Geçtiğimiz günlerde, Sanatsal Direktörlüğü’nü üstlendiğim Contemporary Istanbul Vakfı’nın bu yılki konferans programına konuşmacı olarak davet ettiğim bir müze yöneticisi, davet mektubuna yapay zeka kullanarak cevap verdi.
Cevabı kendisinin veya bir insanın yazmadığını çözmek için müneccim olmak gerekmiyordu. Kendisine yazdığım mektupta fuarın 20. yılından, bu seneki küratöryel odağın Amerika olmasından, Tersane İstanbul’dan ve katılımcı galerilerden bahsetmiştim. Bana yolladığı cevapta, kurduğum her cümleye karşılık bir gözlem veya bir yorum vardı. Ama her cümleye. Bu robotik cevapta içime sinmeyen ve beni huzursuz eden bir şey vardı.
İnsan taklidi yapan ve bunu başaramayan öğelerin bizde yarattığı iğrenme hissine İngilizcede Uncanny Valley Effect deniyor. Yapay zeka uygulamaları arttıkça bunu hayatımızın birçok alanında hissetmeye başlayacağız.
İsmini vermeyeceğim müze yöneticisi büyük bir ihtimalle kendi hayatını kolaylaştırma sözü veren bu uygulamanın karşı tarafta yarattığı hissin farkında değil. Hatta tam tersi, bu otomatik e-posta cevaplama mekanizmasını bir devrim olarak görüyor bile olabilir. Yapay zeka aşkımızın giderek kabardığı bugünlerde, ele almamız gereken konu, yapay zeka adab-ı muaşereti.
Ben, bin türlü çeşitli onaydan geçen, sekiz farklı versiyondan sonra en iyisi olduğuna karar kıldığımız davet mektubumun davet edilen herkes tarafından ivedilikle cevaplanmasını tabii ki beklemiyorum. Fakat bir insanın, başka bir insana ayırdığı emeğin böylesine mesafeli hatta tasarruflu bir biçimde cevaplanmasını da yadırgamadan edemiyorum. Ki ben bile, hayatımın ve sanat pratiğimin son dört yılını yapay zekayla sanat üretimine adamış bir insan olarak böyle hissediyorsam, durumun vahametini siz düşünün. Çok tuhaf bir döneme giriyoruz, hatta çoktan girdik ve farkında değiliz.
Çocuklar ödevlerinde yapay zeka kullandı mı, sorusu belli ki de bugünlere dönüp baktığımızda masumluğuna güleceğimiz türden bir kaygı. Sevgilim bu düşünceli hediyeyi kendisi mi seçti, bu ayrılık mektubunu o mu yazdı, bu evlilik teklifi onun fikri miydi gibi soruların bizi uyanık tutacağı günlere girdik mi? Normalde bir insan elinden çıkması gereken bir yazıyı, birisine kızınca inadına belli olacak şekilde yapay zekaya yazdırıp, pasif agresifliğimizi kuvvetlendirmek için kullanacak mıyız? İnsan ilişkilerinde, özveride tembelleştiğimiz bir devir bizi mi bekliyor? Beni bu aralar böyle sorular uyutmuyor.
Christie’s’de Üç Türk
Geçtiğimiz aylarda Christie’s Müzayede Evi, tarihi bir ilke imza atarak, pratiklerinde yapay zekayı kullanan sanatçıların eserlerinden oluşan dünyanın ilk yapay zeka müzayedesini gerçekleştirdi. 728,000 dolarlık satışın gerçekleştiği bu müzayedede toplam 34 sanatçı ve kolektif yer aldı, bu sanatçıların üçüyse Türkiye’dendi: Refik Anadol, Alkan Avcıoğlu, ve ben. Estetik olarak eserlerimizin birbiriyle alakası yok ve özellikle de bu yüzden bu gelişmeyi çok önemsiyorum: Birbirinden bambaşka konuları ele alan, bambaşka kaygıları, hayalleri, estetik tutumları ve üretim metotları olan üç Türk dijital sanatçıyız ve üçümüzü de global bir platformda yer almaya layık gören dünya lideri bir müzayede evi var. Bu müzayede Türkiye’de ne yazık ki çok az konuşuldu. Yapay zekaya karşı hisleriniz ne olursa olsun, serginin ve konunun en azından ilginç olduğu konusunda anlaşabileceğimizi umuyorum. Dünya’da bu alanda ses getiren kişi sayısı oldukça az, bunlardan üçünün Türk olması bence ülkemiz için gurur verici.
Beni meraklandıran başka bir konuysa, bu gelişmenin sosyolojik yorumlarının neye benzeyeceği. Sanatçıların büyük bir çoğunluğu Amerikalı, birkaçı Asyalı, bunlar şaşırtan istatistikler değil. Ama üç Türk, böyle bir müzayede için yüksek bir rakam. Bu müzayedenin ötesinde ses getiren sanatçılar arasında Murat Pak ve Memo Akten gibi isimler de var. Soyut ekspresyonizm akımın dünyayı çalkaladığı yıllarda Amerikan devlet ve müzelerinin o sanatçılara ne kadar sahip çıktığını biliyoruz, hepsi sanat tarihine mal olmuş isimler. Türkiye’de müzeler ve bakanlıklar bizlere o denli ne zaman sahip çıkacak merak ediyorum. Dijital sanat piyasasındaki varlığımızın ve olası getirilerinin farkında mıyız?