Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Arama
Tasarım
Söyleşi

İki Dünya Arasında: Ahmadreza Schricker ve Geri Dönüşün Mimarisi

Banu Uçak
11 Aralık 2025
Ahmadreza Schricker, © ASA North

Ahmadreza Schricker, © ASA North

Ahmadreza Schricker ile ilk kez bu yıl, Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, sert bir coğrafyada, Reyhanlı’da tanıştım. Mimarlık üzerine konuştuğumuz iki gün boyunca, bir sınır kasabasında, mimarlığa bakış açımız, geçmişimiz, belirsiz geleceklerimiz üzerine sohbet ederken, oldukça fazla ortak yönümüz olduğunu fark ettik. Coğrafyanın, kader olduğu kadar, görünmez, elle tutulmaz bir bağ olduğunu bir kez daha o günlerde anladım.

Onu tanıdığımda, Tahran’da yetmiş yıl aradan sonra inşa edilen ilk çağdaş sanat müzesi olan Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi’nin mimarı olduğunu biliyordum; ancak bu yapının arkasındaki mimari pratiğe dair net bir fikrim yoktu. Dünyanın en saygın mimarlık okullarında eğitim almış, en tanınmış mimarlık ofislerinde çalışmış Ahmadreza’nın, uzun yıllardır New York’ta yaşayan biri olarak Batı’nın ritmini içselleştirirken, paylaştığımız ortak coğrafyaya özgü derin bir sezgi ve duyarlılığı da koruduğunu gördüm.

Belki de ben de Doğu ile Batı’yı aynı bedende taşıyan biri olduğum, bu coğrafyanın hemen her bireyi gibi çelişkili hâllerin içinden güçlenerek çıkmak zorunda kaldığım için; birden fazla kültürü ve coğrafyayı içinde barındıran insanların gücünü, dayanıklılığını ve empati kapasitesini hep ilham verici buldum. Çatışan iki kültürün biçimlendirdiği Ahmadreza da dünyaya birden çok mercekten bakabilen; bu çoğulluğu hem yaşamına hem mimarlığına içkin kılabilen biri.

Bu kısa söyleşi aracılığıyla, ben de onu daha yakından tanıma, kişisel ve mimari öyküsünün derinliklerine sızma fırsatı buldum. İran’da başlayıp New York’ta devam eden, yetişkinlikte yeniden İran’a dönüşle tamamlanan bu yolculuk, bir anlamda Odysseus’un hikâyesini andırıyor. Tüm mitolojik anlatılarda olduğu gibi bu yolculuk da kahramanı dönüştürüyor; eve dönülse de yola çıkan kahraman artık değişmiş oluyor, giden ve dönen aynı kişi artık değil. Halen İran’da yoğun biçimde mimarlık faaliyetlerini sürdüren, 2022 Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi Ahmadreza Schricker’ı yakında ülkemizde de göreceğiz. Kasım ayında Antalya Mimarlık Bienali kapsamında sergilenecek Yeni Bir Sanallığa Doğru adlı işiyle Schricker Türkiye’de olacak.

Ahmadreza Schricker, Banu Uçak, Reyhanlı, Antakya, 2025

Ahmadreza Schricker; Doğu ve Batı, sanat ve mimarlık, sanal ve fiziksel dünyalar arasında akışkan bir biçimde geçiş yapıyor. Schricker, mimarlık pratiği ASA North’u kurmadan önce güzel sanatlar eğitimi aldı ve 2008 yılında Harvard Üniversitesi’nde mimarlık yüksek lisans eğitimini tamamladı. Mezuniyetinin ardından önce Basel’de Herzog&de Meuron’un ofisinde, ardından New York’ta OMA*AMO’da Rem Koolhaas ile çalıştı ve Amerika kıtasındaki birçok önemli projenin tasarım direktörlüğünü üstlendi. OMA’dan ayrıldıktan sonra ASA North’u yine New York merkezli olarak kurdu, halen yoğun biçimde İran’da da proje üretiyor.

Schricker, kurduğu mimarlık ofisi ASA North (ASA Kuzey) ve onun sanal uzantısı ASA South (ASA Güney) üzerinden, fiziksel mekânla dijital tahayyül arasında salınan bir yaklaşımla mimarlık pratiğinin sınırlarını sorguluyor. Tahran’da, yüz yıllık bir bira fabrikasının çağdaş sanat müzesine dönüştürülmesi ile hayata geçen, Ağa Han ödüllü Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi ise; hem bir yenilenme ve düşünsel yüzleşme eylemi, hem de kişisel ve toplumsal bir “geri dönüş” mimarisi olarak öne çıkıyor.

Kutuplaşmanın her zamankinden daha sert, politik iklimin her zamankinden daha vahşi olduğu bu günlerde, arafta kalmayı reddederek iki dünya arasında salınmayı tercih eden Ahmadreza Schricker ile mimarlığa bakışı ve dönüşün mimarisi üzerine kısa bir sohbet ettik.

Afkhami Koleksiyonu için tasarlanan sanal müze, kullanıcı deneyimi alanında 2024 yılında IF Gold Medal aldı. ©ASA North

Mimarlık kariyerin, özellikle Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi projesinden sonra, iki dünya arasında ilerliyor: Doğu ve Batı, Tahran ve New York. Son derece gerilimli, yüksek tansiyonlu bu iki kutup arasında salınmak; mimarlık yapmak için doğduğun topraklara, İran’a dönmek senin için kişisel ve mimari açıdan ne ifade etti? Bu “dönüş”, pratiğini nasıl yeniden şekillendirdi?

Her zaman bu iki dünya arasında asılı kaldığımı hissettim. Doğu’da, kökene ve geçmişe duyulan derin bir saygı vardır; tıpkı Şehname’de anlatılan o trajik hikâyede olduğu gibi. Kahraman Rüstem, savaş meydanında bilmeden kendi oğlu Sohrab’ı öldürür; baba ve oğul, birbirlerinin kim olduğunu ancak ölüm anında fark ederler. Doğu’nun geçmişle kurduğu bu kaderci bağ, insanın kökenine duyduğu sarsılmaz sadakati temsil eder. Batı’da ise bunun karşılığını, Sophokles’in Oidipus Rex’inde görürüz; orada da bu kez oğul, bilmeden babasını öldürür. Biri geçmişe duyulan sadakatin, diğeri yeniyi yaratma arzusunun trajik yankısı gibidir. İran’a dönmek, bu iki uç arasındaki gerilimi daha yakından hissetmemi sağladı. Sanki bu kez Sohrab, Rüstem’in kaderini tersine çeviriyor; geçmişin sınırlarını aşarak babasının ötesine geçmeye çalışıyor. Bizim üretimimiz de tam olarak bu gerilimin içinde var oluyor; iki gücü bir arada tutmaya, dengelemeye çalışıyoruz.

©ASA North

ASA North ve ASA South’tan sık sık bir pusulanın iki ana yönü gibi bahsediyorsun; biri fiziksel mekanlar üzerine çalışıyor, diğeri sanal gerçeklik ve dijital mekanlarla. Bu iki dünyanın birbiriyle nasıl konuştuğunu biraz açar mısın? Aralarında nasıl bir yaratıcı gerilim ya da diyalog doğuyor?

Bu iki dünya arasındaki diyalog, her iki alanda da nelerin mümkün olabileceğini keşfetmemi sağlıyor. 2020 yılında, Mohammed Afkhami Vakfı tarafından kurulan ve dünyanın dört bir yanındaki çağdaş İranlı sanatçılara adanmış devrim niteliğindeki sanal müze “The iii” için ilk kez sıfırdan bir dijital müze tasarlarken, beni “sanal” alana odaklanan yeni bir yapı, ASA South’u kurmaya yöneltti.
Dijital dünyanın olanaklarıyla ziyaretçinin sanatla kurduğu ilişkiyi yeniden ele almaya çalıştık. Bu projede mekân, izleyicinin varlığına tepki veren, adeta yaşayan bir organizma gibi davranıyor. Her sanat eseri, kendine özgü bir atmosfer ve ritim içinde deneyimleniyor. Bu etkileşimli kurgu, dijital dünyanın sınırlarıyla kültürel belleği bir araya getirerek sanatı hem koruyan hem de dönüştüren yeni bir bağlam yaratıyor.

Yapay zekâ dünyasında yaşanan baş döndürücü değişim hızını düşündüğümüzde, mimarlığın bu alandaki rolünü sorgulamamak imkânsız. ASA North ise, mimar, mühendis, küratör ve araştırmacılardan oluşan ekibiyle “fiziksel” dünyaya odaklanmayı sürdürüyor.

Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi, kuşbakışı görünüm © Mona Jan-Ghorban, ASA North

Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi bir yeniden işlevlendirme projesi. Sen bu yapıdan bahsederken sık sık “bir binaya ikinci bir şans vermek” ifadesini kullanıyorsun. “İkinci bir şans” ifadesi hem mimarlık açısından hem de köklü geçmişi olan Tahran, İstanbul gibi kentler için ne anlama geliyor?


İkinci şanslar karmaşıktır. Doğaları gereği, başarısızlığı da içinde barındırırlar; çünkü zaten bir karakteri ve geçmişi olan bir şeyle yeniden ilişki kurmaya çalışırsın. Oscar Wilde’ın şu sözünü severim: “Ben, geleceği olan erkekleri ve geçmişi olan kadınları severim.” Ben binalar hakkında da aynı şekilde hissediyorum; onlara bir gelecek verirken, geçmişlerine saygı duymak gerektiğine inanıyorum.

©Deed Studio


Mimarlığın temel meselelerinden biri, kültür ve coğrafyanın bağlamı nasıl şekillendirdiği. Türkiye ya da İran gibi köklü, güçlü ve karmaşık kimliklere sahip coğrafyalarda, tasarımın başlangıç noktası, yani “nereden başlamak gerektiği”, her zaman açık değil. Batı’da yetişmiş bir mimar olarak, orada öğrendiğin yöntem ve düşünme biçimi, İran gibi yoğun tarihsel ve politik katmanlara sahip bir bağlamda nasıl farklılaştı?

Türkiye ve İran gibi güçlü kimliklere sahip coğrafyalarda, bağlamı uyum sağlamak gereken bir şey olarak değil, sorgulanması gereken bir olgu olarak görüyorum. Bu yerleri büyüleyici kılan da tam olarak kimliklerinin istikrarsız, tarih, siyaset ve küresel etkilerle katmanlı olması. Mimarlık, bu anlamda, bu çelişkileri çözmekten çok onları incelemeye yarayan bir merceğe dönüşüyor.

Son yıllarda çağdaş İran mimarlığı, özellikle uluslararası ödül programları aracılığıyla, küresel sahnede giderek daha görünür hâle geliyor. Uzaktan bakıldığında, güçlü bir tektoniğe, ustalığa ve mimarlar arasındaki dayanışma duygusuna dayanan bir ortam izlenimi veriyor. Hem bölgenin içinden hem de dışından gözlem yapan biri olarak, bugünün bu mimarlık ortamını sen nasıl değerlendiriyorsun?

Biliyor musun, İran’da şu anda olup bitenlerde beni en çok büyüleyen şey şu… Tasarım ve inşaat sürecinin her ikisinde de görülen bir tür “tersine mühendislik” yaklaşımı. Mimarlıkla gündelik hayat arasında kendiliğinden oluşan bir uyumdan söz ediyorum.

Sanatçılar ve yazarlarla iş birliği yaparak mimarlık ile sanat arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor. Sence mimarlık sanattan ne ödünç alabilir, ya da tersi, sanat mimarlıktan ne öğrenebilir?

Bence sanat ve mimarlık aynı merakı paylaşıyor: Dünyayı nasıl algıladığımızı anlama isteğini. Mimarlığın “tesisat” gibi bir dizi işlevsel kısıtla uğraşması gerekir; oysa günümüz sanatı çoğu zaman tamamen özgür bir alanda hareket eder, “tesisatla” ilgilenmek zorunda değildir. Belki de asıl potansiyel, birinin diğerinden ne ödünç alabileceğinde değil, birbirlerinin sınırlarını nasıl görünür kıldıklarında yatıyor. Mimarlık sanat olmaya çalıştığında çoğu zaman başarısız olur; ama kendi kısıtlarını kabul ettiğinde bize binaların yalnızca nesneler değil, birer deneyim olduğunu hatırlatır.

Hem Herzog&de Meuron hem de OMA*AMO ile çalıştın, ayrıca Harvard Üniversitesi’nde eğitim aldın. Bu deneyimler mimarlık anlayışını nasıl şekillendirdi? Şimdi kendi ofisini yöneten bir mimar olarak, o dönemde edindiğin fikirler ve yöntemler farklı ölçeklerde, müşterilerle ve coğrafyalarla karşılaştığında nasıl bir karşılık buluyor?

Bütün bu deneyimler, bilgiyi bir sonuç değil, sürekli yeniden öğrenme süreci olarak görmeyi öğretti bana.

Çalışmaların sıklıkla yeniden kullanım, yeniden keşif ve yenilik arasında salınıyor. Koruma etiği ile deneysellik arzusunu nasıl dengeliyorsun?

Etik ile deneyselliğin dengede olabileceğine açıkçası inanmıyorum. Yeniden işlevlendirme süreçlerinde bu iki kavramın karşılaşmasına, çarpışmasına, birbirlerine meydan okumasına izin veriyorum; çünkü aslında bir bütün olduklarını düşünüyorum. Bazen yeniden kullanmak, yaratmak kadar yenilikçidir.

Antalya Mimarlık Bienali’ndeki “Yeni Bir Sanallığa Doğru” adlı yerleştirme, fiziksel ve dijital arasındaki, varlık ile yokluk arasındaki “arada kalma hâli”ni ele alıyor. “Yeni bir sanallık” kavramı mimarlık açısından senin için ne ifade ediyor? Bu durumun, bugün mekânı tasarlama ve deneyimleme biçimimizi nasıl etkilediğini düşünüyorsun?

Başlangıcından beri mimarlık, her zaman sanal ve fiziksel alanlarda eşzamanlı olarak var oldu: çizim ile inşa arasında, bellek ile tahayyül arasında bir yerde. Bugün sanal mekân artık yalnızca şiirsel bir ifade değil; maddesel olmayan koşullar, politikalar ve çelişkiler tarafından biçimleniyor. Bu yerleştirmeyle, o gerçekliğe bir tür prova alanı yaratmak istedik, ziyaretçilerin zamanla biriken izler bırakabilecekleri bir mekân hayal ettik. Dokunarak, çevirerek, çizerek, düzenleyerek, hatta hoyratça müdahale ederek, mekânı kendilerine ait kılabilecekler.

Indian Creek Miami ©ASA North

Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi ile Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmak, hem seni hem de ASA’yı uluslararası ölçekte görünür kıldı. Bu deneyim ve Ağa Han Ödülü ağı ile topluluğunun bir parçası olmak seni kişisel ve profesyonel anlamda nasıl etkiledi? Bu süreç, mimarlığa ya da kendi pratiğine bakışını nasıl değiştirdi?

Bu ödül büyük bir onurdu ama bundan da öte, benim için bir nefeslenme anıydı. Ağa Han Mimarlık Ödülü, mimarlığın yalnızca biçimini değil, sosyal ve kültürel boyutlarını da tanıdığı için benzersiz. Ayrıca, işvereni de onurlandırmasını seviyorum; çünkü iyi mimarlık her zaman güvenle, bir fikre inanan biriyle başlar ve mümkünse bir topluluğa hizmet eder. Mimarlık asla tekil bir eylem olamaz. Ağa Han Mimarlık Ödül Programı, her yapının ortak bir vizyonun, kaynakların ve bağlamın ürünü olan bir iş birliği olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Mimarlık ödülleri arasında bu yaklaşım oldukça nadir. Sana Ağa Han Ödülü’yle doğrudan ilgisi olmayan bir başka projeden örnek vereyim. Bu örnek de yine mimarlığın asla yalıtılmış bir eylem olmadığını gösteriyor. En iddialı, en etkileyici projeler bile mimarlığın kırılgan ekolojisini görünür kılabiliyor. ASA North’un erken dönem projelerinden biri olan Miami Indian Creek Adası’ndaki konut, işverenin özgürlük, cesaret ve sınırsız yaratıcılık arzusuyla başladı, adeta özel bir ütopyaydı. Ancak proje, hiçbir kontrolümüz olmayan koşullar nedeniyle, 2016’daki siyasi dalgalanmalar ve ekonomik istikrarsızlıklar yüzünden durduruldu. Mimarlıkta özgürlük, çoğu zaman koşullara bağlı bir şeydir.

Ancak Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi, tüm imkânsızlıklara meydan okuyarak doğdu. Aynı ekonomik ve politik faktörler, uluslararası yaptırımlar, küresel bir pandemi ve hızla değer kaybeden riyal projenin gelişimini doğrudan etkiledi. Fakat tüm bunlara rağmen, kolektif bir ısrar sayesinde projeyi tamamlayabildik. Argo, yüz farklı yazarın kaleminden çıkmış bir hikâye gibi; ısrar ve vizyondan örülmüş bir dokuma olarak beden buldu. Hepimizi bir arada tutan ortak bağ, eskiyi yeniden “yeni” kılma arzumuzdu.


Zor zamanlardan geçiyoruz; belki de İran’da “ilham verici” mimarlıktan bahsetmek için en elverişsiz dönemdeyiz. Ancak Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi’nin 2022 döneminde Ağa Han Mimarlık Ödülü ile onurlandırılmış olması ve ardından İran’dan Jahad Metro Plaza ile Majara Residence projelerinin 2025 döneminde aynı ödülü kazanması bize şunu hatırlatıyor: Tüm bu yıllar boyunca, çok az imkânla, baskı ve yaptırımlar altında bile umudumuzu hiç kaybetmedik. Biz hâlâ sanata, güzelliğe ve topluma inanıyoruz; yeniden birlikte filizleneceğimiz bir günü bekliyoruz.


Geriye Dönüşün Mimarlığı

Mimarlığın her an siyasetle, tarih ve kolektif bellek ile müzakere etmek zorunda olduğu bir ülkenin başkentinde, Tahran’da yeniden işlevlendirilerek bir çağdaş sanat mekânına dönüşen Argo Fabrikası, benim gibi iflah olmaz bir iyimseri umutlandırıyor. 45 yıl sonra, kadınların da yeniden nefes almaya, rüzgârı saçlarında ve tenlerinde hissetmeye başladıkları bir dönemde, bu küçük yapı da sanatla buluşarak nefes almaya başladı.


Geçmişini silmeye çalışmadan; aksine onunla konuşmayı, hatta bazen dinlemeyi seçen mimarisiyle ASA North’un yaklaşımı, güç ile tevazu arasında kurulmuş çok ince bir dengede duruyor. Eski tuğla kabuğun içine sessizce yerleşen, yeni çelik taşıyıcı sistem, yapının yeniden hayat bulmasına olanak veriyor. Çağdaş müdahalelerin tümü okunaklı; yapının çöl ışığını süzerek alan çatısı, adeta bir şapka gibi geçmişle selamlaşıyor.


Argo Çağdaş Sanat Müzesi ve Kültür Merkezi, baskı ne kadar yoğun, yalnızlaştırma ve unutturma ne kadar uzun sürerse sürsün, mimarlığın geçmişi dönüştürerek özgürleşmeye katkı sunabileceğini hatırlatıyor.





TasarımMimariKültür-SanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
Takip Edin
Facebook
Instagram
Twitter
© The Art Newspaper