Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Kültürel Miras ve Müzeler
Söyleşi

Elgiz Müzesi’nin yolculuğu

Türkiye’de modern ve güncel sanat müzeciliğinin öncülerinden Elgiz Müzesi, çeyrek asırlık hikâyesinde bir sergilenme alanının ötesine geçerek, genç sanatçılar için bir üretim ve paylaşım merkezi olmayı da başardı. 17.si düzenlenen heykel odaklı “Teras Sergileri”’yle ve koleksiyonunun büyüklüğüyle bilinen müze, bu yıl 25. yaşını kutlarken hem geçmişin birikimini hem de geleceğe yönelik vizyonunu izleyiciyle buluşturuyor.

Esin Hamamcı
11 Ekim 2025
Fotoğraf: Barış Acarlı

Fotoğraf: Barış Acarlı

Uzun zamandır büyük koleksiyonuyla ve heykel sergileriyle öne çıkan Elgiz Müzesi’nin hikâyesi, yıllar önce Türkiye’de modern ya da güncel sanat alanında gezilebilecek bir müze veya özel koleksiyon bulunmamasından yola çıkarak başlıyor. Koleksiyonun büyüyerek depolarda saklanması yazık olacak kadar değerli bir hâle gelmesi, bu eserlerin kâr amacı gütmeden, herkesin görebileceği bir mekânda sergilenmesi fikri doğuyor ki müze de böylece kuruluyor.

Tamamen heykel üzerine odaklı Teras Sergileri’nin bu sene 17.si düzenleniyor ve sergiTerastan Yansıyanlar başlığını taşıyor. Burada 35 sanatçının 35 eseri terasta izlenebiliyor. Elgiz Müzesi’nin iç mekânında ise kendi koleksiyonuna ait bir seçkiyle hazırlanan 35 sanatçının 41 eseri Serap Mevsimi başlığıyla sergileniyor. Kurucu Aile Üyesi Ayda Elgiz Güreli’yle müzenin kuruluş serüveninden, koleksiyonerliğin inceliklerine, heykel sanatının zorluklarından terasta kurulan dayanışma ortamına uzanan samimi bir sohbet gerçekleştirdik.

Koleksiyonerlik hikâyeniz nasıl başladı ve gelişti?

Çok uzun yıllardan beri benim de ‘başlığım’ ikinci jenerasyon koleksiyoncu oldu. Neden böyle oldu? diye soracak olursanız, ben ve kardeşim sanatın içinde büyüdük diyebilirim. Bir şeyi anne baba bu kadar çok verince ya çok seversin ya da nefret edersin. Biz çok sevenler tarafında kaldık. 30 küsür sene öncenin Türkiyesinde güncel sanat nedir, modern sanat nedir, ikisinin arasındaki fark tam olarak nasıl tanımlanır gibi konular çok da yoktu. Yurt dışında “contemporary art” çizgisi oluşmuştu tabii ama Türkiye’de bu farklar henüz belirgin değildi.

Arkadaşlarımın da aileleri son derece klasik aile yapısına sahipken, bizim eve çok enteresan insanlar da gelir giderdi. O zamanın genç sanatçıları gelirdi. Ben de onlara hayranlık duyardım. Benim annemle babamın gerek ayakları yere basan sanatçılar gerek genç, henüz o zaman adı belki de duyulmamış sanatçılarla, çok renkli insanlarla arkadaşlık ediyor olmasına da vizyonlarının açık olmasına da hayran olurdum. Böyle bir ortamda büyüme fırsatı bulduk ve okul mezuniyeti, lise mezuniyeti, doğum günü hediyesi vs. küçük yaştan beri alınan hediyeler hep sanat eseriydi. Ben küçüktüm, Türkiye’de güncel sanat da yaşça küçüktü. Birlikte büyüdük diyebilirim. Ben de çocuklarıma aynısını yapmaya çalışıyorum.

Elgiz Müzesi, kurumsal bir koleksiyonun oluşumu ve sergilenmesi açısından Türkiye’de öncü bir örnek. Sizce bir müze koleksiyonunun oluşturulmasında temel belirleyiciler nedir? Koleksiyonerlik tanımı sizce nedir?

Biz sanatın büyümesini görmekten her zaman memnunuz. Bütün dünyada popüler kültür haline de geldi diyebiliriz. Herkes bir şekilde içinde olmak istiyor. Ben New York'ta NYU Üniversitesi’nde Sanat Yönetimi/ Müzecilik master’ı yaptım. Bunu yapmamın amacı biraz daha akademik olarak da bunu öğrenmekti. Mezuniyet tez projemde -2003’lerden bahsediyorum- o zamanlardaki “Starchitect” denilen mimarların yaptıkları dev müzeleri incelemiştim. O zaman da dünyada çok büyük bir polemikti: “Dramatik mimari içindeki sanat eserini öldürür mü yoksa beraber mi yaşıyorlar?”. Birkaç müzeyi ele alıp bu soru üzerinden incelemiştim ve benim yorumum “ben ikisinin beraber yaşadıklarına inanıyorum”du. Sonuçta herkesin birbirini geliştirip büyüttüğü bir yer.

Sanat koleksiyonculuğu da popüler oldu ama yine de herkes birbirinden bir şey görüyor, öğreniyor. Bu vesileyle sanatçılar da kendilerini geliştirebilecek imkânlar bulabiliyor. Sanatçının da büyüyebilmesi için gözükmesi lazım, koleksiyonerler tarafından eserlerinin alınıyor olması lazım. Ancak bu koleksiyonların da -maalesef her zaman çok mümkün olamasa da- halka açık olması lazım. Sanatçı, göründükçe tanınıyor nihayetinde.

Örneğin müze mazimizde koleksiyon ex-change’leri yapmıştık. Birkaç sergi derlemiştik, kişilere ulaşıp, “bize 3 eser göndermenizi istiyoruz” deyip, o eserleri misafir küratörle sergilemiştik. Böylece eserler de gün yüzüne çıkmıştı.

Daha niş bir alan diyebileceğimiz bir tür alan olarak koleksiyonerlikte konu heykel olunca değişen noktalar nelerdir?

Bir koleksiyonerin ev ödevi eseri arşivlemesi, sigortalaması, saklaması ve özellikle paylaşmasıdır. Biz bütün eserlerimizi her zaman yurt dışıyla da paylaşıyoruz. Bir kitap yapmak veya retrospektif yapmak isterlerse diye Avrupa’daki ya da Amerika’daki temsilcilerine iletiyoruz. Her zaman onlarla bu eserleri paylaşabileceğimizi söylüyoruz.

Heykel tabii ki zor bir mecra çünkü saklaması zor. Koleksiyonerler de bu nedenle biraz korkarlar. Kimi malzemenin de bakımı zordur. Kimisi için de örneğin koleksiyoner eserleri edisyonlu zanneder ancak ancak heykeller 5+1 veya 6+1’dir ve bu durum tamamen kalıpla alakalıdır. Fakat heykel de plastik sanatlar, video art gibi apayrı bir boyuttur. Biz her zaman sevdik ve hep içindeydik. Teras Sergileri’yle de hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Gittiğim yerlerde de boş alanları nasıl ve hangi eserle değerlendirebilirim diye düşünüyorum.

“Terasımızı Heykellere Açıyoruz”

“Teras Sergileri” sersisinin hikâyesi nasıl başladı?

Şu anda oturduğumuz bu yuvarlak masa bizim için çok anlamlı çünkü hem ailemiz hem benhem de çalışanlarımız, stajyerlerimizle burada bir araya gelip kararlarımızı alıyoruz. ‘Daha neler yapabiliriz?’ gibi sorularla beyin fırtınası yaparak projelerimizi şekillendiriyoruz. Bu alanın varlığı, hem koleksiyonu çeşitlendirmemize hem de eserleri rahatça sergileyip depolamamıza olanak sağlıyor. Bu yıl müzemizin 25. yılı. Genç sanatçılarla yakın ilişkilerimiz ve sanayi bölgelerine yakın konumumuzun avantajlarını da değerlendirerek ‘terasımızı heykellere açıyoruz’ dedik. Amacımız, heykeltıraşlarla eserlerini görmek isteyen izleyicileri buluşturmak.

Müzenin iç mekânındaki eserlerin tamamı da Elgiz Müzesi koleksiyonuna ait. Burada, koleksiyondan temalı seçkiler ya da misafir küratörlerin hazırladığı özel sergiler yer alıyor. Terasta ise durum farklı. Burada sergilenen eserlerin tamamı koleksiyona ait değil. Eserler konusunda tarafsız bir seçim süreci yürütmek için ise Seyhun Topuz, Rahmi Aksungur, Nilüfer Ergin, Meliha Sözeri ve Ömer Emre Yavuz’dan oluşan bir seçici kurul oluşturduk. Sergi temalarını belirledikten sonra açık çağrıya çıkarak sanatçılara ulaştık.

Açık çağrıdan sonraki kurulum sürecini ise tam bir ‘panayır’ şeklinde diyebilirim. Çünkü, açık çağrıdan sonra dosyalar toplanıyor, tekrar seçici kurulla seçim yapılıyor ve kurulum için sanatçılara belli bir gün verilip aynı günler içerisinde sergi kurulumu gerçekleştiriyoruz. Bu süreçte sokak kapatılıyor, vinç geliyor, eserler yukarı çekiliyor… O sırada yemekler yeniyor, bir şeyler içiliyor. Müzikler eşliğinde yardımlaşarak gerçekleşen bu kurulumlar sanatçılar arasındaki paylaşım açısından da önem taşıyor. Bu sergiler, havanın iyi olduğu zamanlarda yapılabiliyor çünkü müzenin yer aldığı mahalle Ayazağa ve burası “ayaz”ıyla meşhur. Kış sezonunda ise eserler toplanıyor.

Son olarak eklemem gerekirse yaklaşık 7 senedir Eylül ayında “charity” gecesi gibi bir gece düzenliyoruz. Senede tek biletlik gerçekleşen bu etkinlikte toplanan bağışlarla sanatçı fonlarına yatırım yapılıyor. O gecede “silent option” denilen gizli müzayede gerçekleşiyor. Bu da sanatçının kendisine belli bir saat aralığı ve bir fiyat belirlemesiyle başlatıyor.

Süre bittikten ve sanatçılarla koleksiyon arasındaki ilişki geliştikten sonra Elgiz Müzesi,lojistikte ve diğer tüm konularda yardımcı oluyoruz. Bizim buradaki görevimiz sanatçıyı mümkün mertebe görünür kılmak, destek olmak.

Teras Sergileri, bu yıl, diğer yıllardan farklı olarak davetli sanatçılarla hazırlandı. Dünyada ve Türkiye’de gündem oluşturan temalarla şekillenen önceki sergilerden farklı olarak, bu yılın küratöryel yaklaşımını nasıl tanımlarsınız? Bu değişim neyin göstergesi?

Kendimizi sürekli olarak yenilemeye çalışıyoruz. 17. kere yaptığımız için çok duyulmaya başlandı ve talep de arttı. O nedenle biraz daha çerçeveyi daraltabilmek adına bu sefer davet üzerine yaptık. Bir tema belirttik ve davet ettiğimiz sanatçılar o temaya uygun şekilde eserlerle katıldılar.

Eserlerin çoğu ise buraya özgü oluyor. Sanatçılardan bize örnek olarak iki eser göndermesini talep ediyoruz. Kimisi halihazırda serginin temasına ve kendi çizgisine uygun eserini kimisi ise hazırlanması planlanan eserin maketini iletiyor. Seçici kurulla birlikte sanatçılarla da birlikte karar verdiğimiz bir süreç diyebilirim. Teras sergilerinin seçkisi her zaman seçici kurulla ilerliyor. Fakat müzenin geçmişinde birçok Türk veya yabancı misafir küratörlerle de çalışmışlığımız var.

Bunun yanı sıra müze koleksiyonundan oluşan bir diğer sergi Serap Mevsimi de farklı perspektiflerden bakıldığında hayal ile gerçek arasındaki ince çizgiye atıf yapan bir sergi olarak karşımıza çıkıyor. Burada hangi sanatçılarla karşılaşıyoruz?

Aslında fikir kurucumuz Can Bey’in fikriydi. Kendi yorumum olarak ise şunu söylemek isterim; müzede veya evinizde belli yerlere astığınız eserler vardır ve bu eserler aslında yaşıyor. Her baktığınızda içinde başka bir şey keşfedersiniz. Bu durum ise ruh haline göre değişebilir. Ben mesela müzeye her gün geliyorum. O sergi boyunca gördüğüm resmin anlamı, ruh haline, dışarıda güneş veya yağmur olmasına göre bile değişebiliyor. Serap kavramı da aslında bu noktada devreye giriyor; her baktığında başka bir hayal oluşturma fikri.

Müzenin sanat yayıncılığı tarafında nasıl bir misyonla ilerlemek istediniz?

Çok güzel kitaplar hazırlıyoruz ve bu kitapları asla katalog niteliğinde değil, tamamen kütüphane kitabı niteliğinde, uzun süreli ve saklanması gerekecek şekilde yapıyoruz. Örneğin fotoğrafları mutlaka sergi mekânında çekiyoruz. İzleyici de tüm bu hikâyenin içinde gezdirmek istiyoruz.

Sergiye ek olarak eğitim programları düzenleniyor, bu programlardan bahsetmek ister misiniz?

Çok fazla çocuk geliyor ve bu da eskiden beri en özendiğimiz noktaydı. Özellikle özel okullardan 3 yaşından itibaren birçok öğrenci geliyor. Birçok üniversite öğrencisinin ödevleri bu müze üzerinden veriliyor. Ben uzun yıllardır bir üniversitede Sanat Yönetimi dersi veriyorum ve derslerimi de bu müzede yapıyorum. Yaşayan eserlerin önünde bunları yapabilmek, müze kurmayı, müzayede oluşturmayı, alım-satım yapmayı vs. her şeyi burada öğrenmiş oluyorlar ve burada yapmış oluyoruz. Eserleri de buradan gerçek künyelerle, eserlerle oluşturmalarını istiyorum. Onlara da bu kokuyu aldıra aldıra öğretme imkânım oluyor.

Elgiz Müzesi Kurucusu Can Elgiz: “İstanbul’da Çağdaş Sanatı Nerede Görebiliriz? Sorusundan Yola Çıktık”

1970’lerin sonu, 80’lerin başında koleksiyonerliğimiz vardı. Biraz mimar olmamın verdiği görsel bakış, biraz da aileden gelen sanat merakıyla şekillendi bu yolculuk. Pazar günleri galerilerle önceden randevulaşır, sergileri gezerdik. Zamanla yurtdışı fuarlarını takip etmeye başladık. İstanbul Bienali vesilesiyle hem yurt dışında hem burada yabancı koleksiyonerlerle tanıştık. Onlar sık sık “İstanbul’da çağdaş sanatı nerede görebiliriz?” diye sorardı.

O dönem genç sanatçılar galerilerde kolay kolay sergilenmiyordu. Bu eserlerin görülebileceği bir mekân ihtiyacından yola çıktık. Yurt dışı deneyimi çok yüksek olan Vasıf Kortun’la birlikte, Levent’te bizim yaptığımız bir binanın zemin katında projeye başladık. 2001’de yalnızca küratöryel sergiler yapıyorduk. Zamanla koleksiyoner dostlarımız “Kendi koleksiyonunuzu neden göstermiyorsunuz?” diye sormaya başladı. O süreçte -Barbaros Çağa’nın koleksiyonu gibi- başka koleksiyonlara da yer verdik. Sonra tekrar kendi koleksiyonumuza döndük.

Levent’teki mekânımız, Kanyon AVM açılıp çevre kalabalıklaşınca yetmemeye başladı. 4-5 yıl sonra Maslak’a taşındık. Yeni yerimiz çok daha genişti. Heykelleri bütün binaya yayabiliyor, ön tarafı bir heykel bahçesi gibi düzenleyebiliyorduk. Haşim Nur Gürel’le konuşurken “Binanın üstünü niye kullanmıyoruz?” fikri ortaya çıktı. Terasımız, normalden 10 metre yüksekte, asansör ve yangın merdiveniyle ulaşılabilen bir alan. Burada açık hava sergileri düzenlemeye başladık. Haşim’in desteğiyle seçici bir kurul oluşturduk, 17 yıldır “Teras Sergileri”ni yapıyoruz. Açık çağrı ile sanat kurumlarına, üniversitelere, derneklere duyuru yapıyoruz ve seçilen eserleri burada sergiliyoruz.

Bizim amacımız heykeli görünür kılmak, koleksiyonerlerin bahçelerine, fabrikalarının önüne heykel koyma alışkanlığı kazandırmak. Yılda bir kez sanatçı ve koleksiyonerleri buluşturuyor, aralarında doğrudan ilişki kurulmasına aracılık ediyoruz. Galeri gibi çalışmıyoruz ama pek çok sanatçı bu sayede koleksiyonlara girdi, tanındı.

Her sergi için katalog hazırlıyoruz. Bu kataloglar kitap niteliğindedir. Süreci, eserlerin mekânda çekilmiş fotoğraflarını içeriyor. Sergi kurulduktan sonra 10 gün içinde çekimler tamamlanıyor ve katalog basılıyor. Böylece her sergi, hem belleğimizde hem de kütüphanelerde kalıcı bir iz bırakıyor.

Terastan Yansıyanlar sergisini Ekim ayı sonuna dek Elgiz Müzesi’nde ziyaret edebilirsiniz.

Serap Mevsimi sergisini 15 Kasım tarihine dek Elgiz Müzesi’nde ziyaret edebilirsiniz.

Kültürel Miras ve MüzelermüzesanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper