, kalıpların dışına çıkmadan yenilik beklemek, iz bırakacak projeler ortaya koymak pek mümkün değil.

Birçok kişi sanatı sergilemekle yetinirken siz üretim süreçlerine alan açmayı tercih ettiniz. Neden üretime odaklanan bir yapı kurguladınız?
Ülkemizde sanat üretimi, sanatçı olmak diğer coğrafyalara göre çok daha zor maalesef. Bugün genç sanatçı adaylarının kalıcı olabilmek, üretebilmek ve gelişim için ciddi anlamda desteğe ihtiyaçları söz konusu. Benim de sanat camiasının içine girince fark ettiğim en önemli şeylerden biri genç sanatçı arkadaşların yolunun açılmasını sağlayacak; çok fazla imkân ve alanın olmamasıydı. Tecrübeli ve genç sanatçıları buluşturmak, birbirlerinden feyz alarak belli bir zaman dilimi geçirmelerine olanak tanımak üzere bir alan yaratmak istedik. Birlikte üretebilecekleri ve sergileme de yapılabilecek bir alan kuruyoruz. ERRA’nın sanatla uğraşan herkese açık olmasını istiyoruz. Henüz kamuya açık, gezilebilir bir alan değil. Biraz kendi içinde yaşasın, sanatçıların üretim süreçlerinde ilham alanları olsun. Tabii kendi zamanını tayin ederek ileride kamuya açık bir alan haline gelmesini hayal ediyoruz. Bu sene itibarıyla takvim oluşturduk ve eylül ayında ilk misafirlerimizi ağırlamaya hazırlanıyoruz.
“ERRA’da öncelikle heykele ağırlık vermek istedik”
ERRA’da özellikle heykel alanına odaklanmanızın arkasındaki motivasyon nedir? Heykelin diğer disiplinlere kıyasla bu projeye uygunluğu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tüm disiplinlerin içinde heykele ayrı bir ilgim var. Maalesef heykel, üretim ihtiyaçları açısından da baş edilmesi kolay bir alan değil. Özellikle ülkemizde maliyetleri ve benzer sebeplerle üretimi diğer alanlara göre daha az olan bir dal. Biz ERRA’da öncelikle heykel disiplinine ağırlık vermek istedik. ERRA’nın arazisi zeytin ağaçlarının yoğunluğu ve yapısı itibariyle büyük heykel parkuru veya heykel parkı gibi alanlara çok geniş imkanlar tanımasa da üretim için alanımız var. Zaman içinde burada üretimi yapılan çalışmalardan ERRA’da kalabilecek eserler de olabilir. Heykelin gelişimi için büyük maliyetleri de göz önüne alınarak desteklenmesi ve buna dönük projeler geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Amfi tiyatronun ve açık hava heykel bahçesinin sanatçı ve ziyaretçilere sunduğu deneyimlerden biraz bahsedebilir misiniz? Bu alanların yaratıcı sürece katkısı nedir?
Eşim Rana ile burayı oluştururken sanatın ve sanat üretiminin merkezde olduğu bir yapıda, yalnızca çalışmaya değil, düşünmeye, dinlenmeye ve ilham almaya alan açan mekânların da olmasını istedik. Amfi tiyatro ve açık hava heykel bahçesi gibi farklı deneyim alanları, sanatçılar için üretim sürecini besleyen, kimi zaman ara verip yeniden düşünmelerini sağlayan duraklar olsun diye hayal ettik. Yani sadece bir üretim alanı olarak değil, aynı zamanda paylaşım, keşif ve keyif alınacak katmanlı bir deneyim alanı sunmayı hedefledik.
Sanat ve sürdürülebilirlik kavramlarını ERRA’da nasıl buluşturuyorsunuz? Ekoloji temelli yaklaşımlar ERRA’nın günlük işleyişinde nasıl yer alıyor?
ERRA’da doğal tarım yapılarak arazideki ağaçlardan doğal yollar ile ürün elde ediliyor. Hiçbir kimyasal gübre desteği olmadan, tamamen doğal ortamında meyve-sebze yetiştiriliyor. Bunun yanı sıra ERRA’da kullanılan tüm malzemeler doğaya zarar vermeyecek, sürdürülebilir ve yeniden değerlendirilebilir ürünlerden seçilerek oluşturuldu. Ayrıca bahçe ve seralardan elde edilen ürünlerimizin ambalajları sürdürülebilir ve yeniden değerlendirilebilir formlarda hazırlandı. Çiftliğin kurulumunda kullanılan tüm inşaat ürünleri ve yapısal ürünler, dönüştürülerek yeniden kullanıma sokulan ürünlerden oluşuyor.
OMM’da edindiğiniz deneyimler, ERRA’yı kurarken hangi ilhamları veya dersleri beraberinde getirdi? OMM’un çevresindeki sosyal etkiyi gözlemledikten sonra bölgeye neler kattığını düşünüyorsunuz? Şimdi ise ERRA aynı şekilde neler katacak?
OMM’un açılışından önce ve sonra oradaki esnaftan yoğun ilgi gördük. Özellikle bana samimiyetle teşekkür edenler oldu. Bu bana ne kadar güzel bir şeye vesile olduğumu bir kez daha gösterdi. İç turizme olan katkısı dışında OMM uluslararası arenada da önemli bir yer edindi. Dolayısıyla bölge turizmine de katkıları bu anlamda kıymetli. Biz müze olarak sanat eserlerini sergilemekle kalmayıp, sanatı yaşamın içine entegre eden dinamik bir platform olmayı hedefledik. Bu süreçte Eskişehir halkının ve ziyaretçilerin gösterdiği ilgi, müzemizin toplumla ne kadar güçlü bir bağ kurabildiğini gösterdi. ERRA şu an için kamusal bir proje değil ancak geleceğe kalıcı bir iz bırakmasını canı gönülden istiyorum. İnsanların gelip ziyaret edecekleri, global bir platform olması ve bu anlamda bulunduğu bölgeye ayrı bir değer katarken genç sanatçılar için sürdürülebilir diyaloglara vesile olan bir üretim alanı olmasını istiyorum.
Eylül ayında ağırlanacak Batten and Kamp ikilisiyle başlayacak bu süreçte, farklı kültürlerden sanatçıların ERRA’ya getireceği yenilikleri nasıl görüyorsunuz?
Batten and Kamp şu an OMM’da devam etmekte olan, küratörlüğünü kızım idil Tabanca’nın üstlendiği Ehlikeyif sergisinde çalışmaları yer alan genç bir tasarım ikilisi. Yeni Zelanda doğumlu tasarımcılar, farklı ülke ve kültürlerden beslendikleri süreçlerini ERRA’daki üretimlerine aktaracaklar. OMM’daki sergi bir tasarım sergisi ve doğa ile kurduğumuz ilişkiyi tasarım dünyası üzerinden ele alıyor. Yani tasarımın doğa ile ilişkimizdeki yaklaşım biçimlerini sunuyor. Batten and Kamp üretimlerinde doğal malzemelere yer veren ve ilhamını doğadan alan bir ikili. ERRA ile kuracakları ilişki bu anlamda üretim biçimleri ile örtüşüyor. Ayrıca ERRA’da farklı kültürlerden misafir olacak sanatçılar buranın estetik çeşitliliğinin yanı sıra kültürel olarak da genişlemesine sebep olacaktır. Farklı teknikler, farklı bakış açıları, yeni söylemler ile zenginleşerek lokal ile globalin bir arada olduğu sınırları genişleyen ve genişleten bir pencere açma potansiyeli yaratacaktır. Kısmet olursa arzumuz samimi bir ortamda farklı fikirlerin birleşiminden çıkacak projelerle geleceğe güzel bir alan bırakabilmek.

“Sanatın eğitim sistemimize entegre edilmesi çok kıymetli”
Türkiye’de sanat alanında yapılması gereken en öncelikli değişiklikler sizce neler?
Türkiye sanat ortamının gelişmesi için sanatın ve sanatçının destekleneceği projelerin çoğalması çok değerli olur. Ancak temennim yurtdışında sağlanan devlet desteklerinin ülkemizde de sanatçıya, sanata, sanat kurumlarına verilerek eşit ve yerinde bir dağılım ile sanatın desteklenmesi ve gelişmesi için imkân ve olanaklar yaratılması. Sanatın eğitim sistemimize entegre edilmesi, sadece güzel sanatlar seviyesinde değil ilköğretimden itibaren yaygın bir varlık gösterebilmesi toplumun bu anlamda gelişmesi, dünyaya entegre olması ve sürdürülebilir olması adına çok kıymetli olur. İnanın ülkemiz sanatçılarının yurtdışındaki sanatçılarından geri kalan hiçbir yanı yok. Bununla beraber sanatın pazarlama ve reklam aracı olarak öne çıkarılması sanatın desteklenmesi adı altında çok ticari bir zemine oturtulmasını da doğru bulmuyorum. Fiyat politikalarının da daha dengeli olması gerektiğini düşünüyorum.