Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Kültürel Miras ve Müzeler
Söyleşi

Türkiye sanat ortamının 40 yıllık tanığı: Galeri Nev İstanbul

Galeri Nev İstanbul’un kurucusu Haldun Dostoğlu ile galericilik, Nev’in 40 yıllık hafızası, sanatta güncel meseleler ve elbette Murat Morovo’ya dair bir sohbet gerçekleştirdik.

Seren Erciyas
16 Eylül 2025
Fotoğraf: Barış Acarlı

Fotoğraf: Barış Acarlı

Murat Morova ile görüşmemizin ardından Haldun Dostoğlu ile randevumuz var. Biraz geciktik, zira Morova’nın atölyesinde geçirdiğimiz vakitten eksiltmeye hiçbirimizin niyeti yok gibi. Burada da her şey serbest. Muzır neşriyatın erkeklik hallerini ortaya koyduğu çalışmasını dinliyoruz, İstanbul Bienali için bir ay boyunca bir vapurun pruvasında yüzünü bir Batı bir Doğu’ya çeviren gelin heykeliyle tanışıyoruz, Vanessa Medini Arslan’ın Murat Morova’yı da konuk ettiği Sanatçı Atölyelerinde isimli kitabının sayfalarını çeviriyoruz. Haldun Dostoğlu’nun anlayışına sığınarak gecikmeli randevumuz için atölyeden ayrılıyoruz. Sıradaki durağımız Mısır Apartmanı’nda yer alan Galeri Nev İstanbul.

Galeri Nev İstanbul’un yöneticisi Haldun Dostoğlu ile galericilik, Nev’in 40 yıllık hafızası, sanatta güncel meseleler ve elbette Murat Morovo’ya dair sohbet ediyoruz.

Urart’tan Galeri Nev’e

Murat Morova’nın Galeri Nev ile serüveni 2000’lerin başına uzanıyor, öncesinde ise ilk göz ağrısı Urart Sanat Galerisi var. Ankara ve İstanbul’daki mekanlarıyla Türkiye’nin en eski galerilerinden Urart’ın kapanışının ardından Galeri Nev’in o zamanki ortaklarından, bugün ise Galeri Nev İstanbul’un kurucusu Haldun Dostoğlu’nun teklifiyle birlikte çalışmaya başlamışlar.

Urart’a dair kısa bir araştırma yapıyorum ancak derli toplu bir kaynağa ulaşamıyorum. Galeriden bugüne kalanlar internetin kuytu köşelerine dağılmış gibi. Hasbelkader internete aktarılmış birkaç eski aktüel yayın, gazete haberleri, sergi duyurusu yapan köşe yazarları, akademik makaleler, sanatçıların web siteleri ve galerinin davetiye, afiş ve tebrik kartlarını satışa çıkaran müzayede sitelerinden Urart’a dair bilgi edinmeye çalışıyorum. Sağdan soldan topladığım haberlerden, Handan Börüteçene, Canan Dağdelen, Artin Demirci, Sabine Mescher-Leitner, Bedri Baykam, Şenol Yorozlu, Bülent Şangar, Ali Teoman Germaner, Utku Varlık, Teoman Südor, Gülseren Südor, Mustafa Ata, Hüsamettin Koçan, Balkan Naci İslimyeli, Burhan Doğançay, Hanefi Yeter, Filiz Başaran, Aydın Ayan, Sema Ilgaz Temel, Tayfun Erdoğmuş, Candeğer Furtun, Yavuz Tanyeli, Çağrı Saray, Can Göknil, Meriç Hızal, Erol Akyavaş, Nuran Terzioğlu, Ahmet Elhan’ın Urart’ta sergisi düzenlenen sanatçılar arasında olduğunu çıkarabiliyorum. Murat Morova da galeri arşivinin dağılıp gittiğinden dem vuruyor: “Urart ile 10 yıl çalıştık. O zamanın galericilik anlayışıyla şimdi arasında çok fark var. Bu kadar profesyonel kadrolar yok. Daha ahbap çavuş halinde gidiyordu bazı şeyler. 10 sene sonra Urart’tan orası kapandığı için ayrıldım. Oradaki arşivin hiçbiri bu tarafa geçmedi, öyle bir kayıt yok. Bazen müzayedeye çıkıyor o dönemden bir işim, ‘Aa o zaman almış şimdi de bıkmış, müzayedeye veriyor,’ diyorum”

Murat Morova, "Unutulmuş Manzaralar" Serisi, 2007. Tuval üzerine karışık teknik 120 x 240 cm

Haldun Dostoğlu, Murat Morova’yı Urart döneminden beri takip ettiğini, çalışmalarından çok etkilendiğini söylüyor. Galerinin kapanışının ardından bir öğle yemeğinde yola birlikte devam etmeye karar veriyorlar.

“Bir sergisi vardı, yatay bir dizi tuval, hepsi Osmanlı kaligrafisinden formlar olan tamamı tek bir resim gibi duran bir sergi. Çok akılda kalıcıydı. O yıllar yakından tanıdığım Erol Akyavaş, İslam estetiğini sanatıyla içselleştiren bir sanatçı. Belki Murat da onun takipçisi gibi geliyordu o yıllarda, hala da öyle. Yani İslam estetiğini, İslam kaligrafisini, İslam sembollerini günümüz sanatında sanatıyla iç içe geçiren birkaç sanatçı var. Murat da benim tanıdığım ikinci sanatçıydı. Erol’u çok severim, eserlerini de kendisini de. Murat’ın da o yüzden çok etkiliyordu işleri. Bir de kendi alanında çok bilgili birisi. Sufi estetiği, Sufi dünyayı -evini gördünüz- sanatçılar arasında onun kadar bilen birisi yok.”

Murat Morova özelinde, galerilerin sanatçılarla iletişim ve çalışma biçimlerini soruyorum. Sergiye nasıl karar veriliyor, eserlerin üretim süreçlerinde galeri nasıl hareket ediyor ve fiyatlandırma nasıl yapılıyor.

“Murat’ın bazı sanatçılardan farklı bir tarafı var. Haftanın 7 günü, yılın 365 günü düzenli çalışan sanatçılar vardır. Her sabah atölyeye gider, bir dili vardır o dili üzerinde çalışır kendi üslubunda. Murat’ın farkı, tema üzerine çalışması. O, temayı bitirir, arada bir süre dinlenir, üç ay, beş ay, bir yıl sonra yeni bir adla, yeni temayla yeni bir dizi oluşturur. Dolayısıyla diziler yapar. Her sergisi bir dizidir. Hepsinin de adı vardır, o dizinin eserleridir hepsi. Atölyeye gideyim de mavi zemin üzerine kuşlar yapayım demez yani.”

Sanatçı ile bir sergi takvimi belirlendikten sonra galerinin en temel işleri arasında, sanatçıyı ara ara ziyaret edip süreci kontrol etmek ve buna göre eserlerin nasıl fotoğraflanacağından pazarlamasına bir planlama yapmak, sanatçının ilgilisiyle önden iletişime geçmek yer alıyor.

“Koleksiyoner, sanatçı, galeri üçgeninin bir ayağıyız. Bu sacayağının biri olmazsa sistem yürümüyor, dolayısıyla biz o ilişkiyi kuran ayağız. Üretici ile tüketici arasında köprüyüz. Bu dünyayı takip edenler açılan sergileri biliyorlar. Murat’ı takip eden bir koleksiyoner, önceden göreyim de önceden seçeyim diye sergi asılırken geliyor. Kimisi tesadüfen galeriyi gezerken beğeniyor, makulse alıyor. Bir de bizim yaptığımız bir faaliyet var; sergiyi açacağız, diyelim eserler bunlar, fotoğrafları bunlar, Murat Morova koleksiyonerlerine bunlarla bir mailing yapıyoruz.”

Lafı açılmışken, Murat Morova’nın koleksiyoner profilini merak ediyoruz. Dostoğlu’nun ilk bahsi Çetin Erbeş oluyor. Murat Morova’nın “ internet sitesinde ne eser varsa hepsi Çetin’de, ne yapsam almak istiyor,” dediği kadar tutkulu bir koleksiyoner. Öte yandan, bu estetiğin tutkunlarının Müslüman camiadan olmadığı gerçeği düşüyor önümüze. Geleneğe sahip çıkmanın, onu yarına taşıyabilmenin yolu bu camia için sadece Osmanlı dizilerinden mi geçiyor diye düşünüyorum. Kültürel hegemonya tartışması zihnimizde dönerken Dostoğlu açıklıyor:

“Müslüman camiadan değiller, buna rağmen bu estetiği seviyorlar. Bu beni hayrete düşürüyor. Bu estetiği bir de doğal olarak sevenler var. Erol Akyavaş’ı sevmek gibi, Ergin İnan’ın bir dönem işlerini sevmek gibi… Osmanlı kaligrafisiyle, İslami sembollerle iş yapan sanatçıları sevmek, kendi geleneğinizi geçmişinize olan verdiğiniz değerle ilgili. Değer verenler, onu koruyanlar takip ediyor.”

40 yıllık bir hafıza

Galeri Nev 1984’te Ankara’da Ali Artun ve Haldun Dostoğlu’nun ortaklığında kurulduktan sonra, ikilinin İstanbul’da olma gerekliliğini hissetmeleriyle İstanbul’da da bir mekan kurma fikri ortaya çıkıyor ve 1987’de kolları sıvıyorlar.

Aradan geçen 41 yılın taşıdığı hafıza, yukarıda da bahsi geçen Urart arşivinin dağınıklığıyla da karşılaştırılınca oldukça kıymetli. Güncel sanatın tarihini yakından izleyen galerinin omurgasını 50’lerde doğan sanatçılar oluşturuyor. Bir de hayatta olmayanlar var. Erol Akyavaş, Nejat Demir, hâlâ galeri tarafından temsil ediliyor.

İstanbul mekanı için Haldun Dostoğlu 35 yaşında tüm hayatını değiştirip bu şehre taşınıyor. Zor bir karar olsa gerek, nitekim Dostoğlu da bunu “bir maceraya atılmak” olarak değerlendiriyor: “Network üzerine gerekli bir iş kolunda iş kurmak zordu ama bir gün olması gerekiyordu. Kültür büyük metropollerde tüketilir. Ankara giderek taşralaştı. Kent kültürünün, Cumhuriyet kültürünün yüksek olduğu bir şehirdi o zaman. İzmir hiçbir zaman büyük bir kültür şehri olamadı. Ege taşrası. Ankara ise hele Melih Gökçek’in beş dönem belediye başkanlığında iyice taşralaştırıldı.”

Bu tanıklık bir yanıyla çarpıcı bir yanıyla ürkütücü. Bir başkent olarak teorik anlamda taşra tanımının içine giremeyecek Ankara’nın pratikte taşralaşmasına dair tespitler uzun süredir Ankara-İstanbul sohbetlerinin konularından biri. Ankaralı damarım kabararak soruyorum, İstanbul’a insan yetiştirme konusunda Ankara’nın rolü yadsınabilir mi?

“Orada da iki üniversite var burada da. Dolayısıyla bir de vakıf üniversiteleri arttı ama kültürün üretildiği, tüketildiği en büyük il İstanbul. İstanbul’la Ankara’nın baş etmesi mümkün değil. Burada akademi diye bir kurum var, Mimar Sinan Üniversitesi şimdiki adıyla. İstanbul’da da nüfus büyüyor, para büyüyor ama kültürel tüketim beklenen hızda değil.”

“Her bütçeyle bir eser almak mümkün”

Bu sohbette, iki şehir bilmem kaçıncı kez yeniden karşılaştırılıyor ve Cumhuriyet’in başkenti, payitaht İstanbul’a yeniliyor. Kapital İstanbul’da oldukça bu, böyle olmaya da devam edecek. Peki Haldun Dostoğlu, 80’lerden bu yana Türkiye’de güncel sanat ortamının gelişimine nasıl tanıklık ediyor?

Murat Morova, Isimsiz, 2024, El yapımı kâğıt üzerine pigment, akrilik, sulu boya, çini mürekkebi, 77,5x175 cm

“1987-90 ya da 1990-2000 arasında İstanbul sanat ortamında sanat takip edenler, sanat eseri satın alanlar. 1987 bienalinin ziyaretçi sayısı 5 bindi, son bienalin ziyaretçi sayısı 165 bin. Türkiye’de sanatsever sayısı artıyor. İlk kurulan özel müze 2004’te kuruldu. Bu tarihe kadar müzesi olmayan bir şehirdi. Bu müzeler seyirci sayısını artırdı. Contemporary Istanbul da 20. yılını kutlayacak, 60-70 bin seyirci topluyor her sene. ‘90’lardan bu yana sanat sevgisi artıyor İstanbul’da. Yeni jenerasyon da geliyor, sizden belki 5-10 yaş büyük olan, sanat sektörünü ayakta tutan kesim. Kendilerine göre sanatçı seçkisi de oluyor. Sanatçı sayısı da arttı şimdi, ‘80’lerde 250 tane sanatçı varken şimdi binlerce var. Galeriyi kurduğumuzda 6 tane güzel sanatlar fakültesi vardı, şimdi 93 tane var. Dünyada da böyle, sanat ‘trendy’ bir şey. Fuarlar, bienaller, açılış partileri, şampanyalar genç nesli kışkırttı. Sanat çok prestijli, para kazanma ihtimali yüksek, on bin dolar, yirmi bin dolar… Sanat okuyan genç nüfus sayısı çok arttı, ama mesela yazarlar artmadı. Yazarlarda para kazanma ihtimali var mı? Siz kitabınızı kaç tane satacaksınız da geçinecek parayı kazanacaksınız. Bir sergi yaparsınız, 10 bin dolar fiyat koyarsınız, biri de beğenip alır, olur ya, tesadüf kazanırsın. İhtimal var.”

Bu umut vadeden tablonun elbette karanlık bir yanı olmalı. Zira geçen yüzyılın sonuna göre sanatta daha iyi olmamız bir yanıyla beklenen bir durum ancak ideal olana bizi ne kadar yaklaştırdığı da ayrı bir tartışma konusu. Sanatın seviyesi yüksek ancak sanatçılar hak ettiği ilgiyi görüyor mu?

“Türkiye’de üretilen sanatın kalitesi dünyanın herhangi bir yerinden daha aşağıda değil. Problem, pazarlama kabiliyetlerinin, galerilerin mali olarak güçsüz olması. Sirküle eden para diğer sektörlere göre daha küçük. Sanatçılar küçük atölyelerde küçük bütçelerle çalışıyorlar. Eğer onlar yüzer, iki yüzer metrekare atölyelerde iyi bütçelerle üretim yapsalar nitelik daha da artacak. Ama binlerce öğrenci mezun oluyor her sene onların yüzde onu bile nitelikli değil. Çünkü çok zayıf eğitim alıyorlar. Öte yandan koleksiyoner de arttı. ‘80-90’larda sayardık yani. Halil Bezmen, Erol Aksoy, Eczacıbaşı, Sabancı, Ali Koçman, Mustafa Taviloğlu toplasan on kişi. Bu on kişiyi beklerdik biri gelse de bir şey alsa diye. Başka kimse yoktu. Şimdi binlerce insan var evine sanat eseri sokan.”

Ortaya çıkan tablo üzerine ister istemez merak ediyorum. Mayıs sonuna kadar kültür-sanat sektöründe beyaz yakalı olarak çalışan, İstanbul’da kira vermeden yaşayan ve şu sıralar kendi işlerini yapma arzusunda serbest çalışan güvencesiz biri olarak, ben ve temsil ettiğim kesim de bir sanat eseri alabilir mi?

“Hemen bugün alabilirsiniz. Sizin de alacağınız bir şeyler vardır. Ben öğrenciyken ilk kez sergiye gittim Ankara’da. Vakko Sanat Galerisi’nde Fikret Mualla sergisi vardı. Bir arkadaşımla gittik. İkimiz de üniversite öğrencisiyiz, cebimizde harçlığımız var. İkimizin harçlığını birleştirirsek bir Mualla alabiliyorduk. Ama Mualla almak aklımıza gelmedi. Şimdi pek öyle değil ama hâlâ karşılanabilir eserler var. Orijinal baskılar var, alabilirsiniz. 2-3 bin liraya da eser satılıyor. Her bütçeyle bir eser almak mümkün.”

Murat Morova’nın, eserlerine dair her türlü yoruma bir katkı gözüyle bakıp kucak açmasının ardından Haldun Dostoğlu’nun da sanat eseri satın alma konusundaki yüreklendirmesi, sanatı durduğum yere, gökten yeryüzüne daha da yaklaştırıyor. Pazar günleri müzayedeleri takip ederek aşağı yukarı bir fiyat algısına sahip olabileceğimizi belirtiyor.

Güncel sanatın mali krizi

Parlak tablonun karanlık yanını biraz daha kurcalıyoruz. Son aylarda global sanat dünyasına umutsuz bir atmosfer hakim. Art Basel’in açılış rakamlarının beklenenin üstünde olmasının yarattığı heyecan dalgası, Louvre Müzesi çalışanlarının iş bırakma eylemi, eser satışına çıkan müze ve koleksiyonlar, fon arayışlarının medyaya daha sık yansıması bu izlenimi pekiştiriyor. Haldun Dostoğlu’nun değerlendirmesi, sanatın yatırım aracına dönüştüğü, yurt dışında piyasanın büyük olduğu ve müzelerin ciddi bir kriz yaşadığı şeklinde: “Çok üst segment bir galeri grubu var dünyada. Onların temsil ettiği sanatçıların da çok yüksek bir karşılığı var, onları ayıralım. 500 bin dolar üstü sanatçı grubunun takipçileri bir zaman Rus oligarklarıydı şimdi Uzakdoğu, Çin oligarkları, Forbes listesindeki 100 kişi. Bunların harcadıkları paraları bilmiyoruz. Ne kadar sanat peşindeler bilmiyorum. Yatırım olarak bakıyorlar. Tüm dünyada müzeler krizde. Yüksek bütçeli kurumlar ve yeteri kadar fon bulamıyorlar. Gişe geliri hiçbir şey değil bir müze için. O yüzden her müze fon bulmak için yemekler düzenliyor bilmem ne yapıyor, bulamazsa da eser satıyor. Eser satarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. Türkiye’deki müzeler de fon peşindeler. Arkasında aileler var ama sürekli para vermek istemiyorlar. Müze, para kazanan değil harcayan bir kurum. Aileler ya da müze sahipleri, müzeleri ayakta tutmak için büyük çabalar gösteriyorlar.”

Türkiye’de galerilerin de sürdürülebilirlik krizi yaşadığı bir gerçek. Mali güçsüzlük, dünyaya açılacak adımlar atma konusunda belleri büküyor. Uluslararası fuarlara katılımın bedelini Türkiye’de her galeri sırtlanabilecek güçte değil. Nitekim Galeri Nev İstanbul da fuarlara katılıyor ancak bir noktadan sonra sürdürülebilirlik engeliyle yüz yüze geliyor.

“Burası 80 milyonluk bir ülke, 18 milyonluk bir metropoldeyiz. 80 milyonluk bir Almanya ama 2,5 milyonluk Münih veya Düsseldorf’taki sanatla ilgilenen kişi ve sirküle eden parayla kıyaslanamaz. Türk sanat galericileri mali olarak çok güçsüzler, uluslararası tanıtım yapmakta zorlanıyoruz. Tanıtım fuarla olur, bir fuarın maliyeti 50-60 bin avro. Ne götüreceksiniz de neyi satacaksınız da… Denedik, çok denedik ama çok başarılı olduğumuzu söyleyemem. Bir eserin fiyatı 100 bin dolar olursa İstanbul’da satabileceğin insan sayısı 20. Bu 20 kişide zaten varsa, bir tane daha almaz. O artmadı işte, zenginlik arttı ama kültürel anlamda donanımlı camianın elinde değil para. Bütün dünyadaki zenginliğin yüzde 80’i yüzde 6’nın elinde. Türkiye’de de oran aynı. Yukarıdaki yüzde 6 tüm servetin yüzde 80’ine sahip. O kadar büyük pay ki bu dünyada… Harcayacak yer yok. O yüzden sanat kolay harcanır. Bir yat alırsınız, fiyatını hesap etmek mümkün. Ama ben size bir eser için 10 bin de derim 20 bin de. Bunu hesap edemezsiniz ki. Kimse de soramaz niye diye. Arz talep, ödeyen var çünkü.”

Galeri güze hazırlanıyor

Bu yıl sonbaharda İstanbul’un mevsimi sanat olacak. 18. İstanbul Bienali 20 Eylül-23 Kasım arasında düzenleniyor, Contemporary Istanbul 20. yaşını kutluyor. Uluslararası seyircinin şehre geleceği dönemde Galeri Nev de bir yandan fuara hazırlanıyor öte yandan bu özel sonbahara, özel bir program hazırlıyor. Eylülde galeri mekanı Cevdet Erek’in kişisel sergisini ağırlayacak. Haldun Dostoğlu bu yıl uluslararası seyirciyi bulacaklarını umuyor: “3. İstanbul Bienali’nden sonra dünya haritasında oturdu ve ilgi görmeye başladı İstanbul Bienali. 2007-2015 arası bienallerinde gelen yabancı sayısını anlatamam. Uluslararası galeriler, koleksiyonerler, müzeler İstanbul’a geliyorlardı. Oturamadığımız günler oluyordu, sürekli kapı çalıyordu. Biri geliyor, bir şey bakıyor. Sonra konjonktür sebebiyle İstanbul o haritadan zınk diye düştü. Yeni yeni işaretler geliyor. Tekrar İstanbul’a gelen sokaktaki Batılı turist sayısında artış var, Batının tekrar radarına giriyor İstanbul sanat ortamı. Bir beklentimiz var, bu yıl uluslararası seyirciyi bulacağız gibi.”

Ahmet Doğu İpek’in misafir sanatçı programı sürecinde ortaya çıkardığı eserlerinin yer alacağı Tate St Ives’deki sergisinin hazırlığı sürüyor. Bununla birlikte galerinin heyecanlarından birisi de Frieze London’ın her yıl Regent’s Park’ta düzenlediği Regent’s Sculpture sergisine Burçak Bingöl’ün davet edilmiş olması.


Kültürel Miras ve MüzelerKültür-SanatsanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper