Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Değerlendirme

Burhan Doğançay: Bir Ressamdan Daha Ötesi!

Burhan Doğançay, yalnızca resim yapan bir sanatçı değil; şehirlerin duvarlarında toplumsal belleği okuyan bir anlatıcıydı. Hayatı boyunca resimle, kolajla, fotoğrafla dünyayı belgeledi; sanatıw bir arşiv aracına dönüştürdü. Hem Türkiye’de hem de uluslararası platformlarda kalıcı izler bırakan Doğançay, çağdaş sanatın evrensel diline kendi özgün imzasını attı.

Selen Başman
22 Mayıs 2025
Doğançay, New York'taki atölyesinde (1996). 

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

Doğançay, New York'taki atölyesinde (1996).

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

Hayattayken “Yaşayan en pahalı Türk ressamı” unvanını elde etmeyi başaran Burhan Cavit Doğançay, 1929 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluk yılları, harita mühendisi olan babasının mesleği nedeniyle Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde geçti. Haritacılığın yanı sıra ressam kimliğiyle de tanınan babası Adil Doğançay sayesinde çok küçük yaşlarda resimle tanışan sanatçının ilk resim öğretmeni de yine babası oldu.

Adil Bey, resme duyduğu tartışılmaz tutku nedeniyle oğlunu henüz üç-dört yaşlarındayken bu sanat dalına yönlendirdi ve ona boyut, derinlik ve figür gibi temel kavramları öğretmeye başladı. Sanatın insan ruhuna iyi geleceğine, estetik değerlerin bir çocuğun kişiliğini olumlu yönde geliştireceğine inanan Adil Bey, bu bilinçle oğluna temel bir sanat eğitimi verdi. Ancak sıra üniversite tercihine geldiğinde baba Doğançay, bu kez farklı bir tutum sergiledi: Oğlunun hukuk eğitimi alması konusunda ısrarcıydı. Bu yönlendirmesinin ardında yatan temel neden, o dönemin Türkiye’sinde ressamlıkla geçinmenin mümkün olmadığına dair inancıydı. Elbette Doğançay’ın bir gün dünyaca tanınan bir sanatçı olacağını, yaşamını sanata adayacağını ve bu uğurda büyük özverilerde bulunacağını hayal edememişti.

Babasına duyduğu büyük saygıdan dolayı Doğançay, hukuk eğitimi almayı kabul etti ve 1950’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden başarılı bir şekilde mezun oldu. Mezuniyetinin ardından Paris’e giden sanatçı, eğitimine orada devam ederek doktorasını Fransa’da tamamladı. Genç ve başarılı bir hukukçu olarak bir süre yurtdışında resmî görevlerde bulundu. Ülkesini temsil etmenin gururunu yaşarken, resme olan ilgisini ve inancını hiç kaybetmedi; içindeki bitmeyen resim tutkusu ise her geçen gün daha da büyüdü.

Gerçek bir kolaj ustası olan Doğançay'ın "What Will I Wear" (Ne Giyeceğim?, Kennedy Museum of Art, 1995) eseri.

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

New York’tan dünyaya

Doğançay sanat dünyasındaki yönelimleri çok erken fark edebilen bir vizyona sahipti. O dönemde dünya sanatının merkezi olarak kabul edilen Paris’in yerini artık New York’un almakta olduğunu görmüştü. Zihni bu sorgulamalarla meşgulken, kariyerinde beklenmedik bir gelişme yaşandı: Yurtdışı görevine atanma ihtimali gündeme geldi. Bu gelişme, onun yaşamının akışını kökten değiştirecek önemli bir kararın eşiğine geldiğinin habercisiydi. Doğançay, yıllar sonra anılarından bahsederken bu süreci şu sözlerle ifade edecekti: “Büyük bir dönüm noktasıydı.” Zihninde hâlâ yanıtını aradığı bir soru vardı: Sanatın kalbi gerçekten nerede atıyordu? Paris’te mi, New York’ta mı? Bu soru, onu kaçınılmaz bir karar noktasına taşıdı. Sonunda, ona huzur verecek yanıtı kendine itiraf edecek cesareti buldu. Kısa süre sonra yeni dünya New York’a yerleşti; bu şehir sadece çağdaş sanatın değil, artık Doğançay’ın da merkez üssüydü.

Sanat hayatının büyük kısmını geçireceği bu dev metropol; pahalı, hızlı, yoğun bir tempoya sahipti ve kendine özgü kuralları vardı. Bu yönüyle diğer dünya kentlerinden belirgin şekilde ayrılıyor, adeta kendi ritmini yaratıyordu; ve bu dinamizm, Doğançay’ın yaratıcı enerjisini besleyen en büyük kaynağa dönüşecekti. Bir süre sonra diplomatik kariyeriyle ressamlığı bir arada yürütmenin doğru olmadığına karar vererek yoluna yalnızca sanatçı olarak devam etmeyi seçti. Karar vermesi hiç de kolay olmayan bu seçim, basında “Türk Diplomat Resmi Seçti” başlığıyla yer buldu.

Doğançay uzun bir süre ekonomik açıdan ciddi sıkıntılar yaşadı; hatta toplu taşımaya bile harcayacak parası olmadığı günler oldu. Bu yüzden de bir yerden bir yere giderken yürümek zorunda kalıyor, yürürken de çevresini dikkatle gözlemliyordu. Yine bir gün Manhattan’daki 86. Cadde’de yürürken, çamur ve yağmur izleriyle kaplı bir duvar ―daha doğrusu o duvar üzerindeki şekiller ve renkler― zihninde müthiş bir farkındalık ve uyanışa yol açtı. Doğançay o an hissettiklerini yıllar sonra şöyle tanımlayacaktı. “Gördüğüm en güzel soyut resimdi!”

Burhan Doğançay, Tom Messer ve Yahşi Baraz'la (2005).

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

Burhan Doğançay ABD’deki ilk kişisel sergisini 1964’te New York’taki Ward Eggleston Galleries’te açtı. Henüz ülkeye yabancı ve kimsenin tanımadığı bir sanatçı için bu sergi önemli bir başarıydı; ancak eserleri ne yazık ki alıcı bulamadı. O dönemde ABD’de sanatçı olarak var olmak zaten yeterince zorken, çağdaş sanat adına neredeyse hiçbir girişim bulunmayan Türkiye’de çağdaş resmin izleyicisini bulmak neredeyse imkânsızdı. Oysa ABD’de durum farklıydı: Çağdaş sanat çoktan yükselişe geçmişti ve sanat piyasası oldukça rekabetçiydi. İleride milyon dolarlık değerlere ulaşacak eserler piyasada yer bulmaya başlamışken, Doğançay henüz bu büyük ve zorlu pazarın yeni bir üyesiydi.

Pop art ve çağdaş sanat, Leo Castelli gibi etkili galericilerin öncülüğünde ABD’nin sanat dünyasında büyük bir etki yaratmıştı. Bu ortamda, özellikle 1960’larda ABD’ye göç eden sanatçılar için varlık göstermek son derece zordu; Doğançay da bu zorluğun tam ortasında mücadele veren isimlerden biriydi. New York gibi bir şehirde tutunmaya çalışan, kendi sesini ve özgün dilini bulma çabası içinde olan Doğançay, bir yandan varoluş mücadelesi veriyor bir yandan da bu yoğun rekabet ortamında fark edilmenin yollarını arıyordu.

O dönemde Solomon R. Guggenheim Müzesi’nin direktörü Thomas M. Messer’le tanışması ve aralarında kurulan dostluk Doğançay’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. Resmi bırakma noktasına geldiği bir anda Messer, ona New York’ta kalması ve şehirle mücadele etmesi konusunda cesaret verdi. Bu destek, Doğançay’ın kariyerinde büyük bir kırılma yarattı. Çalışmaktan, üretmekten asla vazgeçmeyen sanatçının “Billboard” adlı eseri 1965’te Solomon R. Guggenheim Müzesi’nin kalıcı koleksiyonuna dahil edildi ve bu gelişme resim yolcuğundaki ilk önemli başarısı oldu. Bu süreç, kendine ve sanatına olan güvenini pekiştirdi; çalışmalarının yönü ve çeşitliliği giderek zenginleşti.

2012'de Metropolitan Museum of Art, Burhan Doğançay'ın "Ribbon Mania" (1982) adlı eserini koleksiyonuna ekledi.

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

Duvarlarla konuşan bir ressam

1975’te yaptığı İsrail gezisi, Doğançay’ın sanat hayatının seyrini değiştiren bir başka önemli dönemeç oldu. Bu yolculuk, ömrü boyunca sürecek olan “Dünya Duvarları” fotoğraf projesinin başlangıcını oluşturdu. O andan itibaren, yaşamı boyunca dünyanın gidebildiği her ülkede duvarları izledi, fotoğrafladı ve bu izlenimleri tuvallerine taşıdı. Doğançay “Dünya Duvarları” projesi kapsamında yaşamı boyunca hem New York hem de dünyanın 114 ülkesinde duvarların peşine düştü. Zamanla kendisiyle özdeşleşen, “Duvarlar toplumun aynasıdır,” sözü de böylece doğdu.

Sanat hayatı boyunca başka seriler ve projeler üzerinde çalışsa da vazgeçemediği en önemli teması hep duvarlar oldu. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta; Doğançay’ın, dünya sanat literatürüne “duvar sanatı” kavramını kazandırmak için çaba harcamış önemli bir sanatçı olduğudur. Anılarını anlattığı bir söyleşide bu yaklaşımını şöyle ifade edecekti: “Onlar konuşan duvarlar. Duvarlardaki mesajlar sürekli değişiyor, yenileri eskilerin yerini alıyor; eskiler ya örtülüyor ya da doğa koşullarıyla bozuluyor. Mağara resimlerinden günümüze kadar, tüm insan deneyimi duvarlara yansımıştır.”

Yıllar içinde tekniğini ve sanatını çok geliştiren Doğançay, kolajlarının yanı sıra; Kurdeleler, Koniler, Kapılar gibi birçok dikkat çekici seriye de hayat verdi. Bu serilerde yer alan bazı eserler zamanla herkesin bildiği ikonik çalışmalara dönüştü. New York’lu sanatseverler tarafından tanınmaya başlamasıyla birlikte 80 suluboya tablodan oluşan New York serisiyle şehri en güzel şekilde yansıttığı için, New York belediye başkanı tarafından takdir belgesiyle onurlandırıldı.

Ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen Burhan Doğançay bugün hâlâ çağdaş Türk resminin en önemli isimlerinden bir olarak anılıyor.Gerçek bir kolaj ustası olan Doğançay’ın bir çalışmasına, 1990 yılında Kunsten Modern Sanat Müzesi’nin koleksiyonunda yer verilmesinin ardından, Danimarka’da yayımlanan bir gazete sanatçıyı “Collagens Meister” (Kolaj Ustası) unvanıyla onurlandırdı. Çalışmalarını sürdürürken Türkiye’yle bağlarını daima güçlü tutmaya özen gösteren sanatçı; 1995 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı tarafından Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görüldü.

Burhan Doğançay, İstanbul, 1988.

GALERİ BARAZ ARŞİVİ

2004’te ise on taş baskıdan oluşan Duvarlar V serisi, Metropolitan Museum of Art’ın (Met) daimi koleksiyonuna alındı. Bu önemli gelişme, Doğançay’ın ismini sanat tarihine kalıcı olarak yazdırdı.

2009 yılında, 1987 tarihli “Mavi Senfoni” adlı eseri, yaşayan bir Türk sanatçıya ait en yüksek fiyata satılan eser rekorunu kırdı. 2012’de Metropolitan Museum of Art, “Ribbon Mania” adlı eserini koleksiyonuna ekledi. Bu eser, müzenin resim koleksiyonuna giren ilk çağdaş Türk sanat eseri olma özelliğini taşıdı. Daha sonra müze tarafından yayımlanan The Metropolitan Museum of Art: Masterpiece Paintings (Başyapıt Tablolar) adlı kitapta bu eser koleksiyondaki 500 başyapıttan biri olarak seçilerek ayrıcalıklı bir yer edindi.

2013 yılının Ocak ayında, 84 yaşında hayata veda eden Burhan Doğançay, yalnızca eserleriyle değil, aynı zamanda zarif ve mütevazı kişiliğiyle de ardında silinmesi güç bir iz bıraktı. Çevresindeki herkesin sevgisini ve saygısını kazanmış, geniş bir dost çevresi edinmişti. Koleksiyonerler tarafından yakından takip edilen Doğançay, sanat piyasasında da kendine özgü bir yer edinmişti. Yaşamının büyük bir bölümünü New York’ta geçirmiş olması, elbette ki sanatına da yansıdı. Bu küresel sanat başkentinin dinamizmi, çeşitliliği ve katmanlı kültür yapısı, Doğançay’ın sanat anlayışını zenginleştiren unsurlar arasında yer aldı. Ancak onu yalnızca bir ressam olarak tanımlamak, Doğançay’ın çok yönlü kimliğini anlatmakta yetersiz kalır.

Burhan Doğançay’ı anlatmak zordur çünkü onun hikâyesi yalnızca tuvallerle sınırlı değildir. Üretim süreci, ilham kaynakları, kent duvarlarına ve toplumsal belleğe yönelttiği bakış, onu sanat dünyasında özgün bir yere konumlandırır. Eserlerini yorumlayarak sanatını anlamaya çalışmak elbette gerekir; ancak Doğançay’ı gerçekten tanımak, onun hayata ve sanata nasıl baktığını kavrayabilmekle mümkündür.

Doğançay’ı ve değerini tam olarak anlatabilmek için birçok kitap yazıldı ve yazılmaya da devam edecektir. Ressam hakkında hazırlanan son ve en kapsamlı kitap, çok kısa bir süre sonra okuyucuyla buluşacak.Yeni bir yayınevi olan DG Art Yayınları tarafından yayımlanacak, benim de katkı sunmaktan gurur duyduğum Duvarların Peşinde Bir Yaşam, Yahşi Baraz ve Meltem Kurtulan tarafından hazırlandı.

Onlar konuşan duvarlar. Duvarlardaki mesajlar sürekli değişiyor, yenileri eskilerin yerini alıyor; eskiler ya örtülüyor ya da doğa koşullarıyla bozuluyor.
Burhan Doğançay

Doğançay Vakfı ve mirası

Sanatçı, kurduğu Doğançay Vakfı ve büyük emeklerle hayata geçirdiği Doğançay Müzesi aracılığıyla, yalnızca kendi sanatını değil aynı zamanda Türkiye’yi uluslararası alanda tanıtmayı hedefledi. Gelecek nesillere ilham vermeyi, özellikle çocuklara resim sanatını sevdirmeyi amaçlayan pek çok projeye imza attı. Sanata olan tutkusu, üretkenliği ve bu yöndeki çabalarıyla Doğançay, Türk resim tarihinde özel ve kalıcı bir yer edindi, Türkiye’yi yurtdışında en iyi temsil eden sanatçılardan biri olarak hafızalarda yer etti.

Burhan Doğançay, bugün eserleri New York’taki The Metropolitan Museum of Art, Paris’teki Centre Pompidou, Londra’daki British Museum, Stockholm’deki Moderna Museet, Münih’teki Pinakothek der Moderne gibi dünyanın en prestijli kurumlarının da aralarında bulunduğu 60’tan fazla müzenin kalıcı koleksiyonlarında yer alan ilk ve tek Türk ressam olma unvanını hâlâ gururla taşıyor.

SergilerSanatçıOkumalar Gündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper