Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Kültürel Miras ve Müzeler
Söyleşi

Tarih ve sanatın iç içe geçtiği bir deneyim: Aliée İstanbul ve Tersane İstanbul

Eylül ayı; İstanbul'da sanat takviminin dolmaya başladığı ay. Ancak bu sene şehre yeni bir soluk geliyor. Haliç’in kadim hikayeleri ve imparatorluk dönemlerinden miras kalan taş dokusu, Aliée İstanbul ve Tersane Istanbul’da çağdaş sanatla yeniden hayat buluyor. Tersane İstanbul Sanat ve Kültür Direktörü Aslı Ünal’dan dinledik…

Ece Şahan
1 Ekim 2025
Fotoğraf: Dilan Coşkun

Fotoğraf: Dilan Coşkun

Haziran ayında “House of Curious Minds” vizyonuyla açıldı Aliée İstanbul. Şehrin yeni sanat destinasyonu olacakları konusunda oldukça iddialıydılar ve görünüşe göre bu iddialarında da haklılar. Haliç gibi tarihi derinliği olan bir yer, farklı milletlerden insanların öykülerini taşıyan bir otel… Tersane İstanbul Sanat ve Kültür Direktörü Aslı Ünal da bu ilham verici durumu şöyle özetliyor: “Bir zamanlar burada gemiler inşa ediliyor, insanlar amaçlı ve öngörülemez bir şekilde hareket ediyorlardı. Biz, bu mantığa nostaljik bir bakışla değil, yapısal bir yaklaşımla geri dönüyoruz.”

Aliée İstanbul’da sanat, sadece sergilenen bir nesne değil. Bu bakış açısıyla, eserler ne mekânın ne de şehrin yalnızca süsü oluyor. Tersane İstanbul ise bu anlayışı bir adım öteye taşıyor; sanat galerileri sadece kendi duvarlarıyla sınırlı kalmayıp şehre açılıyor ve çevresiyle güçlü bağlar kuran bir kültürel ekosistem oluşturuyor. Burada, Jorinde Voigt’un rüzgarla hareket eden çizgilerinden Summer Wheat’in altın saat gibi parlayan renklerine; Pascale Marthine Tayou’nun kıtalar arası hikâyelerinden Arcangelo Sassolino’nun ağır metal heykellerine kadar dört farklı kültürün eserleriyle buluşmak mümkün.

Tarih ve sanatın iç içe geçtiği deneyimi, Aliée İstanbul ile Tersane İstanbul’un vizyonunu, yerleştirmelerin ardındaki öyküleri, “Amacımız, mekânın potansiyelini yalnızca kullanmak değil, bu potansiyelin üzerine yeni, kalıcı ve çok katmanlı bir kültürel yapı inşa etmek,” diyen, Tersane İstanbul Sanat ve Kültür Direktörü Aslı Ünal anlattı.

Pascale Marthine Tayou, Galleria Continua Les Moulins, 2025

Arka plan: Enfer du decor, 2025

Jorinde Voigt, Summer Wheat, Pascale Marthine Tayou ve Arcangelo Sassolino ile yollarınız nasıl kesişti? Bu sanatçıları seçmenizde sizi etkileyen sebepler neydi?

Bu sanatçıların bazılarını on yılı aşkın süredir takip ediyorum. Onları buraya getiren asıl neden, mekânla kurdukları diyalog biçimleri ve özellikle Aliée Istanbul gibi kendine özgü bir alan ya da Tersane Istanbul’daki Beymen G8–The Space gibi tarihi bir yapıya verdikleri özgün ve yaratıcı tepkiler. Aliée Istanbul, mimarisi ve atmosferiyle sanatçının pratiğini besleyen, izleyici ile eser arasındaki karşılaşma anını güçlendiren, özel bir alan. Burada Jorinde Voigt, Summer Wheat ve Pascale Marthine Tayou’nun işleri, yalnızca bir sergi programının parçası değil mekanın hafızasına ve enerjisine doğrudan temas eden, onunla bütünleşen yerleştirmeler olarak varlık gösteriyor. Tersane Istanbul'un fiziksel ölçeği, tarihsel dokusu ve suyla kurduğu bağ, sanatçıdan yalnızca eser üretmesini değil, bu unsurlara doğrudan tepki vermesini gerektiriyor. Haliç, toplumsal, tarihsel ve manevi olarak katmanlı bir alan ve sanatçılar bunu yansıtıyor. Onlardan mekanla olduğu gibi buluşmalarını istedik ve bu buluşmadan harika eserler ortaya çıktı.

Sergilenecek işlerin seçiminde mekânın ruhu ya da Türkiye’nin içinden geçtiği toplumsal dönüşümler etkili oldu mu? Mesaj verme kaygısı, estetik uyum yoksa sanatçının özgür iradesi mi daha ön plandaydı?

Sanatçılara herhangi bir konu ya da mesaj dayatmadık. Ama onları yalnız da bırakmadık. Çünkü burası, nötr bir alan değil. Tersane Istanbul’un ölçeği, başlı başına her sanatçıyı büyük düşünmeye, sınırlarını genişletmeye davet ediyor. Suya, mimariye, mekanın taşıdığı hafızaya kulak verildiğinde zaten belirli yönelimler kendiliğinden oluşuyor. Bu nedenle sanatçılarla kurduğumuz ilişki, çoğu zaman yönlendiren değil, birlikte yol alan, eşlik eden bir ilişki oldu. Burada kurmaya çalıştığımız şey, bir ritim. Birlikte gelişen, aynı anda farklı sesler barındırabilen ama bir akış içinde ilerleyen bir yapı.

Jorinde Voigt, Betrachtung / Contemplation 7, 2019-2020

Sanatçıların işleri arasında bir anlatı, bütünlük ya da bilinçli bir karşıtlık ilişkisi kurdunuz mu? Ziyaretçinin bu işleri bir arada deneyimlemesi sizce nasıl bir etki yaratmalı?

Buradaki önceliğimiz, katmanlı ve çoğu zaman birbirinden çok farklı yaklaşımları bir araya getirebilecek bir ritim yakalayabilmek. Bu eserler tek başlarına güçlü bir varlığa sahip olsalar da aynı zamanda birbirlerine açık yapılar. Aralarında mutlak bir senkron değil ama sezgisel bir akış, bir nefes var diyebiliriz. Pascale Marthine Tayou’un pratiği, bu anlamda çok belirleyici bir rol üstleniyor. İşleri, sabit bir yere ya da net bir tanıma ait değil. Eserlerinde bireysel kimlik, göç, kültürel geçişler ve küresel sistemlerin görsel diliyle yüzleşme hali var. Malzeme kullanımı da bu yaklaşımı destekliyor, renkli, çarpıcı, bazen absürt ama her zaman çok katmanlı. Bu yaklaşım, İstanbul gibi çok sesli bir şehirde, özellikle kamusal alanda çalışırken güçlü bir karşılık buluyor. Arcangelo Sassolino’nun yerleştirmesi fiziksel olarak bambaşka bir noktada duruyor, ancak o da izleyiciyle doğrudan bir karşılaşma kuruyor. Kırılganlık ve gerilim üzerine kurulu bir yapı. Jorinde Voigt, zamanın dışına çıkan bir içsellik yaratırken, Summer Wheat’in işleri ise özellikle malzeme ve teknik üzerinden güçlü bir yaklaşım sunuyor. Dolayısıyla bu işler arasında bilinçli bir anlatı kurgulamadık ama beraber var olduklarında bir düşünsel alan yaratıyorlar. Daha çok karşılaşmalar üzerinden gelişen bir deneyim. Ve bu çokluk, bu geçişlilik hali, İstanbul’un yapısıyla çok doğal biçimde örtüşüyor.

Rixos Tersane Istanbul ve Aliée için bu sanat yerleştirmeleriyle hedeflenen genel vizyon nedir? İstanbul’da sanatı hangi eksende konumlandırmayı amaçlıyorsunuz?

Rixos Tersane Istanbul ve Aliée Istanbul hem mimari karakterleri hem de sanat yaklaşımları açısından birbirinden belirgin biçimde ayrılıyor. Rixos’ta daha dingin, kurumsal kimliğimizi yansıtan bir kurgu mevcut. Kalıcı koleksiyondaki eserler, İstanbul’u temsil ettiğini düşündüğümüz, mekânın mimarisiyle uyumlu, sıcaklık ve derinlik katan çalışmalar. Aliée Istanbul ise daha aktif ve dinamik bir modele sahip. Sanatın sürekli hareket halinde olduğu, mekânın yaşayan bir sahneye dönüştüğü bir alan. Burada eserler, yalnızca sergilenmiyor; gündelik akışın içinde yeniden konumlanıyor, izleyiciyle sürekli değişen bir diyalog kuruyor. Tersane Istanbul genelinde amacımız, kentin geçmişi, bugünü ve potansiyeliyle uyumlu, çok yönlü bir kültür ekosistemi oluşturmak. Sanatın farklı format ve ölçeklerde var olabildiği, günlük yaşamla iç içe geçtiği hem yerel hem de uluslararası izleyiciye hitap eden bir yapı hayal ediyoruz.

Otelcilik sektörünün sanat dünyasındaki yeni rolü sizce ne? Tersane Istanbul gibi projeler bu alanı nasıl dönüştürüyor? Hem ekonomik hem kültürel açıdan neler vadediyor? Bölgenin kültürel kimliğine nasıl bir katkı sunmayı hedefliyor? Geçici yerleştirmeler ile kalıcı koleksiyonlar arasında nasıl bir denge kuruluyor?

Otelcilik sektörünün sanat dünyasındaki yeni rolü üzerine genellemeler yapmak zor; ancak Aliée Istanbul’da kurguladığımız model, bizim için bu alanda farklı bir yaklaşımı temsil ediyor. Sanat yerleştirmeleri ve galeri programımızla, misafirlerin ve izleyicilerin sanatla temas kurma anlarını daha geniş bir ölçekte ve daha planlı bir biçimde yaşatıyoruz. Misafir sanatçı programını benimsemek ve bu süreci sanatçıların pratiğiyle birlikte şekillendirmek, bu yaklaşımın en önemli unsurlarından biri. Tersane Istanbul ise başlı başına bir şehir merkezi niteliğinde. Bünyesinde otellerin yanı sıra müzeler, markalar, fuarlar ve farklı ölçeklerde kültürel alanlar barındırıyor. Bu yapıyı, şehirlerdeki sanat üretimi ve sergileme süreçlerini gündelik yaşamla bütünleştirecek şekilde tasarlıyoruz. Bu, geliştirdiğimiz kültür stratejisinin temel taşlarından biri.

İlk ‘artist residency’ programınız olan Summer Wheat projesiyle ne tür kazanımlar elde ettiniz? Bu program devam edecek mi?

Aliée İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz misafir sanatçı programı, bizim için bir üretim sürecinden öte aynı zamanda sanatçının şehirle, mekanla ve bağlamla kurduğu ilişkinin kendisiydi. Summer Wheat, İstanbul’a yabancı bir isim değil. Burada galeri temsiliyeti olan, daha önce bu şehirle üretim yaparak bağ kurmuş, burada var olmuş bir sanatçı. Onu davet etmek, mevcut ilişkiye yeni bir katman eklemek anlamına geliyordu. Program sayesinde burada zaman geçirmesi, süreci sahiplenmesi ve ortaya çıkan eserin kalıcı olarak mekâna yerleşmesi, bu açıdan büyük bir değer taşıyordu. Misafir sanatçı süreci baştan sona yaklaşık on ay sürdü. Summer bu sürede iki kez İstanbul’a geldi, sahada çalıştı, zaman geçirdi, yapının iç ritmini ve fiziksel çevresini doğrudan deneyimledi. Ve ortaya çıkan mozaik eser, anıtsal ölçeğine rağmen samimiyetiyle izleyiciyle yakın bir ilişki kuruyor. Bu program bize gösterdi ki, bir sanatçının mekânda zaman geçirerek ürettiği iş, yalnızca görsel bir sonuç değil, aynı zamanda bir aidiyet ve varoluş inşası. Sanatçı sadece gelip üretmiyor, burada geçirdiği süre boyunca iz bırakıyor ve mekânla birlikte dönüşüyor. Bu model elbette devam edecek. Misafir sanatçı programları, bizim için yan bir proje değil, kültürel vizyonumuzun temel taşlarından biri ve Tersane Istanbul’un uzun vadeli sanat stratejisinin ayrılmaz bir parçası.

Pascale Martine Tayou, Tornado, Tcham: Confidences, Galleria Continua, 2025

İstanbul’da tarihi esintilerin yer aldığı Tersane, çağdaş sanatla mekân deneyimi arasında yeni modeller kurarken, sizin açınızdan en büyük zorluk ve en büyük fırsat nedir?

Tersane Istanbul’da çalışmak, yalnızca bir sanat programı oluşturmak değil; aynı zamanda yeni bir şehir merkezinin kültürel omurgasını inşa etmek anlamına geliyor. Elbette, böylesine güçlü bir tarihî mirasla çalışmak başlı başına büyük bir sorumluluk. Mekânın kendisi zaten güçlü ve etkileyici bir hikâye anlatıyor. Bu durum, bir yandan yoğun bir ilham kaynağı olurken, diğer yandan son derece dikkatli ve özenli bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Kurduğumuz kamusal sanat programı, yalnızca geçici sergilerden ibaret değil. Bizden sonra da varlığını sürdürecek, şehrin hafızasına yerleşecek, zaman içinde dönüşerek kendi yaşam döngüsünü kuracak bir yapı inşa ediyoruz. Amacımız, mekânın potansiyelini yalnızca kullanmak değil, bu potansiyelin üzerine yeni, kalıcı ve çok katmanlı bir kültürel yapı inşa etmek. Böylece Tersane Istanbul hem bugünün hem de geleceğin izleyicileri için yaşayan bir kültür merkezi olarak varlığını sürdürecek.

Arcangelo Sassolino’nun yerleştirmesi

Arcangelo Sassolino’nun Beymen G8 alanında yer alacak işiyle sanat haftasının açılması sembolik bir anlatı ifade ediyor mu?

Eylül ayında Tersane Istanbul, Tersane Istanbul Rowing Cup ile başlayan ve yeni alanlar ile projelerin peş peşe hayata geçtiği yoğun bir döneme giriyor. Sanat programı da bu takvimin ayrılmaz bir parçası. İstanbul Bienali dönemi ve Contemporary Istanbul haftası, şehrin kültürel takviminde önemli bir eşik. Biz bu dönemi yalnızca izlemek değil, yeni içeriklerle aktif olarak beslemek istiyoruz. Bu nedenle sanat programımızı, kentsel hafızaya kalıcı katkılar sağlayacak şekilde kurguluyoruz. Arcangelo Sassolino’nun Beymen G8–The Space’teki yerleştirmesi, ilk andan itibaren mekânla güçlü bir bağ kurdu. G8’in mimarisi, ölçeği ve ruhu, sanatçının düşünsel pratiğiyle örtüştü. Sassolino’nun özellikle bu alanı tercih etmesi, süreci içgüdüsel ve samimi bir noktaya taşıdı. Bu çalışma, aynı zamanda Beymen gibi aktörlerle geliştirdiğimiz yeni nesil işbirliği modellerinin de ilk örneklerinden biri olarak öne çıkıyor.

Jorinde Voigt’un nefes gibi süzülen işleri

Contemplation Room sergisinde kilise gibi tarihi bir mekânda yer alan mobil heykeller, İstanbul’da çağdaş bir yapıyla nasıl farklı bir yankı buluyor? Voigt’un mekâna göre değişen yerleştirme stratejileri hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Jorinde Voigt’un işleri, ilk bakışta gözden kaçabilir. Bu bana sıkça sorulan bir şey: “Heykeller nerede?” Aslında oradalar… Havadalar. Sessizce, bir nefes gibi süzülüyorlar. Fark edilmiyor olmaları bir eksiklik değil; daha çok bir yankı gibiler. Ve yankılar, bazen ilk başta duyulmaz; ancak duyulduğunda uzun süre sizinle kalır. Aliée Courtyard gibi katmanlı bir yapı içinde, bu işler neredeyse görünmez bir titreşim gibi hissediliyor. Fakat bir kez fark ettiğinizde, sanki zamana asılı kalmış bir düşünce gibi sizi bırakmıyorlar. Bu narin ama karmaşık yapılar, cam çatının altından süzülen ışıkla birlikte, neredeyse gözle değil sezgiyle okunuyor. Santa Caterina’daki eski kilisede olduğu gibi, burada da zamanın çok katmanlılığıyla çalışıyor. Ancak İstanbul’da bu katmanlar daha yoğun; suyun sesi, taşın belleği, avludan geçenlerin sessizliği… Tüm bu unsurlar, heykellerin ince hatlarında ve çizgisel sistematiğinde yankı buluyor. İzleyici, eserle karşılaştığında yalnızca bir form görmüyor; mekânın hafızasında yankılanan bir anı, sessizlikte derinleşen bir düşünce ile karşılaşıyor.

İstanbul ilhamı

Jorinde Voigt’un Contemplation serisine ait 8 heykel ve Immersive Integral – Universal Splash isimli yapıtından oluşan yerleştirmesinin fikrinin temellerini İstanbul’da atmış olması sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Şehrin belleğiyle kurulan bu ‘organik bağ’ı tarif edebilir misiniz?

Aslında bu bilgi, en baştan bildiğimiz ya da bilinçli olarak kurduğumuz bir bağ değildi. Contemplation serisini Tersane Istanbul’da sergilemek üzerine Jorinde Voigt ile konuşurken, sanatçının bu işlerin ilk ilhamını yıllar önce İstanbul’da edindiğini öğrendik. Kapalıçarşı çevresinde gördüğü altın zincirlerin görüntüsü, zamanla onun için düşünsel bir çıkış noktasına dönüşmüş. Bu küçük ama anlamlı hikâye, mekânla kurduğumuz ilişkide sezgisel bir katman daha ekledi. Öte yandan Universal Splash yerleştirmesi, bu narin yapılarla bambaşka ama tamamlayıcı bir frekansta buluşuyor. Hem yapıtın görsel gücüne hem de mekânsal dengesine uygun alanı bulmak zaman aldı. Aliée Istanbul’un cam tavanlı avlusu, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda kavramsal anlamda da bu çalışma için bir ev sahibi oldu. Mekânın gün ışığıyla kurduğu ilişki, eserin kendi ritmiyle örtüştü. Biri, İstanbul’da doğmuş bir fikirle Berlin’den ilk kez bu şehre geldi; diğeri, uzun süre beklediğimiz bir yerleştirme olarak izleyiciyle buluştu. İkisi de şimdi, aynı anda burada. İstanbul, sanatçılara her zaman görünmez bir kapı aralıyor. Bir eserin fikrinin bu şehirde doğmuş olması ve yıllar sonra yeniden aynı şehre, üstelik onun kalbinde yer alan bir mekâna yerleşmesi, tamamlanmış bir döngüye dönüşüyor.


Kültürel Miras ve MüzelerKültür-SanatsanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper