Abdülmecid Efendi Köşkü, bu kez “büyülü bir bahçe”ye dönüşüyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un “büyülü bahçe” fikrinden doğan ve küratörlüğünü Selen Ansen ile Eda Berkmen’in üstlendiği Folia, izleyiciyi doğa ile sanatın kesiştiği sınırları yeniden düşünmeye çağırıyor.
Sergi, yalnızca görsel bir şölen değil, doğa, tarih, mitoloji ve çağdaş sanat arasında açılan çok katmanlı bir diyalog niteliği taşıyor. İki yıllık bir hazırlık sürecinin ürünü olan Folia, sınırlar, döngüsellik ve çeşitlilik kavramlarının peşine düşerek 100’e yakın sanatçı ve yaklaşık 300 eseri bir araya getiriyor. Bu benzersiz sergiyi, küratörleri Selen Ansen ve Eda Berkmen’den dinledik.

Fotoğraf: Bora Bozkurt
ESİN HAMAMCI: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un ‘büyülü bahçe’ fikrinden ilham alan bu serginin ortaya çıkış süreci nasıl başladı?
SELEN ANSEN: Ömer Bey bizleri Abdülmecid Efendi Köşkü’nde bir “büyülü bahçe” kurmaya davet ettiğinde, ikimiz de kabul edip yola koyulduk. Sergiyi kuran ana ekip olarak bu süreçte çoğaldık, sergi koordinatörümüz Yasemin Ülgen ve sergi mimarımız Umut Durmuş sürecin devamında bize katıldılar.
Bahçenin sınırlı bir alan olması ilginç, çünkü ancak sınırlar olduğu zaman onları aşmak mümkün. Sınır olmazsa aşacak bir şey de yok. Bir bahçe düşündüğümüzde genelde sınırları ve farklı ölçekleri olan bir alan gelir aklımıza. Bu sergi ise tarihî bir mimari yapıda gerçekleşiyor. Bu sınırların içerisinde sergiyi kurgulamak, ilk olarak binanın içi ve dışı arasındaki ayrımı esnetip genellikle “dışarısı” fikriyle ilişkilendirdiğimiz doğayı (bitkiyi, hayvanı ve diğer insan-olmayan varlıkları) içeriye getirmek anlamına geldi elbette. Ancak Folia sergisi iç alanla sınırlanmıyor, nitekim bahçemiz dış alana da yayılıyor ve köşkün etrafındaki koruda da eserler sergileniyor. İnsanların, hayvanların, taşların ve doğanın çerçevesinde eylemleri sıralamaya başlarken ilk düşündüğümüz şey tüm bu varlıkların bir aradalığı oldu.
Bir bahçeyi düşündüğümüzde döngüsellik önemli bir unsur. Modern tarihin belirlediği zaman algısından çok farklı bir zaman işliyor burada. Döngüsellik söz konusu. Bir bahçede hiçbir şey doğup ölmüyor, her şey birbiriyle etkileşiyor ve başka bir şeye dönüşüyor. Bu sergide sanat yoluyla doğanın yarattığını taklit etmekten ziyade, o ivmeleri, döngüleri ya da daha elle tutulamaz kuvvetleri bir araya getirerek, bazen delilik fikrini sınırı aşarak vermek istedik bazen de sınırlarla, ölçeklerle oynayarak kurguladık.
EDA BERKMEN: Selen bana temayı ilettiğinde bahçeyi sınırlandırılmış, doğa ile müzakere edilerek şekillenen bir alan olarak ele aldık. “Büyü”yü bahçenin sınırları üzerine düşünerek, insan emeğine ve eylemlerine odaklanarak sergiye getirmeye çalıştık.
İnsanların, hayvanların ve doğanın çerçevesinde birtakım eylemleri sıralamak istememizin sebeplerinden biri de bahçeye baktığınızda bahçeyi oluşturan bitkilerin, canlıların zaman içerisinde ve çevresel faktörlerle nasıl değiştiğinin gözlemlenmesi… Renkler nasıl bir araya gelecek, mevsimlerin değişkenliği burada nasıl tezahür edecek gibi zamansallık fikrinin yanı sıra hareket ve döngüsellik de öne çıkan kavramlar oldu.
“Büyülü bahçe’yi büyülü kılan şey nedir?
S.A.: Bana sorarsanız bahçe zaten büyüleyici bir alan. Modernite ile gittikçe insanlar için büyüleyici bir yere dönüşüyor çünkü bizler doğadan kopan insanlarız. Dışarıda geçirdiğimiz zaman da gittikçe daralıyor. Doğanın döngüselliğiyle olan temasımız şehirli yaşantımızda yok denecek kadar az. Bahçenin büyüleyici tarafını görmek için çok da uzağa bakmak gerekmiyor. Zamanı durdurmak, bir şeye dikkatlice bakmak, yakından baktığınızda orada farklı bir örüntüyü yakalamak gittikçe zorlaşıyor.
Biz birkaç fikirle yola çıktık ve sanatçılara aklımızdaki belli fikirlerle davetlerde bulunduk. Serginin ana kavramsal çerçevesi onlarla beraber büyüdü, genişledi. Sergiyi 2 yıllık bir süre zarfında ve çoğalarak hazırladık. İlk baştaki fikirlerden vazgeçmedik ama bu fikirler de çoğaldılar. Bu aslında sanatçıların bize getirdiği fikirlerdi. Serginin çok sanatçılı ya da çok eserli olması çeşitliliğe fayda eden bir şey elbette, ancak asıl önemli olan onların bizlere getirdiği, sergiyi besleyen fikirlerdi.
E.B.: Bahçenin kendisi zaten büyüleyici zaten ama neden büyüleyici olduğuna dair özelliklerinin belki biraz altını çizdik diyebilirim. Çok küçük olanla çok büyük olanın yan yanalığı, beklenmedik malzemelerin farklı şekillerde kullanılması büyüleyici etkiyi yaratan ayrıntılardan.
Minyatürlerde, farklı mitlerde ve masallarda bahçeler farklı misyonlar üstleniyor. Gökle yerin bir araya geldi bir alan ya da cennetin yer yüzündeki yansıması olarak da görülüyor. Onun dışında kutsallık atfedilen bir yer olarak da görülmüş. Bizim büyülü bahçemizde bunlara da atıf var. Bu tarihî hikâyelerden ve bahçelerden de ilham alan sanatçıların işlerini sergiye getirmek istedik. Bizim bahçemizi büyülü kılabilmemizi sağlayan şey, sanatçıların işlerinin büyüsünü görüp, onları mekana taşımaktı. Onlarsız bu örüntüyü yaratmamız mümkün olmazdı.
Abdülmecid Efendi Köşkü’nün mimarisi küratoryal kararlarınızı nasıl şekillendirdi? İç-dış mekân akışı üzerinde izleyiciler için nasıl bir rota oluşturdunuz?
E.B.: İç mekânla dış mekânı birbirine eserlerle bağlamak önemliydi. Sanatçıların bazılarının hem içeride hem dışarıda da eserlerini görebileceksiniz. Örneğin Ecem Yerman’ın eserleri bahçede, girişte ve içeride Gündüz Odası’nda yer alıyor. Aynı şekilde Douglas White ve Maria Nepomuceno’nun da eserlerini bu şekilde konumlandırdık.
Sergide içerisiyle dışarı arasındaki sınırların geçirgen kılmak için bize destek olan mimarımız Umut Durmuş’tan da bahsetmek gerek. Binanın simetrisiyle, floral motifleriyle, alt katın ortasında yer alan havuzla bir bahçe andırması ve bu benzerliğin görünür olmaya devam etmesi için köşkün içerisine bu detayları kapatan müdahaleler yapmak istemiyorduk. Umut
bize eserleri yerleştirme konusunda şöyle bir fikir verdi; sanki köşkün kendisi bu eserlere yer açıyormuş gibi hissedilsin. Örneğin girişteki heykellerin kaideleri sanki zemindeki mermerler yükselmiş gibiler. Benzer şekilde üst katta da parke dikey düzlemde yükselerek bir duvar olarak karşımıza çıkıyor. Zeminle tavanın yani bir anlamda yerle göğün veya farklı düzlemlerin yer değişimi gibi mekan algısını ters yüz etmek konusunda bize kendisi yardımda bulunmuş oldu. Böylece iç ve dış, canlı ve cansızın geçişliliğini vurgulayan bir ortam yaratmamıza vesile oldu. Ayrıca, birinci katı ikinci kata, içeriyi dışarıya bağlayan Henrique Oliveira’nın Miasmas isimli eserinden de burada bahsetmeliyiz. Dört farklı ahşaptan yapılma parçadan oluşan bu yerleştirme bir yandan bu alanları birbirine bağlarken diğer yandan sanki binanın zemininin yarıp da oradan büyümüşçesine bir algı yaratıyor. Sınır dediğimiz şeyin kendisinin de bir bölge olma ihtimali böylece açılmış oluyor.
S.A.: İster istemez bu tarihi mekânda düzenlenen her sergi mimariyle yakın bir ilişki kuruyor diyebiliriz; nitekim yapı öylesine karakterli ve görkemli ki burada yer alan her kurguya ve güzergâha etki yapıyor. Folia sergisini oluştururken, bu çok hisli ve göz kamaştırıcı mimariyi sadece bahçemizin alanı ya da yeşereceği yeri olarak değil, aynı zamanda bahçemizin içkin bir parçası olarak da ele almak istedik: bir bahçeye hayat veren türlü canlılar gibi, köşkü de nefes alan ve dönüşebilen bir varlık olarak hayal ettik. Sürecin başlarında, Folia’nın odağına aldığı bahçe temasının köşkün mimarisi ve tarihiyle birçok yönden ilişkilendiğini de keşfettik.
Nitekim mekâna girdiğinizde, duvarları ve bazı tavanları süsleyen bitki ve hayvan motifleri göze çarpıyor. Çini geleneğinde yaygın olan ve köşkte yoğun bir şekilde tasvir edilen bu motifler, adeta insan elinden çıkmış ve insan tarafından düzenlenmiş bir doğa hissini veriyor. Dış mekânda serpilen doğa kapı ve pencerelerden içeriye sızıp burada canlanmaya devam ediyormuşçasına. İç / dış arasındaki ayrımı bulanıklaştıran bu süslemeler, doğanın bereketine ve sunduğu çeşitliliğe bir övgü niteliğinde.
Köşkün tarihine baktığımızda ise, koru ve orman önemli bir rol üstleniyor. Yapı halife Abdülmecid Efendi’nin adıyla tanınmadan önce, Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından bir av köşkü olarak kullanılmak üzere 19’uncu yüzyılın sonunda inşa edilmiş. Şehirleşmeden dolayı, köşkü o dönemde çevreleyen doğayı ve manzarayı bugün tahayyül etmek zor olsa da, şüphesiz bu topraklarda bir zamanlar yabani hayvanlar da yaşıyordu. Eda ile sergiyi kurgularken, büyülenmeyi bahçenin alışıldık imgelerinin ve sınırlarının ötesine geçerek de yaratmak istedik. Bahçemizin kapılarını biraz daha geniş aralayarak, bu topraklardan yok olmuş ormanı ve orman sakinlerini, avı ve avcıyı, ormana ilişkin masalları geri çağırmak istedik. Sergide karşılaşacağınız birçok eser bahsettiğim av temasıyla ilişkileniyor, ancak çoğu av ve avcı arasındaki kurulu ilişkilenme biçimlerini altüst ediyor: bazı eserler av ve avcıyı buluşturduğu gibi, bazı eserlerde avcı “av”a dönüşüyor. Anne Wenzel’in Natürmort-Metamorfoz (Büyük Geyik) isimli heybetli heykeli, Necla Rüzgâr’ın Hayatta Kalma Becerileri isimli resmi, James Webb’in Ev Diye Bir Yer Yok (İstanbul) isimli ses yerleştirmesini örnek gösterebiliriz. James Webb İsveç’de yaşayan Güney Afrikalı bir sanatçı. Sergideki ses yerleştirmesinde, Büyük Bal Kılavuzkuşu adlı bir kuş türü üzerinden insanlar ve hayvanlar arasındaki şaşırtıcı iş birliklerini duyulur kılıyor. Büyük Bal Kılavuzkuş’u Sahra bölgesinde yaşayan bir tür; yabani bal kovanlarındaki balmumuyla besleniyor. Ancak gagasıyla kovanların sert dış yüzeyini kıramıyor. Besin kaynağına ulaşabilmek için, insanların yardımına ihtiyacı var. Geliştirdiği tuhaf ötme şekli sayesinde, insan bal avcıların dikkatini çekip, onları avladıkları bal kovanlarına doğru götürüyor. İnsan avcılar kovanları aletleriyle kırıp içindeki balı alıyor, kuş ise insanların çabaları sayesinde balmumuna erişmiş oluyor. Böylelikle, avlayan ve avlanan arasındaki ayrım ve tek yönlü ilişkilenme ortadan kalkmış oluyor. Koruda gezdiğinizde, coğrafyamızda yaşamayan bu kuşun tuhaf ötüşünü duyabilirsiniz.
Serginin kavramsal çerçevesi ‘folia’ kavramı etrafında şekilleniyor. Peki, nedir folia?
S.A.: Eda’yla birlikte Arter’de uzun yıllar birlikte çalışmış olsak da şimdiye dek birlikte bir sergi düzenleme fırsatımız hiç olmamıştı. Bu bizim ilk el ele oluşturduğumuz bir sergi. İlk başlarda, serginin tematik ve biçimsel güzergâhlarını çizerken, aklımıza bahçenin kapsadığı süreçlere dair birçok kelime geldi ve folia kelimesi de bunlardan birisiydi. “Folia” Latince bir kelime. Etimolojik bir tesadüften dolayı -ben öyle niteliyorum- iki anlamı var. İlk anlamı yaprak kelimesinin çoğul hâli; dolayısıyla bitki, dolayısıyla doğa. İkinci anlamı ise delilik, aşkınlık. Antik Yunan’a baktığınızda birçok felsefecilerde doğaya insanın hükmetmesi gerektiği fikrini bulursunuz. Bereketli doğa üretkendir ve çığırından da çıkacak şekildedir. “Folia” kelimesini cebimize koyup yola koyulduk.
E.B.: “Folia”nın bir diğer anlamı ise mimaride kullanılıyor. 18.-19. yüzyılda özellikle popüler olan bahçelerdeki dekoratif öğeler. Mısır piramidi de olabilir, Antik Yunan harabesi de olabilir, egzotik tarafı da olan bir dekor. Aslında seyredilmek için üretilen, pratik bir amacı olmayan yapılar. Bu nedenle biraz kandırmaca da barındırıyor. Oyunun içinde bir oyun açıyor. Serginin içerisinde maskeler de var karnavalı çağrıştıran.
Müzikte ise “folia”, özellikle 15. yüzyılda Portekiz-İspanya’nın güneyinde çıktığı düşünülen bir halk dansı. Basit bir melodisi var ve bu melodi, zaman içinde insanlık tarihi boyunca en çok tekrarlayan melodi haline geliyor. Çok fazla varyasyonu yapılıyor. Kendini tekrarlayan ve giderek hızlanın bir yapısı var. Bu tekrar hem kolay hatırlanmasını ve hem de kolay aktarılmasını sağlıyor. Yavaş başlayıp, coşkunluğa doğru giderek hızlanıyor. Şu anda üzerine düşündükçe görüyorum ki serginin formunda da belirleyici bir rolü oldu bu tekrarın.
Hangi sanatçıların eserleri ve hangi türlerden kaç iş sergide yer alıyor?
S.A.: Sergide 100’e yakın yerel ve uluslararası sanatçılar var. Hemen hemen her kıta temsil ediliyor. Brezilya, Japonya, Güney Afrika, Avrupa’dan sanatçılar var. 100’e yakın deme sebebim ise bazı eserlerin sanatçılarının anonim olması. Sergide sadece sanat eserlerinin yanı sıra, işlevsel veya dekoratif bir amaçla üretilmiş gündelik nesneler, objeler de mevcut.
Eser sayısına gelince, yine yaklaşık bir rakam verip 300’e yakın diyeceğim. Muğlak bir sayı vermemizin sebebi ise bu eserlerin içinde birçok seri olmalarıdır.
Folia sergisini 1 Mart 2026 tarihine dek Abdülmecid Efendi Köşkü’nde ziyaret edebilirsiniz.
