Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Söyleşi

Suzanne Lazy: “Görsel etki yaratmak için çok şeyden vazgeçmeye hazırım”

Amerikalı performans, enstalasyon, video sanatçısı ve eğitimci Suzanne Lacy, 12 Eylül - 14 Aralık tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde açacağı Birlikte / Togæther isimli sergisiyle ilk kez İstanbul’da olacak.

Zeynep Miraç
20 Eylül 2025
Suzanne Lacy. Fotoğraf: Brittney Valdez

Suzanne Lacy. Fotoğraf: Brittney Valdez

1945 doğumlu Suzanne Lacy, kamusal sanat alanında yetkin bir sanatçı. California State Fresno Üniversitesi’nde psikoloji okuduğu sırada feminizmle tanıştı. Yıl 1969’du, gençliğin isyan rüzgarının bütün dünyayı sardığı bir zaman dilimi. Psikoloji alanında feminizmin yükseldiği bir dönemde, Freud’un kadınlara bakışını sorgulayan kadın psikologlarla bir araya geldi. Mezun olup kendi okulunda ders vermeye başladığında Faith Wilding ile bir feminizm grubu kurdular. İlk toplantıda ancak 30-40 kişiyle buluşabildiler. Zaman içinde topluluk büyüdü, feminizm hem akademiye hem de sanata yayıldı.

Lacy, feminizmi sınıf mücadelesi, ırkçılık ve sosyal adalet temalarıyla birlikte çalışan bir sanatçı. Tecavüz, şiddet, yaş ayrımcılığı 1970’lerden bu yana odaklandığı konular arasında. Yarım yüzyıldır güncelliklerini yitirmemeleri Lacy’nin “hatası” değil elbette…

“Yeni nesil kamusal sanat”ın öncüsü kabul edilen Suzanne Lacy’e en sık sorulan soru şu olsa gerek: Sanat ile aktivizm arasındaki çizgi nerede? Ben de sordum, cevabını okuyabilirsiniz. Onun bu soruyla sürekli karşılaşmasının nedeni ele aldığı toplumsal konular değil sadece. Performanslarını gerçekleştirirken benimsediği yöntem bunu akla getiriyor. O, sanatçıları akademisyenler, yerel yönetimler ve aktivist gruplarla bir araya getiriyor. Toplumun farklı kesimlerini gönüllülük esasıyla buluşturuyor ve odağına insanı alıyor. Bir arada yarattığı diyalog üzerinden sivil toplumun sesini çıkarmasına aracılık ediyor. Belki doğru soru şu olmalı, onun ortaya çıkardığı performansları aktivizm kataloğundan çıkarıp sanatın alanına sokan ne?

Performans Giysisi, 1974

Suzanne Lacy

Kendisi bunu “Benim için önemli olan, işin duygusal etkisi ve ayrımcı algıları değiştirme gücüdür,” cümlesiyle açıklıyor, elbette performansın estetik perspektifini de eklemek gerekir.

Bizim Sakıp Sabancı Müzesi’nde göreceğimiz sergisi Birlikte / Togæther ise -tıpkı dünyanın farklı yerlerindeki müzelerde olduğu gibi- yarım yüzyıla yayılan performansların video enstalasyonları… İstanbul’daki sergide beş iş göreceğiz; Three Love Stories/ Üç Aşk Hikâyesi, By Your Own Hand /Kendi Elinle, The Crystal Quilt / Kristal Örtü, Between the Door and the Street/Kapıyla Sokak Arasında ve Whisper, the Waves, the Wind/Mırıltı, Dalgalar, Rüzgâr…

Bu sergide 1970’lerden 2000’lere uzanan çalışmalarınızı göreceğiz. 50 yılı aşkın süredir ortaya çıkardığınız işlere bakınca bu yolculuğu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu soruyu eserlerim üzerine retrospektif sergiler düzenleyen çeşitli küratörlere de sordum: Erken dönem performans, fotoğraf ve video çalışmalarımın bedene odaklanan yönlerini, daha sonraki kamusal alan ve daha açık biçimde politik işlerimle nasıl ilişkilendiriyorsunuz? 50 yılı konuştuğumuz ve medyayı kullanma biçimimde son derece deneysel olduğum düşünüldüğünde, bunun zor bir soru olduğunu söyleyebilirim. Performans sanatı çalışsam da heykel, video ve tasarım eğitimi aldım. Sosyal tasarım, yüksek lisans konumdu. Sanat alanına girmeden önce bir topluluk örgütleyicisiydim. Sanat dünyasına girdiğimde, önceki kavramlarda büyük bir patlama yaşanıyor, son derece deneysel bir dönem geçiriliyordu. Dolayısıyla çalışmalarım bu farklı medya türlerini yansıtıyor. Geçen sürede değişmeyen şeyler ise ayrımcılık, insan ilişkileri, politik ve etik değerlere olan ilgim.

Soğuk Eller, Sıcak Kalp, Aforizmalar'dan, 1975. Fotomekanik baskı.

Suzanne Lacy

Crystal Quilt ve İstanbul’da göreceğimiz Whisper, the Waves, the Wind performanslarınız feminist bir bakış açısıyla kadınların yaş almasına odaklanıyor. Bu performansları yaptığınızda 40’lı yaşlarınızın başındaydınız. Geçen zamanda algınız nasıl değişti?

Bu çalışmalara yalnızca yaş perspektifinden yaklaşmadım. Her zaman ilgimi çeken şuydu; yaşlı kadınların nasıl algılandığı, ne tür ayrımcılıklara maruz kaldıkları, toplumsal cinsiyet normları ve algıları doğrultusunda yaşamlarının nasıl sınırlandığı. Bir bakıma pek çok işimde olduğu gibi temel soru şuydu: Kimlik, hangi fırsatları ve sınırlamaları beraberinde getirir ve bunlar çoğunlukla kamusal alan tarafından nasıl belirlenir? Çocukken en sevdiğim bayramlardan biri Cadılar Bayramı’ydı. Salem Cadı Mahkemeleri’ni okuduğumda, kadınların Amerika ve Avrupa’da cadı olarak algılanışındaki farklar, bu nedenle ölüme varan cezalar beni çok şaşırtmıştı. Disney ile Hollywood’un cadıları kötü ve güçlü ama sonunda her zaman yenilen figürler olarak sunması da etkileyiciydi. Henüz on yaşındayken, kadınlara yönelik derin bir adaletsizlik olduğunun farkına vardım. Cadı imgesi, bu ayrımcılıkla bağlantılı bir sembol gibiydi. Dolayısıyla yaşlı kadınlar, benim için ilgi çekici bir konu haline geldi. Tıpkı kadın cinselliğinin fahişe imgeleri ya da kadınların potansiyel cinsel şiddet mağdurları olması üzerinden temsil edilmesi gibi bunun üzerine de düşünmeye başladım.

1970’lerde kadınların seslerini yükseltme yöntemleriyle günümüzde kullanılan yöntemler arasında ne gibi farklar gözlemliyorsunuz?

Yöntem açısından belki tek fark sosyal medya. Hâlâ örgütleniyoruz, yürüyoruz, yazıyoruz, sesimizi yükseltiyoruz, siyasi kampanyalar yürütüyoruz, sanat üretiyoruz… Konu olarak bakarsak, kadınların dile getirdikleri meseleler hâlâ oldukça benzer. Ama dramatik biçimde değişen, kadınların koşullarına dair küresel farkındalığın artması ve bu koşulların kültürler arasında temel benzerlikler taşıdığının görülmesi.

Kendi kişisel deneyiminizden yola çıkarak, erkek egemen sanat dünyasında bir kadın olarak ne tür zorluklar yaşadınız?

Sanatçı olmaya başladığım yıllarda – ikinci dalga feminist hareketin başlarında, yani 1969-72 civarında – durum çok farklıydı. Sanat okulunda ve sonrasında feminizme yönelik büyük bir korku ve erkek direnci vardı: Kadınlara yönelik şiddet üzerine şakalar yapmak, toplumsal cinsiyet konulu kadın sanatının “gerçek sanat” olmadığını düşünmek, hatta bazen sahnede fiziksel saldırıya uğramak… (Faith Wilding, Judy Chicago ve ben birlikte sahnedeyken yaşandığı gibi) John Baldessari’nin yönettiği bir derste, bir erkek öğrenci “Tecavüz bir sanat biçimi sayılabilir mi?” diye sormuştu. Daha belirgin olan ise fırsat eksikliğiydi: Sergiler, eleştiriler ya da işler açısından kadınlar ve beyaz olmayan erkekler için çok dengesiz bir sanat ortamı vardı. UCLA’de tamamen erkeklerden oluşan bir jüri, bana “Bu işi alırsan öğrencilere ‘tecavüz’ hakkında ders mi vereceksin?” diye sormuştu. Galerilerde, müzelerde, basında ve öğretim kadrosunda kadın sanatçı sayısı bugüne kıyasla çok azdı.

Size bu sorunun sıklıkla yöneltildiğini göze alarak soruyorum. Politik sanat ile aktivizm arasındaki çizgiyi nerede çekiyorsunuz?

Bunu soyut olarak yanıtlamak zor ama bazı düşünce biçimlerimi paylaşabilirim. Öncelikle, bu çalışmanın yazarı ya da yazarları kim, hangi becerilere sahipler ve niyetleri ne? Politik alanda çalışan çoğu sanatçı ne yaptığının sanat olduğunun farkındadır ve eserlerinin sanat tarihindeki çizgilerle nasıl örtüştüğünü ya da onlardan nasıl ayrıldığını düşünür. Benimse görsel ve biçimsel “mükemmellik”e dair farklı bir ilgim var. Bu, işlerimin mükemmel olduğu anlamına gelmiyor ama görsel etki yaratmak için çok şeyden vazgeçmeye ve çok şey talep etmeye hazırım. Crystal Quilt’te, bazı aktivist arkadaşlarım, uzak bir eyaletten 500 sandalyeyi yedi bin dolara getirmemi anlayamamıştı. Onlara göre farklı tür ve renklerde sandalyeler birleştirilebilirdi. Ama benim için bu pazarlık konusu değildi; sandalyeler, kadın katılımcıları onurlandırma fikrinin ve Miriam Schapiro’nun tasarımının görsel gücünün ayrılmaz parçasıydı.

Katılımcıların ve iş birlikçilerin deneyimi, benim için belirli bir siyasi gündemden daha önemlidir. Evet, kimi işlere siyasi hedefler eşlik edebilir –örneğin bir yasanın kabul edilmesi ya da reddedilmesi– ama işin “başarısını” bu sonuçlara bağlamam. Benim için önemli olan, işin duygusal etkisi ve ayrımcı algıları değiştirme gücüdür. Toplumsal değişimi, tek bir eylem ya da etkinlikle başlatılan bir şeyden ziyade, uzun bir süre boyunca aynı yönde iten pek çok aktörün ortak çabası olarak düşünürüm.

Dünya şu anda büyük bir kriz içinde. Sanatın, çağdaş sosyal krizlerde hâlâ güçlü bir rol oynayabileceğini düşünüyor musunuz?

Evet. Hem sanatçı hem politik eğilimleri olan kişiler için bu krizleri ele almaktan başka bir seçenek yok.

Peki sanatın toplumu dönüştürebileceğine inanıyor musunuz? Yoksa daha çok tanıklık mı eder?

Bu soruyla, sanatsal pratiğin değişim yaratma yönüne dair bir yanıt aradığınızı anlıyorum. Gerçekten “dönüştürür” mü yoksa olup biteni yalnızca resmeder mi? Eylem/ etki/ değişim ile belgeleme/ tanıklık/ raporlama arasındaki bu soru, bugün sıklıkla “sosyal pratik sanatı” olarak adlandırılan alanın evriminde verimli bir tartışma. Bence bu sorular, sanatçıların sanat stratejilerini ve biçimlerini sürekli olarak geliştiren araştırmalarında önemli bir rol oynuyor.

Son dönemde sizi en çok etkileyen toplumsal ya da siyasi gelişme ne oldu?

Küresel ölçekte faşizmin yükselişi, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde. Şu anda aklımda en çok yer eden, göçmenlik meselesi çerçevesinde ABD’de Latin kökenli insanların yakalanması ve hapsedilmesi. Ama bunun yanında kadınların üreme hakları yoluyla bedenleri üzerinde kontrol sahibi olma yetilerini kaybetmesi dahil pek çok başka mesele var.

Küresel ölçekte politik sanat alanında gözlemlediğiniz yeni eğilimler neler?

Özellikle, beyaz olmayan sanatçıların aktivizm ve sanat biçimlerini keşfetme biçimlerinin artışından heyecan duyuyorum. Ortaya koydukları konular –hapsetme, yoksulluk, ayrımcılık– uzun süredir gündemimizdeydi, ama çalışma yöntemlerinde ve algılarındaki tazelik ve derinlik toplum için gerekli.

Türkiye gibi ülkelerde kamusal sanat üretimi üzerine düşünceleriniz nelerdir?

Tanıdığım çeşitli Türk sanatçılarla buradaki siyasi durum hakkında konuşuyorum ve ilgimi çekiyor, ancak yorum yapabilecek kadar bilgi sahibi değilim.

Suzanne Lacy’nin SSM’de sergilenecek eserleri

Three Love Stories/ Üç Aşk Hikâyesi

Üç Aşk Hikâyesi (1975-76), aşk ve şiddet arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir fotoğraf serisi. 1970’li yıllarda kendi kuşağının pek çok sanatçısı gibi Lacy de kendi bedenini kullanarak bireysel performanslar yapıyordu. Kadın bedeninin salt cinsel bir nesne olarak algılanması ve geleneksel güzellik ölçütlerine ulaşma çabası gibi bugün hala tartıştığımız konuları ele alan bu seri aynı zamanda bedende kimliklenme, beden-ruh ikilemi, psikolojik olgularla beden ilişkisi, ruhsal ve fiziksel yaralanmaların bedende gerçek ya da metaforik ifadesi gibi olgulara değiniyor. Ana motif olan şiddet, izleyiciye bedenin gücünü ve kırılganlığını gösteriyor. Fotoroman şeklinde bir araya gelen karelerin açıklamaları da Lacy’nin romantik sözlere ironik yaklaşımını taşıyor.

Gotik Bir Aşk Hikayesi, Üç Aşk Hikayesi'nden, 1975-1976, Fotomekanik Baskı.

Suzanne Lacy

By Your Own Hand /Kendi Elinle

Kendi Elinle (2015), kadınlara yönelik şiddetin sıkı yasal önlemlere rağmen engellenemediği Ekvador’un başkenti Kito’da gerçekleştirilen bir toplumsal performans. Performansın çıkış noktası, Kito Belediyesi’nin Kito Çağdaş Sanatlar Merkezi’yle iş birliği yaparak 2011-2012’de gerçekleştirdiği Cartas de Mujeres (Kadınların Mektupları) projesi. On bini aşkın Kitolu kadından toplanan binlerce anonim mektup, 25 Kasım 2015’te, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Kito’nun Boğa Güreşi Arenası Plaza de Toros Belmonte’de erkek katılımcılar tarafından okundu. Bu performans daha sonra başlı başına bir video enstalasyon olarak yeniden üretildi.

The Crystal Quilt / Kristal Örtü

Kristal Örtü (1985-87), Minneapolis’te bulunan Philip Johnson imzalı IDS gökdeleninin Crystal Court adı verilen alışveriş merkezinde gerçekleştirilen bir toplumsal performans. Performansa katılan 430 kadın ve merkezi dolduran 3000’e yakın izleyiciyle Lacy’nin en geniş katılımlı işi. 1987 yılının Anneler Günü’nde gerçekleşen Kristal Örtü’nün ana motifi kadınların yaşlanma deneyimi, yaşlanan kadınların medyada nasıl temsil edildiği ve bu temsillerin toplumsal tahayyülde nasıl karşılık bulduğudur. Örtünün motifini sanatçı Miriam Shapiro tasarlamıştı.

Kristal Örtü, 1985-1987, Performans.

Suzanne Lacy

Between the Door and the Street / Kapıyla Sokak Arasında

Kapıyla Sokak Arasında (2013), Suzanne Lacy’nin New York’un Brooklyn mahallesinde, 60 evin merdiven basamaklarında sohbet etmek üzere bir araya gelen 400 kadının katılımıyla gerçekleştirdiği bir günlük bir sokak performansı. Sanatçının belirlediği sorularla koreografisi yapılan, fakat doğaçlama sohbetlerle ilerleyen bu toplumsal buluşma, sokakta konuşulan mahrem konular aracılığıyla özel alan-kamusal alan arasındaki ayrımı, kadınlık deneyimleri perspektifinden yansıtıyor. Üç kanallı bir video enstalasyon olarak sergilenen Kapıyla Sokak Arasında, izleyiciyi feminizmin bugün ne anlama geldiğinden cinsiyet ayrımcılığının çeşitli biçimlerine, kadınların istihdamından savaş bölgelerinden göç etmek zorunda kalan kadınların yaşadığı zorluklara, ev işlerinden ilişkilere birçok konuya dair bu sohbetlere ortak ediyor.

Kapıyla Sokak Arasında, üç kanallı video enstelasyon

Suzanne Lacy

Whisper, the Waves, the Wind / Mırıltı, Dalgalar, Rüzgâr

Mırıltı, Dalgalar, Rüzgâr (1984), yaşları 65-95 arasında değişen154 kadının katılımıyla Güney Kaliforniya’da gerçekleştirilen bir günlük bir buluşma. Buraya sanatçının çağrısı üzerine beyazlar giyerek katılan kadınların sohbetleriyle ilerleyen performans, Lacy’nin sanatında bireysel performanstan toplumsal ölçeğe geçişte önemli bir kırılma noktası.

Fısıltı, Dalgalar, Rüzgar, 1983-1984, Performans.

Suzanne Lacy

SergilerKültür-SanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper