Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Arama
Kültürel Miras ve Müzeler
Değerlendirme

Zaman, Mekân ve Yaratım Arasında: Sanatçı Rezidansları

Eldem Sanat Alanı, Garp Sessions, Maison Magi ve Tom of Finland Foundation... Farklı coğrafyalardan sanatçılara ev sahipliği yapan bu rezidanslar, üretimle mekân arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlıyor.

Yasemen Çavuşoğlu
8 Aralık 2025
Melike Taşçıoğlu ve Maury Vaughan’ın "Elinin Emeği Gözünün Nuru" sergisinden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Melike Taşçıoğlu ve Maury Vaughan’ın "Elinin Emeği Gözünün Nuru" sergisinden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Sanat, kimi zaman bir atölyenin sessizliğinde filizlenir kimi zamansa bir yolculuğun ortasında, yabancı bir rüzgârın taşıdığı sesle yeniden doğar. Sanatçı rezidansları, işte bu iki uç arasında duran özel duraklardır. Üretimin yalnızca mekâna değil, deneyime, zamana ve dönüşüme de yayıldığı alanlar.

Bu programlar, sanatçılara yeni coğrafyalar, farklı kültürler ve benzersiz ilham kaynakları sunar. Bir yerden diğerine taşınmak değildir aslında; bir bakıştan diğerine geçmektir. Her yeni durak, sanatçının kendi iç haritasında açılan yeni bir yol gibidir. Bir gün bu yollar mutlaka başka ellere ulaşır; o eller de kendisine uzanan eller aracılığıyla sanata dokunur. Sanatın birleştirici gücü ise tam da bu anda devreye girer.

Rezidanslar, sanatçının yalnız üretim biçimini değil, düşünme ve algılama biçimini de dönüştürür. Onlar için bu mekânlar birer nefes, yeniden düşünme ve yeniden üretme zamanıdır. Türkiye’de bu anlayış son yıllarda giderek daha fazla yankı bulmaktadır. İstanbul’un hareketli sanat çevresinden Ege’nin tuz kokulu rüzgârına, Anadolu’nun dinginliğinden evrensel sahnelere uzanan bu yolculuk, kendi sanatçılarımızın üretimleriyle zenginleşir ve nefes kazanır.

Rezidansın Sessiz Devrimi

Sanatçı rezidansları, sanatçıyı alıştığı çevreden, rutinlerinden ve konfor alanından çıkararak yeni bir düşünme zemini yaratır. Bu geçici kopuş, sanatçının kendini, üretimini ve çevresini yeniden tanımlamasına neden olur. İşte bu yüzden dönüştürücüdür.

Yeni bir şehir, bir dağın gölgesi, bir denizin kokusu… Her biri sanatçının algısına dokunan birer anahtar gibidir. Ayvalık’ta tuzlu rüzgârla boyaların karışması, Eskişehir’de trenlerin yankısı ve Porsuk’un sessiz akışı arasında üretmek, geçmişle bugünün kesiştiği bir varoluş biçimini ifade eder. Datça’da denizin tuzunu ve zeytinin sabrını aynı anda hissetmek, insanın kendini yeniden tanıma sürecine dönüşür. Veya çok uzaklarda, Los Angeles’ın ışığında üretmek ile Amsterdam’ın dingin yağmurları altında düşünmek, estetik bir deneyim olmanın ötesine geçerek sanatın evrensel ruhuna dokunur.

Sanatçı, mekânın ruhunu kendi iç dünyasıyla harmanladığında, üretimi de başka bir boyuta taşınır. Rezidans programları, hız çağının unutturduğu bir armağanı hatırlatır: yavaşlık. Bir takvimin, bir sergi tarihinin ya da siparişin baskısı olmadan geçirilen o süre, sanatçıya yeniden düşünme, hata yapma ve deneme özgürlüğü verir.

Bu sessizlikte filizlenen işler, çoğu zaman sanatçının kariyerinde bir yön değişikliğinin başlangıcına dönüşür. Birçok rezidans, farklı disiplinlerden yaratıcı ruhları aynı çatı altında buluşturur. Bir ressam bir ses sanatçısıyla, bir heykeltıraş bir yazarla karşılaşır; bir fikrin kıvılcımı, başka birinin iç sesine dönüşür. Sanatçı, bu ortak deneyimde yalnızca kendini değil, çevresini, topluluğunu da dönüştürür.

Türkiye’deki rezidansların gücü, yerelden beslenip evrensele ulaşmalarında saklıdır. Edremit’te topraktan biçimlenen bir heykel ya da Kapadokya’nın taş duvarlarında yankılanan bir ses çalışması, coğrafyadan kimlik kazanan ama dili evrensel bir anlatıya dönüşen her üretim, bulunduğu yerin hafızasını dünyaya taşır.

En derin dönüşüm burada başlar ve görünmez biçimde sanatçının kendi iç dünyasına cereyan eder. Yeni bir mekân, yabancı yüzler, kısmen sessiz, zaman zaman gürültülü bir ruh hali…hepsi bir aynaya dönüşür. O aynada sanatçı, yalnızca çevresini değil, kendi derinliklerini, korkularını ve sezgilerinin nabzını görür. Zamanla o yansıma bulanıklaşmaz; aksine, hakikate yaklaşır. Bu yüzden birçok sanatçı, bir rezidansın ardından “artık aynı kişi değilim” diye düşünebilir çünkü değildir. Artık sanat, bir ifade biçimi olmaktan çıkar; bir yaşam biçimi olarak yeniden yazılır.

Bellekle Gelecek Arasında: Eldem Sanat Alanı

2019 yılında Eskişehir’de kurulan Eldem Sanat Alanı, güncel sanatın yalnızca sergilendiği değil, düşünüldüğü, tartışıldığı ve yeniden üretildiği bir alan olarak varlık gösteriyor. Disiplinler arasındaki sınırları kaldıran, diyaloğa ve sürece dayalı üretim biçimlerine odaklanan bu kâr amacı gütmeyen platform, sanatın kendi ritmini kent belleğiyle buluşturuyor. Eldem, Eskişehir’in tarihsel dokusu içinde, geçmişle bugünün aynı solukta var olduğu iki mekânda tarihi Dalyancı Konağı ve eski bir ekmek fırınından dönüştürülmüş Fırın’da konumlanıyor. Bu iki mekân, yalnızca sergileme alanı değil; üretimin, araştırmanın ve karşılaşmanın yankılandığı, zamanın katmanlarını birbirine dokunduran bir köprü.

Merkez dışında konumlanan Eldem Sanat Alanı, küçük ölçekli fakat derinlikli bir üretim modelini kararlılıkla sürdürüyor. Üretimin yalnızca nesnel değil, aynı zamanda deneyimsel, düşünsel ve kolektif bir süreç olduğuna inanıyor. Misafir sanatçı programları aracılığıyla sanatçılara ve araştırmacılara üretim, araştırma ve kamusal paylaşım için alan açarak sanatın toplumsal bağlamla kurduğu ilişkiyi derinleştiriyor.

Eldem’in çok katmanlı yapısı, karma sergilerden performanslara, atölyelerden film gösterimlerine uzanan dinamik bir programla şekilleniyor. Ekonomik, ekolojik ve toplumsal meselelere odaklanan bu programlar, sanatçılar, izleyiciler ve yerel topluluklar arasında karşılıklı bir etkileşim alanı yaratıyor. Böylece Eldem, üretimi paylaşımla, düşünceyi deneyimle, mekânı toplulukla bütünleştiren yaşayan bir ekosistem hâline geliyor.

2025 itibarıyla bünyesine katılan Mahzen, Eldem’in misyonunu çağdaş bir duyarlılıkla sürdürüyor. Yereldeki genç sanatçılar ve bağımsız üreticiler için özgür, erişilebilir ve esnek bir alan sunuyor. Kısa süreli sergiler, atölyeler, film gösterimleri ve performanslarla kentin yaratıcı enerjisini görünür kılıyor; Eldem’in çok sesli yapısına yeni bir katman ekliyor. Eldem Sanat Alanı, Eskişehir’de sürdürülebilir bir güncel sanat ekosistemi kurmayı, üretimin sürekliliğini desteklemeyi ve sanatın paylaşım gücünü çoğaltmayı hedefliyor. Geleceğe dönük vizyonu; fikirlerin, toplulukların ve deneyimlerin kesiştiği yaşayan bir alan olarak var etmeye odaklanıyor.

Melike Bayık, Fotoğraf: Alp Esin

Küratör Melike Bayık: “Eskişehir’in katmanlı tarihsel dokusu, Eldem’in yürüttüğü projelerde yeniden okunuyor”

“Eldem Sanat Alanı’nın Eskişehir’deki konumlanışı, sanatı yalnızca sergileme mekânı olarak değil, kentin belleğini dönüştüren sanat ve kültür üreticileri ile bir arada olan bir etken olarak ele almasıyla anlam kazanıyor. Eskişehir’in katmanlı tarihsel dokusu, sanayi geçmişi, öğrenci kenti kimliği, demiryolu ağı, yerel üretim kültürü, Eldem Sanat Alanı’nın yürüttüğü projelerde hem içerik hem de yöntem olarak yeniden okunuyor. EKSAV çatısı altında konumlanan Eldem Sanat Alanı, DALYANCI KONAĞI, FIRIN ve MAHZEN sanatçılara, tasarımcılara, öğrencilere, akademisyenlere, müzisyenlere, yönetmenlere ve bu alanda üretim yapan sanat, kültür ve eğitim ile bir arada olan herkese açık bir alan olarak konumlanıyor. Üretim Eldem Sanat Alanı’nın Dalyancı Konağı’nda, FIRIN ve MAHZEN’de aynı zamanda mekanın avlusunda sergi, söyleşi, atölye, performans, müzik, çalıştay, konser ve misafir sanatçı-küratör-yazar programı olarak çok boyutlu ve kapsamlı bir şekilde yıl içinde devam ediyor. Burada sanatçılar Eskişehir’de geçirdikleri zaman boyunca yalnızca bir üretim mekânına değil, kentin gündelik ritmine, malzemelerine, insan ilişkilerine ve hikâyelerine de dâhil oluyorlar. Sergilerinden önce mekanı ziyaret ederek araştırma, geliştirme ve kentin sanat-kültür dinamiğini de irdeleyerek üretimlerini kurguluyor. Güncel olarak davet edilen sanatçının programına uygun olacak şekilde sergisinden en az iki ay öncesinde başlayan bu araştırma programı Eldem Sanat Alanı’nın çok sesli üretim yapısı ile de bir dil birliği kuruyor. Aynı zamanda sadece sanatçı değil araştırmacıların, küratörlerin, müzisyenlerin ve yönetmenlerin de katıldığı bir konuk sanatçı programı kapsamını genişleterek sanat ve kültür aksında Eskişehir’in önemli bir üretim ve araştırma sahasına dönüşmesine de katkı sunuyor. Dolayısıyla Eldem Sanat Alanı özelinde bu konuk programları Eskişehir’in belleğinde iki yönlü bir iz bırakıyor: Bir yandan geçmişin mekânsal ve kültürel izlerini yeniden hatırlatıyor; diğer yandan da güncel sanatı, dayanışma, katılım ve yerel üretim kavramlarıyla örerek araştırma ve üretimlerle yeni bir araştırma katmanı kazandırıyor. Ortaya çıkan bu süreç hem sanatçı hem izleyici hem de kent için ortak bir hafıza alanı yaratıyor, Eldem Sanat Alanı’nın paydaşlığıyla yaşayan, dönüşen ve geleceğe açık bir hafıza olarak kurgulanıyor.”

Eldem Sanat Alanı'nın Kurucu Direktörü Esra Eldem

Kurucu Direktör Esra Eldem: “Sanatçılar, kentin kendisini bir malzeme ve anlatı olarak ele alıyor”

“Eldem Sanat Alanı’nın LOKAL serileri, Eskişehir’in üretimine bakan önemli bir sergi ve yarışma projesi. Her yıl hazırlanan açık çağrı, Eskişehir’de yaşayan ve üreten sanatçıların üretimlerini şehirle kurdukları bağlar üzerinden ele alarak, sanatın yerel yaşamla iç içe geçtiği bir ekosistem kuruyor. Sanatçılar, kentin kendisini bir malzeme ve anlatı olarak ele alırken, üretim süreçleri de kamusal bir paylaşıma dönüşüyor. Bu durum, sanatın kente nüfuz etmesinden çok, kentle birlikte nefes alması, kentle birlikte bir kavuşma alanı olarak kurgulanması anlamına geliyor. Bunun yanında, son iki yıldır düzenlenen FIRIN ve Dalyancı Konağı’ndaki sergilere paralel olarak yürütülen misafir sanatçı programı kapsamında, sanatçılara Eldem Sanat Alanı’nda bir ila iki ay süreyle araştırma, üretim ve sergi hazırlıkları yapabilecekleri atölye ve konaklama alanı sağlanıyor. Misafir sanatçı programı, mekâna özgü yerleştirmeler ve araştırma temelli üretimler için bir alan açarak her serginin mekânla kurduğu ilişkiyi benzersiz kılıyor.”

Babakale’nin Ucunda Bir Düşünme Alanı: Garp Sessions

Ege’nin rüzgârla şekillenen batı ucunda, haritaların kıyısında kalan bir balıkçı köyü: Babakale. Burada, 2019 yılından bu yana sanatçı Ayşe İdil İdil ve küratör Deniz Kırkalı’nın öncülüğünde şekillenen Garp Sessions, sanatı bir üretim değil, bir varoluş biçimi olarak yeniden tanımlıyor. On günlük bu bağımsız misafir sanatçı programı, her yıl iki yürütücünün belirlediği temalar aracılığıyla farklı ülkelerden sanatçı, düşünür ve araştırmacıları aynı sofrada buluşturuyor. Garp Sessions, sınırları aşan bu davetle yalnızca üretim süreçlerine değil, düşünmenin kendisine odaklanıyor. Program, çıktı kaygısından uzak bir ortak alan yaratırken, “birlikte düşünme” eylemini bir üretim biçimi haline getiriyor. Sunumlar, okumalar, atölyeler ve paylaşılan sofralar üzerinden ilerleyen bu deneyim, sanatı paylaşmanın, sindirmenin ve anlamanın bir ritüeline dönüştürüyor.

Fotoğraf: Garp Sessions

Her edisyon, Babakale’nin yerel dokusuyla etkileşime giren katılımcılar aracılığıyla farklı bir ses kazanıyor. 2025 yılında Fisun Yalçınkaya ve Joshua Wicke yürütücülüğünde gerçekleşen “Baş Dönmesi, Dönüş, Sarmal” teması, bireysel ve kolektif dönüşümün iç içe geçtiği bir düşünme döngüsü yarattı. Altı yıldır süren bu oluşum, yalnızca Babakale’nin ufkunu genişletmekle kalmaz; çağdaş sanatın olası yönlerini de görünür kılar. 2022’de yayımlanan yemek kitabı, 8. Çanakkale Bienali’ndeki katılımı ve Garp Sessions: Belgeleme ve Yeni Üretim 2019–2022 kitabı, programın hafızasını canlı tutan önemli duraklar arasında yer alıyor.

Reset! Network’ün aktif bir bileşeni olarak uluslararası bağımsız sanat yapılarıyla kurduğu ilişkiler, Garp Sessions’ı bir üretim alanından çok, düşünmenin ve yeniden üretmenin ekosistemine dönüştürüyor. Her yıl gün batımında gerçekleşen kapanış etkinliği, Babakale’nin taş duvarları arasında yankılanan bir teşekkür gibi, sanatı yerelde görünür kılmayı ve oturum sürecinde bir araya gelen ekibin emeğini yerel ağ içinde paylaşmayı amaçlıyor. Bu an, yalnızca bir kapanış değil; sanatın hafızaya dönüştüğü sessiz bir kutlama hâline geliyor.

Garp Sessions’un kurucularından Deniz Kırkalı, programın üretim sürecini bir sonuçtan çok, düşünsel bir diyalog alanı olarak gördüklerini; birlikte düşünme, üretme ve dönüşme fikrinin Garp Sessions’un özünü oluşturduğunu vurguluyor. İdil İdil ise bu yaklaşımın, sanatın yalnızca bir üretim eylemi değil, aynı zamanda kolektif bir bilinç ve entelektüel paylaşım biçimi olduğunu belirterek sözlerine devam ediyor.

Ayşe İdil İdil, Deniz Kırkalı. Fotoğraf: Garp Sessions

Deniz Kırkalı: “Garp Sessions, üretim sürecini bir sonuçtan çok bir diyalog alanı olarak görüyor”

“Garp Sessions’un en özgün yanı, üretim sürecini bir sonuçtan çok bir diyalog alanı olarak görmesinde yatıyor. Program, sanatçı ve düşünürlerle kapalı oturumlar şeklinde gerçekleşiyor; zaman zaman ise bu süreci izleyiciyle buluşturmak adına yayınlar, lansmanlar ve kamusal etkinlikler düzenliyor.”

Ayşe İdil idil: “Katılımcılar, yeni anlamlar ve estetik biçimler geliştiriyor”

“Bu süreçte ortaya çıkan fikirlerin izleyiciyle paylaşılması, üretim baskısı taşımayan yapısıyla katılımcılara bir arada olma, düşünme ve tartışma alanı sunuyor. Bu yaklaşım, sanatı bir üretim eyleminden öte bir düşünme pratiğine dönüştürüyor. Katılımcılar, birbirinden beslenen fikirler aracılığıyla yeni ilişkiler, anlamlar ve estetik biçimler geliştiriyor. Garp Sessions, böylece çağdaş sanatın zamana yayılan, kolektif bir hafıza biçimi hâline geliyor. Bitmeyen bir sürecin, sürekli yeniden başlayan bir diyaloğun ifadesi olarak.”

Datça’nın Kalbinde Bir Dönüşüm Alanı: Maison Magi

Eski Datça’nın taş sokaklarında, zeytin ağaçlarının sessiz tanıklığında, sanatın yalnızca izlenmediği; hissedildiği, paylaşıldığı ve dönüştüğü bir mekân yükseliyor: Maison Magisanatçı ve girişimci Sena Pir’in vizyonuyla hayat bulan bu çok katmanlı alan, sanatı doğayla, bedeni sezgiyle, bireyi toplulukla buluşturan çağdaş bir varoluş deneyimi sunuyor. Maison Magi, Datça’nın kadim enerjisinden beslenen, doğayla uyum içinde nefes alan bir yaşam laboratuvarıdır. Burada sanat, bir nesne olmanın ötesine geçer; nefes alır, doğayla konuşur, sessizlikle anlam kazanır. Artist residency programları, atölyeler, ritüeller ve farkındalık çalışmalarıyla mekân, sanatçılara doğanın ritmine eşlik eden bir üretim alanı sunuyor. Bu özgün yapı, sanat ile yaşam arasındaki geçirgenliği görünür kılıyor. Yoga, nefes ve doğa temelli pratiklerle bütüncül bir farkındalık alanı açarken, sanatın bedensel ve ruhsal bir dönüşüm aracına dönüştüğü yeni bir dil kuruyor. İnsanın, doğayla ve kendisiyle kurduğu en yalın diyalog olarak.

Maison Magi, kısa sürede Eski Datça’nın kültürel dokusunda yeni bir soluk haline geldi. Sanatçılar, düşünürler ve doğa dostları için bir buluşma noktası olarak, bireysel yaratımı kolektif bilince dönüştüren sessiz ama güçlü bir çağdaş mabet gibi varlığını sürdürüyor. “Somatik Pratikler ve Yin Yoga” oturumları, bedenin ritmini doğanın döngüsüne yaklaştırır; oyunculuk, sulu boya ve ekspresyonizm atölyeleri ise yaratıcılığın farklı biçimlerde filizlenmesine olanak tanıyor. “Karia’nın Ana Tanrıçası Hekate” söyleşisi ile “Asırlık Tezgâh” el dokuma atölyesi, bölgenin mitolojik ve kültürel belleğini yeniden hatırlatarak geçmişin izlerini bugünün üretimine taşıyor. Maison Magi, ay boyunca düzenlenen doğa yürüyüşleri, çocuklar için duvar boyama etkinlikleri, ipek böcekçiliği ve el işi atölyeleriyle Datça’nın sessiz ritmini sanata dönüştürüyor. Ve her etkinlik, bir üretimden öte, bir dönüşüm anına doğanın içindeki sanatsal varoluşa evriliyor.

Sena Pir, Margarita Pir. Fotoğraf: Maison Magi Arşivi

Maison Magi’nin kurucusu Sena Pir: “Bizim için her buluşma, aynı hikâyenin farklı bir bölümünü açan bir sayfa”

“Maison Magi’de hiçbir atölyeyi ya da söyleşiyi tek başına kurgulanan bir etkinlik olarak görmüyoruz. Bizim için her buluşma, aynı hikâyenin farklı bir bölümünü açan bir sayfa. Kurgunun arkasında, sanatın yalnızca izlenen bir nesne değil; birlikte yaşanan, paylaşılan ve dönüştüren bir süreç olduğuna dair inancımız var. Bu yüzden programı, günün ve mevsimin ritmine, mekânın ruhuna ve yerelin hafızasına kulak vererek örüyoruz. Sabah bedeni ve zihni yumuşatan pratiklerle başlayan akış, öğleden sonra üretime alan açan atölyelerle derinleşiyor; akşamları bir sohbet, bir performans ya da bir dinletiyle aynı temanın başka bir katmanına geçiyor. Her bölüm, diğerine görünmez ipliklerle bağlanıyor. Atölyelerde malzemeyle kurulan temas, söyleşilerde kavramsal bir çerçeveye oturuyor; sanatçı konuk programlarında ise süreç herkesin gözünün önünde, paylaşıma açık bir zemine taşınıyor. Doğa yürüyüşleri, açıkhava buluşmaları ya da avluda gerçekleşen küçük performanslar bu bütünlüğü duyusal bir deneyime çeviriyor. Böylece bir günün sonunda, katılımcı sadece bir etkinlikten çıkmış olmuyor; bir hikâyenin içinde dolaşmış, farklı duraklarda aynı ana fikre dokunmuş oluyor. Bu yaklaşımın merkezinde ‘birlikte üretme ve birlikte iyileşme’ fikri duruyor. Datça ile kurduğumuz bağ, romantik bir sahiplenmeden değil; bilgiyi, deneyimi ve emeği görünür kılma arzusundan besleniyor. Her buluşmada, mekân, doğa ve insan bir araya geldiğinde ortaya çıkan o sade uyumu gözetiyoruz. Kısacası Maison Magi’de program, takvimde yan yana gelen başlıklardan ibaret değil; nefes alan bir anlatı. Her parça, bir sonrakine nazikçe el uzatıyor; biz de o akışın temposunu iyi tutmaya, herkesin kendine ait bir yankı bulabileceği bir zemin kurmaya çalışıyoruz.”

Tom of Finland Foundation: Arzunun Hafızası

1984 yılında Tom of Finland (Touko Laaksonen) ve Durk Dehner tarafından Los Angeles’ta kurulan Tom of Finland Foundation, erotik ve queer sanat tarihinin korunması, belgelenmesi ve savunulması amacıyla ortaya çıkmış öncü bir kurumdur.Kuruluşun çıkış noktası, uzun yıllar boyunca sansür, yargı ve dışlanmayla karşılaşan arzunun görsel diline bir sığınak yaratmaktı. Bu sığınak, zamanla bir hafıza mekânına dönüştü; bireysel arzunun ötesinde, insan bedeninin ve özgürlüğünün kültürel tarihini yazan bir arşiv haline geldi. Vakfın Artist Residency Programı, dünya genelinden sanatçıları, düşünürleri ve araştırmacıları bir araya getirerek onların üretimlerine özgür bir alan sunuyor. Özgürlük, arzu ve kimliğin kesiştiği; sanatı sınırlarından kurtarıp kolektif hafızaya dönüştüren bir yaratım alanı. Burada her üretim, bedenin diliyle konuşur; geçmişle bugünü, bireysel deneyimle evrensel belleği aynı anda duyulur kılıyor. Bu program, üretimin sınırlarını değil, potansiyellerini genişletmeyi hedefler. Tom House ise yalnızca bir konaklama alanı değil, arzunun, kimliğin ve sanatın kesiştiği bir kolektif bilinç mekânı olarak varlığını sürdürür. Burada üretilen her eser, queer sanat tarihinin çoğul ve dönüşen yapısına yeni bir katman ekler.

Doğu’nun Sessiz Bahçelerinden Batı’nın Özgür Yüzeylerine

Bu dinamik ve çok katmanlı ortamda, Türkiye’den davet edilen ilk konuk sanatçı olarak Onur Hastürk, Tom of Finland Foundation’ın misafir programına katıldı. Sanatçı, Tom House’un sansürsüz atmosferinden beslenerek Pleasure Garden (Zevk Bahçesi) serisini şekillendirdi.

Hastürk, Doğu minyatür geleneğini queer estetiğin özgürleştirici diliyle buluşturduğu bu seride, arzunun, kimliğin ve estetiğin tarihsel kodlarını yeniden yazıyor. Pleasure Garden serisi, Doğu’nun bahçelerinde saklı kalan şiirsel ve simgesel anlamları, çağdaş bir duyarlılıkla görünür kılıyor. Aynı dönemde ürettiği Sansürsüz Bakış dizisinde ise, Tom House’daki deneyiminden doğan fotoğraflarla, bedenin ve bakışın özgürleştiği bir alan inşa ediyor. Tom of Finland Foundation, sanatçının her iki serisinden özel bir seçkiyi daimî koleksiyonuna dahil ederek, Türk sanatında yeni bir dönüm noktasına imza atıyor. Bu gelişme, yalnızca bireysel bir başarı değil; Doğu estetiğiyle Batı’nın queer sanat geleneği arasındaki diyalogun güçlendiği sembolik bir eşik anlamına geliyor. Hastürk, minyatürü bir disiplin olmaktan çıkarıp bir dil haline getiriyor. Bu dilde tarih fısıldıyor, beden konuşuyor, arzu resme dönüşüyor. Hastürk’ün üretimi, tezhip ve minyatür sanatının sabrını çağdaş sanatın kavramsal cesaretiyle harmanlar. Onun figürleri, klasik Doğu edebiyatının duygusal derinliğinden beslenirken; kimlik, arzu ve varoluşun güncel tartışmalarıyla da yankı kurar. Bu yönüyle Pleasure Garden, yalnızca bir sergi değil; geçmişle bugün, sessizlikle ifade, sınırla özgürlük arasında kurulan bir köprü.

Onur Hastürk. Fotoğraf: Fernando Guerrero, Tom of Finland Foundation izniyle

Sanatçı Onur Hastürk: “Los Angeles’taki Tom House, yalnızca bir sergi mekânı değil; yaşayan bir arşiv”

“Tom of Finland Foundation, sanatçıya yalnızca bir üretim alanı değil; sınırların ve filtrelerin olmadığı özgür bir ifade ortamı sunuyor. 1984’te Tom of Finland ve Durk Dehner’in vizyonuyla kurulan vakıf, erotik ve queer sanatın görünürlüğünü artırmayı, arşivlemeyi ve gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlıyor. Los Angeles’taki Tom House, yalnızca bir sergi mekânı değil; yaşayan bir arşiv, bir buluşma noktası ve queer sanat tarihinin önemli bir belleği. Bu mekân, sanat tarihinin alternatif bir damarını yaşatıyor ve yeni kuşaklara ilham veriyor. Dolayısıyla bu rezidans programına kabul edilmek, Pleasure Garden (Zevk Bahçesi) serisinin oluşum sürecinde belirleyici bir rol oynadı diyebilirim. Benim için bu seri, Doğu sanatının görsel estetiğiyle Batı’nın erotik ve queer sanat kültürü arasında doğrudan ve cesur bir köprü kuruyor. Doğu edebiyatı ve minyatür geleneği aşk ve arzuyu genellikle dolaylı biçimlerde ifade ederken, Tom of Finland’ın temsil ettiği queer kültür arzuyu açık, görünür ve özgüvenli bir şekilde ortaya koyuyor. Queer kültür, kimliğin ve özgürlüğün sınır tanımayan ifadesidir; farklı olmanın ve farklılığın yaratıcı potansiyelini görünür kılar. Bu iki dil arasında bir çatışma değil; aksine bir akışkanlık var. Birbirini besleyen iki estetik dünyanın sentezinden, tarihsel bir hafızanın çağdaş bir dile dönüşmesinden ve kurdukları güçlü bir diyaloğun oluşumundan söz ediyorum. Sanatçı misafir programı süresince yaptığım araştırmalar, Doğu minyatür sanatının estetik dilini bugünün queer bakışıyla yeniden yazmak için bana çok özel bir yaratım alanı sundu. Bu nedenle minyatürlerdeki figürler artık yalnızca geçmişin izlerini değil; bugünün arzularını, queer bedenlerini ve özgürleşme hikâyelerini de taşıyor. Zevk Bahçesi, Doğu’nun ince duygusallığıyla çağdaş queer bir anlatının görünürlüğünü aynı bahçede buluşturuyor. Tom of Finland Foundation’ın sağladığı bu özgürlükçü alan, bu birleşmenin cesurca var olmasını mümkün kıldı. Bu süreç, geçmişin sessiz bahçelerine bugünün özgür seslerini taşımak gibiydi. Doğu’nun zarif sükunetliği ile queer kültürün cesur görünürlüğü birleştiğinde, yeni bir dil, yeni bir anlatım biçimi ve yeni bir bahçe doğdu.

Sanat Bir Varış Değil Bir Arayıştır

Sanatçı ikamet programları, yalnızca geçici bir barınak değil; sanatçının düşünme biçimini, üretim pratiğini ve dünyayı algılama yollarını yeniden kuran bir deneyim alanıdır. Bir atölyenin sınırlarını aşarak doğayla, tarihle ve yerel kültürle temas eden sanatçı, artık yalnızca üreten değil; mekânın, sesin ve zamanın da anlatıcısına dönüşür.Bu süreç, bireysel bir yenilenmeden çok daha fazlasıdır. Sanatın toplumsal bellekteki yankısını derinleştiren, düşünceyle duygunun kesiştiği bir dönüşüm hâlidir. Zira ikamet programları, sanatçıyı üretimin yalnızlığından çıkararak kolektif bir düşünme biçimine davet eder. Her karşılaşma, her sessizlik, her tesadüf; sanatsal sürecin parçasına dönüşür. Sanatçı, yer aldığı coğrafyanın ritmini dinlemeyi, malzemenin direncini, zamanın akışını ve sessizliğin anlamını yeniden öğrenir. Bu bağlamda rezidanslar, yalnızca eserlerin değil, fikirlerin de doğduğu yaşayan laboratuvarlardır. Burada sanat, sonuca ulaşmak için değil; anlamın, aidiyetin ve dönüşümün izini sürmek için vardır. Bu yüzden sanatçı ikamet programları, modern dünyanın hızına karşı duran, yeniden düşünmenin, varoluşu yeniden tanımlamanın alanları olarak önem kazanır. Ve belki de sanatın en saf ve en sarsıcı hâli burada ortaya çıkar; insanın kendini, zamanı ve evreni yeniden duyumsadığı o kırılgan eşikte belirir. Çünkü sanat bir varış değil, sonsuz bir arayıştır. Kaçış değil; insanın mevcudiyetini, anlamın kıyısında yeniden kurma cesaretidir. 


Kültürel Miras ve MüzelerSanatçıKültür-SanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
Takip Edin
Facebook
Instagram
Twitter
© The Art Newspaper