Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Söyleşi

Sultanbeyli’de Toplumsal Deneyim Ufkunu Genişletme Çabası: YUNT

Elveren ve Meriç Öner’in küratörlüğünü üstlendiği VarYok adlı sergi, YUNT’ta ziyarete açıldı. Üç bölüm hâlinde bir yıla yayılan sergi; kişiler, cisimler, mekânlar ve tarihler aracılığıyla birbirine teğet geçen geçmiş ve gelecek tahayyüllerini ortaya seriyor.

Burcu Dimili
3 Aralık 2025
Fotoğraf: Barış Özçetin

Fotoğraf: Barış Özçetin

Muratcan Sabuncu tarafından kurulan ve Sultanbeyli’de bulunan YUNT, kâr amacı gütmeyen bir sanat ve etkileşim alanı olarak varlık gösteriyor. Merve Elveren ve Meriç Öner’in küratörlüğünü üstlendiği VarYok adlı sergi, YUNT’ta ziyarete açıldı. Üç bölüm hâlinde bir yıla yayılan sergi; kişiler, cisimler, mekânlar ve tarihler aracılığıyla birbirine teğet geçen geçmiş ve gelecek tahayyüllerini ortaya seriyor.

1 Şubat 2026’ya dek devam eden projenin birinci bölümü “VarYok: Canlı” mimarlık tarihçisi Gürbey Hiz’in bilim ve edebiyat dergisi Servet-i Fünûn’dan yola çıkarak oluşturduğu eleştirel modernite atlasından bir seçkiyi sanatçı Emre Hüner’in Neochronophobiq (2015) isimli videosu ve video için tasarladığı seramik karakterler ile buluşturuyor.

YUNT’un yeni sergisi VarYok’u küratörler Merve Elveren ve Meriç Öner’den, YUNT’un misyonu ve düşünsel altyapısını ise Muratcan Sabuncu’dan dinledik.

VarYok sergisi üç bölümde bir yıla yayılıyor ve bu zaman dilimi içinde işler hem fiziksel hem düşünsel olarak dönüşüyor. Zamanla eklemlenen bu yapı, klasik sergi anlayışına nasıl bir eleştiri ya da alternatif sunuyor?

Merve Elveren-Meriç Öner: VarYok üç bölümlü yapısıyla, birbirinin peşi sıra büyüyen ve küçülen işlerle geçişli bir sergileme yöntemi öneriyor. Öncelikli niyeti bir eleştiri sunmak değil; serginin arka planında gizlenen neyin, nerede, ne zaman kesin ve gerçek olduğu sorusundan hareketle birbirinden farklı pozisyonları tekrarlarla yeniden ilişkilendirmek. Sergiyi bir yıla yaymak ise ev sahibi YUNT’un böyle bir ritmi benimsemesiyle mümkün oluyor. Bu alanı ortak veya bireysel beklentilerimizin zamanla, belki bir teknolojik sıçramayla, veyahut geçmişten gelen bir vaatle karşılanamadığı günümüzü konuşmak için kullanabiliriz. Sözünü ettiğimiz bu imkânlar, fikirlerin derinleşmesi, ifade buldukları zamanın uzaması ve mekânın tekrar tekrar kullanılması bakımından bir tür cömertliğe ve tutumluluğa işaret ediyor. Belki en çok böyle bir noktadan baskın sergi yapma alışkanlıklarına bir alternatif olarak incelenebilir.

Fotoğraf: Barış Özçetin

İlk bölümdeki kurgu, bilim ve edebiyat gibi farklı alanların verilerinden besleniyor. Servet-i Fünûn gibi bir yayını bugünün bağlamında ele almak ve Emre Hüner’in geleceğe dönük spekülatif formlarıyla ilişkilendirmek, küratöryal olarak nasıl bir tarihsel gerilim inşa ediyor? Geçmişin “ilerlemeci tahayyülü” ile bugünün sorgulayıcı bakışı arasındaki kırılma noktası nerede konumlanıyor?

M.E.-M.Ö.: Projenin temeli sizin de bahsettiğiniz geçmiş-gelecek tahayyülleri arasındaki gerilime, bugünü bu gerilimler ile anlamlandırmaya ve hatta tahayyül kaybının yarattığı bulanıklığa dayanıyor. Hiz’in Servet-i Fünûn’un ilk 1000 sayısında yaptığı araştırma geçmişe dair bir örnek olarak konumlanmıyor. Sergideki montaj seçkisi öngürülenlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini, spekülatif kalıp kalmadığını sunmanın yanı sıra gündelik serzenişlerle değişimin karşısındaki hisleri aktarıyor. Hiz böylelikle modernite deneyimindeki çok katmanlılığın ve zamanın doğrusal işlemeyişinin altını çiziyor. Hüner’in, Neochronophobiq, Xenoprop ve Echo işlerinden oluşan yerleştirmesi de benzer bir yol izliyor. Neochronophobiq ve Xenoprop’da karşılaştığımız hem yapay hem de organik nesneler, geçmiş ve gelecek arasında zahmetsiz bir geçişi mümkün kılıyor. Aynı şekilde var oldukları farklı peyzajlar izleyeni bir an tanıdık, başka bir an hiç bilmedik yerlere çekiyor.

Serginin temel sorusu, “mutlak kabul edilenlerin sarsılması”na işaret ediyor. Bu çerçevede çağdaş sanat üretiminin bugün karşı karşıya olduğu en büyük epistemolojik kriz nedir sizce?

M.E.-M.Ö.: Sanatın içinde bulunduğu krizleri tek bir elden adlandırmanın ve hatta bir parantez içerisine almanın mümkün olduğuna ikna değiliz. Zaten VarYok’ta yer alan projelerin bir araya gelişinde sanat ortamına bir yanıt, bir yönlendirme, bir nefes verme refleksi yok. Sergi metninde yapılan vurgu belirli bir zümrenin değil herkesin kendi bünyesinde yaşadığı bir algıya dayanıyor. Ortalama bir sosyal medya turunda geçmişten tarif edilen geleceğin gerçekleşmediği, o geleceğe ulaşmak için sunulan formüllerin işlemediğine dair yakınmaları ardı ardına izleyebilirsiniz. VarYok bünyesinde bunun yaşandığı bazı anlara, yerlere, tarihlere işaret ediliyor. Kişiden kişiye, coğrafyadan coğrafyaya farklılık gösteren, eş zamanlı, çoklu krizleri tespit eden ve çeşitli disiplinlerle ilişkilerini çözümleyen sıkı bir araştırma yapılabilir elbette. Bizim şu anda ilgilendiğimiz içinde olduğumuz, hayli loş bir ortamda belki el yordamıyla tariflediğimiz sınır aşımlarını biraz seslendirmek.

Fotoğraf: Barış Özçetin

Her bölümde sanatçılar arasında gönderme ve geçişler var; işler, zaman içinde azalıp çoğalıyor, biçim değiştiriyor. Bu açık uçlu kurgu, “küratörlük” pratiğini daha çok bir editoryal bir pozisyona mı yaklaştırıyor?

M.E.-M.Ö.: İkimizin de küratöryel yaklaşımı sadece sergilemeye dair bir pozisyon değil. Çoğunlukla araştırmayı, araştırmanın görselleştirilmesini önceliyor; incelediğimiz konunun hakkını verecek çeşitli formatlarda sunulmasını önemsiyoruz. Bizimki gibi pratiklerde süreç birçok kişinin bilgisine ve katkısına açık. İkimiz de sergileri son sözün söylendiği ortamlar olarak görmüyoruz, format olarak bu şekilde konumlandırmıyoruz. Hatta çoğu zaman derinliği olan bir meselenin kamuya açıldığı bir ara kesit olarak kabul ediyoruz. Akademisyenleri, araştırmacıları, sanatçıları, uzmanları bir araya getirirken ortak bir konuşma alanı kurmaya çalışıyoruz. Yanıtları sergilemekten çok soruları görünür hâle getirmeye odaklanıyoruz. Bahsettiğiniz açık uçluluk aslında burada devreye giriyor; araştırmanın başlatıcı ve ilerletici güç olması, editoryal bir dikkati ve titizliği de beraberinde getiriyor, o kesin.

Serginin gelecek iki bölümünde ziyaretçileri neler bekliyor?

M.E.-M.Ö.: Mevcut bölüm Canlı, Gürbey Hiz ve Emre Hüner’in çalışmaları aracılığıyla bize geçmişten, bilmediğimiz bir yerden veya gelecekten olasılıklar sunuyor. Şubat 2026’da başlayacak Halı Altı’nda Mona Mahall&Aslı Serbest ile Metehan Özcan’ın ezber sınırları sorgulayan araştırma temelli işleri yer alacak. Mahall&Serbest günümüz siyasi haritasında çizili Avrupa sınırlarının tarihsel antropolojik incelemelere göre gerçeği yansıtmadığına odaklanıyor. Özcan ise özel/kamusal mekânlar, yapılı/doğal çevreler gibi sahte ve sert ikilikleri sorguladığı bir görsel dizi hazırlıyor. Firuzan Melike Sümertaş ve Deniz Tortum’un katkılarının genişleyerek öncekilere eklendiği bölüm Anıtsı. Sümertaş, İstanbul’da Osmanlı hanedanı kadınları tarafından inşa ettirilen yapılara dair araştırmayı, seçili yapıların güncel kullanımlarına doğru daraltıyor. Tortum, bilinmeyen bir yer ve anda geçen filminde Efe Murad’ın Dünya adlı şiirine yanıt veriyor. VarYok kalıcılık ve geçicilik kavramlarına parantez açılan bu son bölümle tamamlanıyor. “VarYok, YUNT’un düşünme pratiğinin yeni bir durağı”

Muratcan Sabuncu

YUNT’un Sultanbeyli’de konumlanması İstanbul’un kültürel coğrafyasında bir kırılma öneriyor. İkinci yılını dolduran bir kurum olarak bu iki yılda deneyimledikleriniz, yola çıkarken hedefleriniz ve yolda karşılaştıklarınız nelerdi?

Muratcan Sabuncu: YUNT’un Sultanbeyli’de konumlanması, ilk bakışta kaçınılmaz olarak İstanbul’un sanat haritasındaki genişlemeyi akla getiriyor. Oysa haritaya YUNT’un eklenmesiyle gerçekleşen değişim, geçtiğimiz iki yılda mekânsal düzeyin ötesine geçerek zihinsel düzeyde de birtakım yeniliklere kapı araladı. YUNT bugün sergi ve kamusal programlarıyla farklı özne ve gündemlere alan açarak toplumsal deneyim ufkunu genişletme çabasını kararlılıkla ortaya koyan bir oluşum. Bu oluşum, mümkünü araştırmaya yönelik kolektif bir düşünme pratiğini sürdürme davetini her fırsatta seslendiriyor. Önümüzdeki aylarda da YUNT’un süreçleri tasarlamanın üzerinde duran yaklaşımının derinlik kazanması için yeni adımlar atmayı öngörüyoruz. YUNT’un söylem ve eylemlerine yön veren düşünsel arka planın kamuyla paylaşılmasına olanak tanıyarak etkileşime ve önerilere açık bir gözenekliliği hayata geçirecek yöntemler üzerine düşünüyoruz.

Merkezdışılık çoğu zaman YUNT’un sergilerinde de karşımıza çıkan kavramlardan oldu. Toplumun sanatsal etkinliklerle karşılaşma olanaklarını artırmayı amaçladığınızı söylüyorsunuz. Sultanbeyli ve yakın çevre ile etkileşiminiz bu iki yılda nasıl değişip dönüştü?

M.S.: YUNT’un Sultanbeyli’deki varlığı kuruluşundan bugüne gündeliğin sıkı örgüsünden sızan karşılaşmaları ve yeni duyusal deneyimleri olanaklı kıldı. Bu durum, öncelikle Sergen Şehitoğlu ile YUNT’un içine yerleştiği mekânı etkileşim arayışımıza cevap verecek şekilde kurgulamamızdan ileri geliyor. Şeffaf cephe, yapıtların sergilendiği vitrin alanları ve dış mekândaki yerleştirmeler, YUNT’taki sergi ve programların günlük hayatın içine dâhil olmasını kolaylaştıran faktörler oldu. Zygmunt Bauman’ın deyimiyle “yasa koyucu” bir yaklaşımın yerine çoğulluğu olumlayan bir tavrı benimsemiş olması da YUNT’un çevresi ile kurduğu ilişkiyi güçlendiriyor. YUNT etki alanını her temasla günden güne genişletirken ortak bir yaşam alanı olma amacına biraz daha yaklaşıyor.

YUNT’u sayısız ortak yazarı olan bir Bildungsroman’a benzetmiştiniz. YUNT, açıldığı ilk gündem beri kolektif bir üretimin yanı sıra alışılmamış rolleri de bir araya getiriyor. Örneğin sanatçı kimliğiyle tanıdığımız isimlerin küratör olarak karşımıza çıkması ya da sanatsal üretimiyle ilk defa karşılaştığımız isimlerin sergi katılımcıları arasında yer alması gibi. Biraz bu yaklaşımdan bahseder misiniz?

M.S.: Sayısız ortak yazarı olan bir Bildungsroman ifadesini YUNT’un küratörlerden sanatçılara, konuşmacılardan izleyicilere sayısız katılımcının düşünce ve eylemleriyle dâhil olduğu bir birlikteliği hayata geçirmesini mümkün kılan ilişki üretme anlayışına istinaden kullanmıştım. YUNT’un ortaya koyduğu etkileşim olanaklarının bizleri sürekli genişleyen bir topluluğun, dolayısıyla da devamlı yeniden yazılan bir metnin parçası kılmaya başladığını uzun süredir gözlemliyorum. Bu durumu mümkün kılan en önemli faktörün YUNT’un esnek bir yapı tesis etme gayretini tamamlanmamışlık iddiasıyla gerekçelendiren tavrı olduğunu düşünüyorum. YUNT’un ve temas hâlinde olduğu isimlerin metamorfozuna mütemadiyen şahitlik etmek, beklenmedik isimlerin olağan dışı rollerde karşımıza çıkması, her türlü hiyerarşik ilişkiyi sarsan birlikteliklerin tecessümüyle karşılaşılması YUNT’un esneklik gösterme kabiliyetinin birer uzantısı.

VarYok gibi çok katmanlı ve uzun soluklu bir sergiyi ağırlamak, sadece bir sergi sunmak değil, bir düşünce sürecine ev sahipliği yapmak anlamına geliyor. YUNT olarak bu tür projeleri desteklerken göz önünde bulundurduğunuz temel kriterler neler?

M.S.: Verili anlamlara sorunsal şekilde yaklaşmanın YUNT’taki sergilerin temel niteliği olduğunu ifade edebilirim. Şimdiye kadarki her sergi belli bir sorunsalı gündeme getirdi, böylece şehrin sınırları ile başlayıp mekânın üretimi ile devam eden bir düşünce akışı YUNT’un programına yön vermiş oldu. VarYok da kamusallığı odağına alarak YUNT’un düşünme pratiğinin yeni bir durağı olarak karşımıza çıkıyor. YUNT’taki sergilerin birbirine eklemlenişinde düşünsel anlamda bir devamlılık söz konusu olsa da her sergi farklı bir küratöryel yaklaşımın denenmesine imkân tanıyarak bir çeşit laboratuvar işlevi gördü. Sanat kurumlarının pratiklerini gözden geçirirken akışkan bir kurumsal kimliği benimseyişin nasıl pratiklerle desteklenebileceğine ilişkin sorgulamalarım, beni belli bir yöntemin döngüselliğinde demirlemek yerine bir çeşit ucu açıklığı ve metodolojik konargöçerliği benimsemekle ilgili düşüncelere sevk etmişti. Emre Zeytinoğlu, Murat Germen ve Kerem Ozan Bayraktar’ın küratörlüğünü üstlendiği sergiler ile Mike Berg ve Guido Casaretto’nun kişisel sergilerinin ardından, Merve Elveren ve Meriç Öner’in küratörlüğündeki VarYok’un farklı coğrafya ve anları kesiştirirken sanat yapıtları ile araştırmaları bir araya getiriyor oluşu da YUNT açısından üstünde durduğum yöntem çeşitliliği iddiasına yeni bir boyut kazandırmış oluyor.

Sergi boyunca düzenlenecek atölye ve konuşma programları, birer yan etkinlik olmaktan çok, serginin düşünsel altyapısının bir uzantısı gibi görünüyor. YUNT’un bu tür programları kurgulama yaklaşımı nedir?

M.S.: YUNT’ta sergileri yeni tartışmaları tetikleyecek bir başlangıç noktası olarak belirleyip kamusal programları farklı açılımlara zemin hazırlayacak bir ilişkisellik doğrultusunda tasarlıyoruz. Bu yöntem, sergilerin gündeme getirdiği sorunsalları disiplinler arası bir yaklaşımla ele alarak kolektif bir düşünme pratiğini hayata geçirme isteğimizden ileri geliyor. Kamusal programları kurgulama yaklaşımımız, hem sabit anlam yapılarını tartışmaya açma hedefimiz hem de YUNT’u karşılıklı öğrenmeye açık bir mekân olarak kurgulamamızla örtüşen bir yapı ortaya koymuş oluyor.

YUNT’un sunduğu deneyim; fiziksel mekân, sanatsal üretim, etkinlik, öğrenme ve podcast programlarıyla örülüyor. Sergiler harici neler yaptığınızdan da biraz bahsedelim mi?

M.S.: YUNT, haziran ayından beri yazın bilimci ve sanat kuramcısı Zeynep Sayın tarafından hazırlanıp sunulan İmgenin Onuru başlıklı podcast yayınına devam ediyor. Yayında toplumsal ‘gelişmeler’ bağlamında imgeyi bir direniş yöntemi olarak ele alarak şimdiye kadar Hale Tenger, Fatoş İrwen, Yeşim Ustaoğlu, İnci Eviner, Emin Alper, Ezgi Bakçay, Aslı Çavuşoğlu, Taner Ceylan, Burak Delier, Murat Germen, Sema Kaygusuz, Hera Büyüktaşcıyan, Antonio Cosentino, İnci Aral, Handan Börüteçene, TUNCA, Burçak Bingöl ve İlhan Sayın’ı konuk ettik. Konuklar ve dinleyicilerin arasında çok sesli bir tartışma ve düşünme ağı hayata geçirmeyi hedefliyor, imgenin farklı tezahür biçimlerini deşifre ederken kolektif bilinçdışımızın resmini sunan bir imge atlasının ilk adımını atmış olmayı temenni ediyoruz. Prof. Nilüfer Ergin’in yürütücülüğünde YUNT’ta gerçekleşen Kamusal Alanda Sanat: Kapsayıcılık başlıklı çalıştayın raporunu önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız. Prof. Nilüfer Ergin, Prof. Dr. Eva Şarlak, Doç. Dr. Gül Köksal, Doç. Dr. Serhan Ada, Kerem Ozan Bayraktar, Bahadır Çolak, Ecem Yerman, Dr. Didem Kara Sarıoğlu, Doç. Ömer Emre Yavuz, Doç. Dr. Fırat Arapoğlu ve Sevil Arsan’ın katkılarıyla şekillenen rapor, kamusallığı ve toplum yararını gözeten, ekolojik yıkıma karşı duran, eşit ve adil bir yaşamın beraberlik duygusunu besleyen bir yaklaşımın hayata geçmesinde sanatın ve sanat kurumlarının rolünü değerlendirmek için hepimize yol gösterici olacaktır. YUNT yıl boyunca VarYok ile eş zamanlı bir kamusal programa da ev sahipliği yapacak. Bu yıl monolitik yapıda bir konuşma ve öğrenme programı kurgusundan ayrılarak serginin çok katmanlılığına ve kendine has ritmine uyan parçalı bir anlayışı deneyimleyeceğiz. Söz konusu anlayış, bir yıla yayılan üç bölümün her birinin farklı gereksinimlerini gözeten tercihlerin şekillendirdiği bir programa hayat verecek.

Basın bülteninde “güncel kültür kurumunun sorumluluğu”na işaret ediyorsunuz. Bu sorumluluğu bugünün ekonomik, toplumsal ve politik bağlamında yerine getirmek ne gibi zorluklar ve imkânlar içeriyor?

M.S.: Güncel kültür kurumlarının sorumluluğunun kendi anlamlarını yeniden inşa faaliyetini sürekli kılmalarından başladığını düşünüyorum. Nihai zeminin imkânsızlığını kabullenişin kurumsal eleştiri pratiğini içselleştirme ve kurumun dönüşümünü daimî kılmayla neticeleneceğine olan inancım, şimdiye kadar YUNT’un da varoluşunu ve eylem repertuarını devamlı yeniden temellendirmeye yönelik bir zihin egzersizini benimsemesine olanak tanıdı. Böyle bir zihin egzersizinin meşakkati ise yaşadığımız zamanla hesaplaşma ve şimdiye karşı tavır almayı göze alabilmekte yatıyor. İmkânın gerçeklikten daha üst mertebede olduğunda diretmek, güncel kültür kurumlarını özgürlük deneyimi sunan ve düzenin dayattığı koşullara teslim olmadan yenilik olanağı açığa çıkaran alanlar olarak tanımlamayı mümkün kılabilir.

SergilerKültür-SanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper