Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Köşe Yazıları
Ajanda
Dükkân
Arama
Kitap
Söyleşi

“Sanat bağımsızdır ama mutlaka içinde toplumsallık taşır”

Yeni romanı Bekle Beni ile aşkı, dostluğu, aile bağlarını ve özgürlük tutkusunu yan yana getirerek bir toplumun sancılı dönüşümüne ayna tutan Zülfü Livaneli: “Otorite, bağımsız düşünceden hiç hoşlanmaz. Çünkü hepimizi sürüde tutmak ister,” diyor.

Ebru D. Dedeoğlu
28 Ekim 2025
Fotoğraf: Cem Talu

Fotoğraf: Cem Talu

Ülkemizin önde gelen aydınlarından Zülfü Livaneli’nin yeni romanı Bekle Beni Can Yayınları’ndan yayımlandı. Bekle Beni, bugünün Türkiye’sinde de geçerli olan bir hikâyeyi merkezine alıyor. Polislerin Selim’i evden alıp götürdüğü o an, Leyla’nın kulağına fısıldadığı “Güçlü ol Leyla. Bu da geçecek,” cümlesiyle başlıyor her şey. Bu cümle, roman boyunca sürecek olan direncin, bekleyişin ve inancın da işareti. Bekle Beni, iki genç insanın aşkı üzerinden kimliğini koruma çabasını, özgürlük arayışını ve insanın inandığı değerler için neleri göze alabileceğini anlatıyor. Leyla ve Selim’in yolu, romantik bir hikâyenin ötesine geçerek bir varoluş mücadelesine dönüşüyor. Simonov’un Bekle Beni şiirindeki “Kimseler beklemezken bekle” dizesi bu direncin hem aşkı hem de özgürlük isteğini nasıl iç içe geçirdiğini hatırlatıyor.

Roman, bireyin iradesini bastırmaya çalışan otoritenin karşısına insanın seçim hakkını koyuyor. Livaneli’nin sözleriyle: “Otorite, bağımsız düşünceden hiç hoşlanmaz. Çünkü hepimizi sürüde tutmak ister. Oysa biz kendimizi ve hayatımızı seçebiliriz, daha az çiğnenmiş yollardan geçebiliriz.” Livaneli ayrıca, yarattığı karakterlerin çevrelerinden ve yaşadıkları çağdan ayrı düşünülemeyeceğini vurguluyor. Bu yaklaşım, romanın arka planındaki toplumsal gerçekliği daha da derinleştiriyor.

Oldukça otobiyografik özellikler de taşıyan Bekle Beni, aşkı, dostluğu, aile bağlarını ve özgürlük tutkusunu yan yana getirerek bir toplumun sancılı dönüşümüne ayna tutuyor. Ve okura kaçınılmaz soruyu hatırlatıyor: İnsan en zor koşullarda bile neye tutunarak ayakta kalır? Sevgiye mi, umuda mı, yoksa beklemeye mi? Yanıtları Zülfü Livaneli’den dinledik.

Can Yayınları

Javier Cercas’ın ‘Hakikat öldürür, kurmaca hayat kurtarır’ sözünden hareketle, Sazın Teli Koptu ile Bekle Beni arasındaki fark çarpıcı. Sizce hakikati gerçekle anlatmak mı zor, yoksa roman kurgusuna dönüştürmek mi? Hangisi daha özgürleştirici?

Hakikati gerçekle anlatmak daha zor, söylediğiniz gibi kurgu daha özgürleştirici. Kafka “gerçeğe ancak gerçek dışından ulaşılır’’ derken bunu kastediyordu. Kurgu bu yüzden önemlidir zaten. Kim bilir Sofokles oyunlarındaki karakterleri ve olayları belirlerken kimlerden hangi tanıdıklarından, hangi konuşmalardan, dönemindeki hangi olaylardan etkileniyordu. Bunları anı olarak yazsaydı 2500 yıl sonra biz onun yazdıklarını ilginç bulmaya bilirdik. Ama gerçeği parçalara ayırıp sonra kurgusal bir zeminde birleştirerek özgün bir şekilde hakikate ulaşmayı başardığı için bugün hâlâ önemli.

“Gerçek aşk egonun en büyük düşmanı”

Romanın ana karakterlerinden “Selim ile Leyla”nın ilişkisi yalnızca bir aşk değil, hayatın zorluklarına karşı da bir direniş adeta. Aşk, bireysel özgürlüğün en güçlü alanı mı?

Aşk karmaşık bir kavram. Kendi kimliğini başka bir insanda eriterek var olmak gibi düşünürsek gönüllü bir kölelik de diyebiliriz. Çünkü gerçek aşk egonun en büyük düşmanı.

Selim koğuştan Leyla’ya yazdığı mektubunda ‘Evlilik aşkın mezarıdır, diyorlar… Biz üçüncüleriz; hem aşkı hem dostluğu yaşatıyoruz’ diye yazıyor. Evlilik aşkı tüketir mi, dönüştürür mü?

Evliliğin zor bir kurum olduğunu hepimiz biliyoruz. İki ayrı dünyanın bir araya gelmesi ve bir ömür boyu birlikte yaşaması bir işkence haline de gelebilir. Zaten son on yıllarda evlilik kurumunda bir çözülme var. Ama bu birliktelik gönüllü bir hâl alınca ortaya iyi bir evlilik çıkıyor. Bizim kuşakta ve yaşadığımız cendereden geçen pek çok kişi evliliği sürdürmedi.

Bekle Beni’de ‘kutsal devlet’e karşı küçük bir ailenin sevgisi öne çıkıyor. Bugün, bizlerin sevgisi ve inadı gerçekten istediğimiz etkiyi yaratabilir mi? Umut var mı?

Bence her zaman var. Günümüz gençliğini bencil, aşırı bireyci ve ideallerden kopuk olarak algılama eğilimi var. Çoğunluk açısından belki haklı olabilirler ama bakın bazı haksızlıklara karşı gençlik birdenbire ortaya çıkıyor, meydanları dolduruyor ve her şeyi göze alarak vicdanını emrettiği şeyi yapıyor.

Selim hapishanede Sartre, Camus ve Frost okuyor; adeta kendine bibliyoterapi uyguluyor. Varoluşçu felsefenin ‘bireyin kendi seçimini yapma hakkı’ vurgusundan hareketle, bugünkü düzende bu hakkın hâlâ tehditkâr görülmesinin nedeni nedir?

Otorite, bağımsız düşünceden hiç hoşlanmaz. Çünkü hepimizi sürüde tutmak ister. Dönen şartların bir dişlisi olmamız beklenir. Oysa biz kendimizi ve hayatımızı seçebiliriz, daha az çiğnenmiş yollardan geçebiliriz ve varoluşumuzu böyle gerçekleştiririz. Tabii ki bu bedel ödemeyi gerektiriyor.

Peki sizin hayatınızda yaptığınız en kritik seçim hangi dönemdeydi?

Buradaki seçim sözümüz iki anlamıyla da doğru. Ne yazık ki bir dönem günlük siyasetle uğraşmak zorunda bırakılmam hayatımda yaptığım en yanlış seçimdi.

Romanda diktatörle yüzleşme sahnesinde bütün saatler aynı anda çalmaya başlıyor; geçmişin acıları, kayıplar ve isyanları adeta zamanı delip geçiyor. Bu sahnede zamanı bir mahkeme salonu gibi kuruyorsunuz adeta. Zaman iktidarın en büyük düşmanı mı?

Tabii ki. Ülkelerin tarihinde rol oynayan kişilerin iktidarları bittikten sonra kendileri için ne söyleneceğini merak etmemeleri, bu konuda kaygılanmaları enteresan bir durum. Ben kişisel olarak bunu anlayamam. Çünkü iyi bir isimle anılmak önemli. Latinler “Sanat uzun hayat kısa,” der. 13. yüzyılda Yunus Emre’lere hükmeden kimdi? Akılımıza bile gelmez.

Simonov’un Bekle Beni şiiri, sadece Selim ve Leyla’nın aşkını değil, özgürlük arayışını da mı özetliyor?

Evet. Bu ünlü şiiri çok severim. İkinci savaş sırasında aşkın simgesi olmuş bir şiir ve elbette özgür günleri de beklemeyi içeriyor.

Selim’in Madımak Oteli’nde geçirdiği gece, tarihimizin en utanç verici gecesine işaret ediyor. Edebiyat ve sanatın diğer disiplinleri, yaşanmış acıları bugüne taşırken nasıl bir sorumluluk üstlenmeli?

Sanat ille de angaje olacak, bir mücadeleye katkı yapacak diye bir düşüncem yok. Bazen James Joyce’un ya da Proust’un eserleri gibi çok bireysel de olabilir. Ama eğer karakterler yaratıyorsanız, bu kişilerin fanusta yaşamadığı, kanlı canlı insanlar olarak çevrelerindeki olaylardan etkilendikleri, hatta kişiliklerinin öyle oluştuğunu kabul etmek zorundasınız. Fransız ihtilali sırasında yaşayan bir kişiyi anlatırken toplumsallıktan uzak durmak mümkün mü? Bu kadar şiddetli olmasa bile her dönem bireyler üzerinde etki yapar ve romancı kafasındaki karakteri oluştururken bunu mutlaka hesaba katar. Bu yüzden sanat bağımsızdır ama sadece yaratının iyi olması açısından bakılsa bile mutlaka içinde toplumsallık taşır.

Romanda işkence sahneleri çok sarsıcı. Sizce bu vahşete rağmen insanlar nasıl direnebildi, nasıl ayakta kaldı?

Romanda okuduğunuz gibi, en ağır işkencelerden gelen arkadaşlar tedavi edilirken ve o işkencenin ayrıntılarına girilirken insanların sinir gerginliğinden kahkaha atmaya başlaması, bu olayla baş etmenin ipucunu veriyor. Benim bizzat tanık olduğum bir durum insan psikolojisinin garip bir direnişi. İşkence gerçekten bir insanlık suçu. Bunun karşısında ya intihar edeceksiniz ya direneceksiniz başka çaresi yok.

Peki, Türkiye bugün işkence mağdurlarının yaşadıklarıyla gerektiği gibi yüzleşebildi mi?

Hayır, hiçbir şekilde yüzleşmedi. İşkence Türkiye gibi ülkelerin sürekli olarak başvurduğu bir pratik. Askeri dönemlerde bunu hiçbir çekince duymadan sistematik hale getiriyorlar ve ordu mensuplarına yaptırıyorlar. İşkence, yapılan insan kadar yapanı da aşağılayan insanlık dışı bir durum. Hiçbir hayvan işkence yapmaz, çünkü bu bir insan icadıdır.

Gençlerin adalet ve özgürlük taleplerinin bastırıldığı sahneler var. Bugün de hâlâ aynı kısır döngünün içinde değil miyiz? Ne dersiniz? Bazı talepler neden yerine getirilmiyor?

Bazı dönemlerde toplumların özgürlük talebi ortaya çıkıyor ama bunu toplumun tümüne mal etmek yanlış. Birtakım öncüler çıkıp gerçeği yüksek sesle haykırıyorlar. Toplumun uyuyan kesimleri de böyle uyandırılıyor. Ama bunu iktidarlar da bildiği için bu öncülerin sesini kesmek, yok etmek işlerine geliyor. Buna rağmen dünyanın popülist otokratik yönetimlere evrildiği bu dönemde, özgürlük taleplerini yükseltmek büyük önem taşıyor.

Bekle Beni / Zülfü Livaneli / Can Yayınları / Roman / 189 Sayfa

KitapKültür-SanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper