Uzun uzun anlatmak yerine üç beş dakikalık bir şarkı yazmak neden iyi bir fikir? Peki paragraf paragraf sürebilecek bir derdi tek kelimelik bir cevhere konduruvermenin kıymeti nedir?
Zeyno Pekünlü, 1 Haziran 2024 tarihine dek SANATORIUM’da devam eden Bütün Ahları başlıklı sergisinde bu soruları işitsel bir temele oturtuyor. Sezen Aksu’nun şarkılarından koparılma “Ah” sesleriyle yankılanan galeride deneysel bir diyalog yaratan sanatçı bu tek hecenin içinde barındırabileceği anlamlar üzerine düşünmeye teşvik ediyor.
Alınan ahlar, çekilen ahlar, ahlanıp vahlanmalar, iç geçirmeler, istemsizce ağızdan kaçanlar. Birbirini bir ağıt töreninin sesleri gibi takip eden bu ahlar korosu, koparıldıkları şarkılardan bağımsız bir ezgi oluşturdukları gibi, koparıldıkları bağlamın üzerine de yenilerini ekliyor.
Sergiye girerken dalgınım. Az önce “siyasi tutuklu” kelimesini “siyasi tutkulu” olarak okudum. Aklımda buna dair belli belirsiz dolanan bir yan hikaye var. Yanlış değil, diyorum, siyasi tutuklular gerçekten de tutkulu. Üstelik yasakların hazla çok kendine has bir ilişkisi var. Peki nedir bunun doğru oranı – tutup bırakmanın? Yaşadığım çağda bir tarafın haddinden fazlaca tahakküm kurduğu apaçık ortada da var mıdır bir altın oran?
Tutkuyla duvarları kırmak üzerine fazla kafa yormuş olacağım ki sergi mekanına adım atınca beni yasa davet etmeleri beklenirken “ah”lar kulağıma erotik geliyor.
Bağlamından kopuk ahlar
Sezen Aksu tıpkı bu ikircikli ahlar gibi, toplumun sevgisine de öfkesine de mazhar olan bir sanatçı. “O tarafın”, “bu tarafın”, bazen “tam ortanın” nefretine maruz kalmasına rağmen üzerinde en sık fikir birliğine de varılan sanatçılardan biri. Hazla çektiği ahları/yasla çektiği ahları sahiplenerek kendi şarkımız olarak belirliyoruz. O ahların aynı zamanda, görmediğimiz bir kalabalığa ait olduğuna ikna oluyoruz. Kalabalıktan bir nevi ses alıyoruz – verdiğimiz sesi duyan bir kalabalık hayal ediyoruz.
Öte yandan bunun acıyla dolu bir ah mı yoksa hazdan kıvranan bir nida mı olduğunu bilmiyoruz. Kalabalık ve biz, aynı sesi iki farklı bağlamda veriyor olabilir miyiz? “Bütün Ahları” sergisinde dolaşırken ötekiyle ses ikizliğimizdeki bu tekinsizliği inkar etmek kabil değil.
Sesin sahibini tanımadan, gözlerinin içine bakmadan, asıl hikayeyi anlamadan ona ne yanıt verebileceğimizi bilmiyoruz. Bu dört kanallı ses kolajının yarattığı çelişik duygulara aşinayız. Güven telkin ederken yankıladığı karanlık, kolektif hafızamızda taptaze kıpırdanıyor.
Pekünlü bu tekinsizlik karşısında diyaloğu değiştirmeyi seçiyor. Onu muhatap alıp yanıtlamak yerine karanlığın orasını burasını kesip biçen, birbirine yapıştırıp renkli bir kolaj haline getiren sanatçı, uzun uzun anlatmaya değer dertleri bu birkaç metrekarelik alanda oyunlaştırarak bir solukta seslendiriveriyor.
Söz nereye uçar?
Başta sorduğumuz soruya geri dönelim. Şarkıyı söz öncesi sesine ulaşana kadar damıtmak niye? Retoriğe, hantallaşma pahasına bağlı kalınan doğruculuğa, kusursuzca kuramsallaşmış elle tutulamaz bilgilere, güzel sözlerle bezeli sonu gelmeyen tutarsız vaatlere inat, bazen öfkeli ama dili dönmeyen iki çift söz, bazen bir ah bazı dertleri simgeleştirmeye yetiyor. Söz yerine geçen ünlem, öznenin daha fazla çaba göstermeye tenezzül etmediğini değil, durumun çabanın fazlasını fuzuli kılmış olabileceğine işaret ediyor.
Bağırtı, çağırtı, dizini dövme, ahlanıp vahlanma, çığırtkanlık, vurunup durma… Ağlayan çocuğa kelimelerini kullanmasını söylemek mesela. İşi ağıt yakmak olan kadını mantık çerçevesine oturtamamak. Arabesk müziği klasik müzikle karşılaştırmak. “Eli kalem tutandan” daha ilkel konuma indirgenerek küçümsenen beden dilinin, ilksel tepkilerin, ahların duyulabildiği anlar tam aksine toplumsal dönüşümün en kilit anlarını oluşturma potansiyelini içinde barındırıyor.
Bir ahın politik ağırlığını görmezden gelmek, içinde bulunduğumuz küresel sorunları girift kuramlarla entelektüelize ederek savunma konumunda tıkılı kalmak birçok zaman kulakları şiddetin apaçık bağıran gerçekliğinden uzaklaştırabiliyor.
Oysa öfkenin, hazzın, yasın, isyanın, biraradalığın simgeleşebilmesi için bazen yalnızca ahlar yetiyor. Öyle ki bu kolektif sesin duyulabilmesine zaman zaman sergiler, şarkılar, oyunlar ve öyküler bile vesile olabiliyor. Boğazımızda düğümlenen hıçkırığın bir ünlemle ses kazanışı, oturma odasında süpürülmeyi beklemek yerine oradan oraya gezen bir uçan halı gibi, diller üstü bir mesajın öteye taşınma ihtimalini içeriyor.
Bildiğimizin aksine belki geleceğe yazı değil, bu kolektif sesler kalıyor. Türkçeye Füsun Elioğlu’nun çevirdiği Okumanın Tarihi’nde Alberto Manguel şöyle der: “Sümer tabletlerinden bu yana yazılı sözcükler seslendirilmek için yazıldılar. Çünkü bu işaretler kendi ruhlarıymış gibi belirli bir sesi içlerinde taşıyorlardı. Klasikleşmiş bir deyim olup, günümüzde ‘yazı kalır, söz uçar’ anlamına gelen scripta manent, verba volant, aslında yazıya değil, söze övgü düzmek için kullanılırdı. Sayfadaki sesler kanatlanıp uçabiliyorlardı. Sayfadaki sessiz sözcük ise hareketsiz ve ölüydü.”
Deyimin kulaktan kulağa taşına taşına değişen işlevini, anlamın her zaman yeniden üretilebileceği ümidine bir hısımlık olarak işaretleyelim.
Defter notlarından kalan
Pekünlü’nün sergiye adını veren “Bütün Ahları” işine, daimi olarak askıda kalmaya mahkum “Mükemmel Döngü” videosu ve sanatçının yirmi yıldır katıldığı toplantılarda aldığı notlardan yola çıkan “Olasılıklar, Önemler ve Bağlantılar” serisi eşlik ediyor.
Not defterlerine işli hedefler, listeler, delege edilecek konular, zihin haritaları bu seride sözcükler silinmiş ve işaretlemeler tutulmuş olarak karşımıza çıkıyor. Soru işaretleri, ünlemler, oklar, yıldızlı vurguların oradan oraya dağıldığı baskılarda yeni bağlantı ihtimallerinin kapısı aralanıyor.
“Bütün Ahları”yla birlikte düşünüldüğünde kafa karışıklıkları ve düzgün bir cümle kurma çabası bu kez görsel ünlemlere seyreltiliyor. Sayfadaki türlü türlü işaretlemeler, zihne çizgisel olarak sığdırılma teşebbüsüne direnen tüm mefhumları akla getiriyor. Bu anlamda “Olasılıklar, Önemler ve Bağlantılar” serisi, sanatçının bir türlü başlayamayan ve bitemeyen sonsuz bir döngüden oluşma video işiyle de konuşuyor.
Pekünlü’nün dinlemeyi, bakmayı ve beklemeyi bir arada deneyimleten sergisi, izleyiciyi daha derin duymanın, daha farklı görmenin ve daha iyisini beklemenin tam sınırında gezindiriyor. Bütün Ahları bu sayede çıkışsız diyaloglar karşısında sıfırdan üretilebilecek yeni anlamlar üzerine düşünme imkânı veriyor.