Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Haber

Dar alanın seslerine kulak vermek

Biz ve Onlar sergisi Cevdet Erek’in karşılıklı etkileşim imkanlarına dair sorduğu soruları Liverpool Bienali’nin ardından, Galeri Nev İstanbul’da izleyiciyle buluşturuyor. Tek ses olmuş bağırışların ve iri yapılarla daralan alanlarda çok seslilik ihtimalinin sorgusu, bu kez misafir tribünleri aracılığıyla görünür oluyor.

Firdevs Ev
18 Eylül 2025
Fotoğraf: Barış Özçetin

Fotoğraf: Barış Özçetin

Cevdet Erek’in 12 Eylül-7 Kasım tarihleri arasında Galeri Nev İstanbul’da izleyiciyle buluşacak Biz ve Onlar sergisi, sanatçının Liverpool Bienali’nde sergilenen işlerine yaptığı ekleme ve güncellemelerle İstanbul’daki izleyiciyle buluşuyor. Bienalin Bedrock başlığıyla belirlenen teması, Liverpool kentinin toprak katmanlarına yaptığı göndermenin ve temel, zemin, dayanak noktası gibi jeolojik anlamlarının yanı sıra kimlik, aidiyet, sınırlar, hafıza, direniş, çözülme, yer değişikliği, göç gibi kavramları da akla getiriyor. Biz ve Onlar sergisinin hazırlıkları devam ederken sanatçının irdelediği sorularda da karşımıza çıkan bu kavramları, yazılı bir söyleşi ile ele aldık.

Cevdet Erek, Away Terrace (Anfield) 2025, Away Terrace (Goodison) 2025, Away Terrace II 2025, Away Terrace (split) 2025. Liverpool Biennial 2025 at Walker Art Gallery. Fotoğraf: Mark McNulty.

Önceki işlerinizle de bağlantıyı kurarak, çalışmalarınızda sıkça karşılaştığımız basamak formundan bahsederek başlamak istiyorum. 2017 Venedik Bienali’ndeki ÇIN, Hamburger Bahnhof’da sergilenen Bergama Stereo ve Arter’deki Bergama Stereotip ilk aklıma gelenler. İzleyici, kurduğunuz alanların bazen üzerinde yürüyor, bazen sesini dinliyor, öyle ya da böyle onunla etkileşime giriyor. Bu yapının yarattığı etkileşimin yapıtlarınızdaki hikâyesine dair neler söylersiniz?

Üzerinde yürünebilecek, oturulabilecek basamakları sanırım ilk kez 2014’te, Roma’daki MAXXI, yani XXI. Yüzyıl Sanatı Müzesi’nde sevgili Hou Hanru küratörlüğünde gerçekleşen Open Museum Open City (Açık Müze Açık Kent) adlı sergideki enstalasyonumda kullandım. Bu büyükçe sergi için Zaha Hadid Architects tasarımı olan müze binasının tüm galerileri ve giriş holü gibi ortak kullanım mekânları boşaltılıp genelde sesle veya müzikle çalışan sanatçıların çalışmalarına ayrılmıştı. İlk yer keşfi ve çalışma seyahatinin ardından mekâna özgü bir çalışma yapmam için, müze binasının üst katlarından birinde yer alan ve kenarındaki uzun bir rampa ile birbirlerine bağlı üç ayrı yüksekliğe sahip kavisli planlı bir galeriyi seçtik. A Room of Rhythms-Curva (Bir Ritim Mekânı-Curva) adını alacak enstalasyon çalışması için galeri mekânının üç farklı yükseklikteki döşemelerinin kenarlarındaki cam korkulukları geçici olarak kaldırma izni aldık, daha önce kalıp ve benzeri işlerde kullanılmış ahşaplardan oluşan basamaklarla bu farklı kotları birleştirdik ve basamaklar ile kesintisiz bir akışa sahip tek bir mekân elde ettik. Mekânın en sonuna ulaşıldığında alt kata giden diğer rampanın üzerine inşa ettiğimiz bir platform, üzerine yerleştirdiğimiz basları kuvvetli konser-klüp tipi büyükçe hoparlör toteminden gelen ritim ve de ziyaretçilerin çekerek yerlerini değiştirebildikleri seyyar hoparlörden gelen -o günlerde Roma’da gerçekleşmekte olan ve mülksüzleştirme politikalarını protesto eden eylemlerde kaydettiğim- davul ve benzeri ritimlerle yerleştirme tamamlandı. Burayı biraz uzattım, Liverpool’daki işin ana konusuna bağlamak için Roma’dan bir hatırayı da iletmek istiyorum. Sergi açılış gününde alt kattan gelen rampadan, o kuvvetli ritimle zangırdayan platformun altından ve yankıların içinden mekâna girerken bir izleyici bana, “Burası bir koridordan stadın tribünlerine çıkmayı ve dolu stadyumun içinin ilk görüldüğü anı hatırlattı bana, bilir misiniz bu hissi?” minvalinde bir soru sordu. Ben de eserin başlığındaki “Curva” kelimesinin bu kavisli planlı galeriye ama aynı zamanda Roma’nın stadyumunun Curva kale arkası tribünlerine ve 70’lerin alt kültürlerinde meşhur taraftar gruplarına da işaret ettiğini anlatmış, biraz da eski İstanbul statlarının atmosferlerinden bahsetmiştim.

2017 Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’ndaki ÇIN’da ise bağımsız bir yapının parçası olan, farklı basamak grupları içeren ve bu basamaklardaki hareketin, eserin deneyimlenmesini hayati şekilde etkilediği büyükçe bir denemeyi gerçekleştirmiş olduk. Görselliğin tiyatro ve stadyum gibi tarihsel yapı tiplerini hatırlatmasının yanında izleyicinin basamaklardaki hareketi, yukarıdaki platformda yer alan üst üste yerleştirilmiş yöneltmeli (directional) hoparlörlerden gelen ritmik seslerin, fısıltı gibi konuşmaların ne şekilde ve hangi sırada duyulacağını belirliyordu. Arka taraftaki basamaklar ise tellerle kapatılmış ve kapısına kilit vurulmuş, ulaşılmaz bir şekilde bırakılmıştı. Bu bölüm ÇIN için yazdığım metinde Misafir Tribünü olarak adlandırılmıştı ve o dönemde İstanbul’da güvenlik nedeniyle kullanım engellemeleri olan kamusal alanlara da işaret etmeye çalışıyordu. 2019’da Almanya’da Bergama Stereo’da ve ardından İstanbul’da Arter’de Bergama Stereotip’te basamakları yine hem kuvvetli bir biçimin parçası hem de ziyaretçinin hareketi ile sesleri algılaması için mühim bir bileşen olarak kullandık. Böylece insanların üzerinde gezinebildiği veya durabildiği basamaklar, kademeler ve sergileme alanlarıyla bütünleşen yapılardan, tümü de sesli yapılardan oluşan bir nevi üretim repertuarı oluşmuş oldu. Bunun bir nedeni, performans alanlarıyla çeşitli rollerde kurduğum ilişkiler ve stadyum tecrübeleri, diğer yandan da bol yükseltili İstanbul ve başka kentlerle kurulan ilişkiler. Diğer yandan, çevresinde dolanılan, basamak ve rampalarla yükselip alçaldığımız kademeli işler, izleyicinin ses kaynaklarıyla ilişkisi üzerinde denemeler yapmak için çok fırsat sunuyor.

Bienalde futbol stadyumlarının yapısından yola çıkan Away Terrace (Us and Them) işini, Galeri Nev İstanbul’da, bu kez ana yapıdan alınmış kesitler formunda görüyoruz. Parçalanmaz sanılacak bir şeyin burada yapısı sökülüyor. Tribünlerdeki insan kalabalığının da böyle bir etkisi olduğuna katılır mısınız? Hem asla bölünmez gibi görünen yüksek, ortak bir ses etrafında birlik olma hali hem de o sınırların dışına çıkıldığı an birbirini tanımayacak, yabancılaşacak bir kalabalık.

CE: Yapıların parçalanmasına aşinayız. İşlevini kaybetmiş veya kaybettirilmiş mimari yapıların parçalarının yerlerinden koparılarak devşirilmelerine ve yeniden kullanılmalarına da... Çevremizdeki çoğu mabette eskiden kalan başka mabetlerden veya binalardan koparılarak gelen bloklar sütunlar ve benzeri yapı elemanları var. Bazıları da çok uzaklardan getirilmiş. Diğer yandan müzecilik bize başka yerlerden koparılmış yapı elamanlarını sergiliyor, başka dönemlerden başka tür buluntular ile yeni bağlamlar oluşturuyor, anlatılar kurguluyor. Bunlara aşinayız. İnsan kalabalığıyla böyle bir ilişki kurmanız çok isabetli; yani o bir mekânda geçici olarak fizikselleşen ve kuvvetlenen bütünlüğün, sınırlı bir süre ardından çözülmesi, dağılmasıyla... Bir sezon için neredeyse şaşmaz haftalık ritim ile tekrarlanmasını da ekleyelim. “Biz”in görsel ve işitsel ifadelerinin düzenlenmesini de. Savaşan grupları hatırlatan kalabalıklar gayet eski araçlar da kullanıyor: bayraklar, değişmez renk kombinasyonları, armalar, davullar, kuvvetli toplu alkış veya ıslık. Tüm bunlar savaş gösterilerinin yapıldığı mimari yapılardan evrilmiş stadyumların içinde ve dışında yaşanıyor.

Cevdet Erek, ‘Away Terrace (Us and Them)’, 2025. Liverpool Biennial 2025 at 20 Jordan Street. Fotoğraf: Mark McNulty

ÇIN’da da vurguladığınız misafir tribünü fikrine Biz ve Onlar’da, işlerinizde sıkça karşılaştığımız çerçeveye alma hali de eşlik ediyor. Bu hikâyenin 2023’te Galeri Nev İstanbul’da başladığını söyleyebiliriz. O zaman sergilenen çepeçerçeve serisinin devamını bu sergide görebiliyoruz. Bu sefer çerçevenin bizzat içinde oluşturulan bir ayrımdan söz ediyoruz. Tribünün içinde, alanı daralan bir misafir tribünü. İster istemez savaşlar, daralan yaşam alanları, göç bağlamında konuşulanlar akla geliyor. Bu çerçeveler hiç dışa doğru da genişlemez mi, ne dersiniz?

Çerçeveyle, bildiğimiz şekliyle geleneksel resim çerçeveleriyle, hatta onların biraz da süslü olanlarıyla uğraşma fikri tam olarak Galeri Nev İstanbul’da 2023’te yapılacak ilk sergi için çalışmaya başladığımızda, galerinin ofis/depo bölümünde yaptığımız sohbetler zamanında oluşmaya başladı. Klasik detaylara sahip bir çerçeveyi öncelikle basamakları andıran kademelerle şekillendirmek, sonra sadece dar bir köşesini varaklayıp oraya Misafir Tribünü yakıştırması yapmak gibi bir fikir üzerine çalışmaya başladım. Venedik’te de kamusal alanlarla, güvenlik bölgeleriyle, hatta savaş mahalleriyle ilişkilendirme yapıyordum ama 2023’te tam Galeri Nev İstanbul’daki ilk sergi üzerine çalışırken patlak veren Gazze olayı ile sınırları tanımlanmış, girişi çıkışı ve kaynakları kontrol altında olan bölge arasında tam bir paralellik var gibi geldi. O günden bugüne dek gelen çılgınlığı ve kesintisiz yıkımı ise hayal etmek tabii ki mümkün değildi. Sonra da işte Liverpool’da diğer çerçeve varyasyonları ve etrafında yürünebilecek kadar büyükçe bir ölçeklendirme, toprak blokları ve sesler takip etti. Çerçeveler her yöne değişebilir tabii, parçalanabilir, onlara delikler de açılabilir veya zamanları geçebilir, gerektiğinde yok da olabilirler sanırım.

Sesin yapısıyla mimari yapılar arasında nasıl ilişki kuruyorsunuz? Çoksesliliğin mesela, bir görüntüsü var mı zihninizde?

Sesin yapısıyla mimari yapılar arasında çok çeşitli ilişkiler kurulabilir. Benim sık uğraştığım bir tarafı tabii ki strüktürlerle ve ritimlerle olan ilişkiler. İçinde bulunduğumuz fiziksellikte ise mimari yapıların içine yeni yapılar yerleştirmek, onlar için ses sistemlerini oluşturmak ve nihayetinde bu durumların sunduğu mekanlarda seslerin yapılarını da tasarlamak gibi temel bir meselemiz var. Çoksesliliğin bir görüntüsü var mı zihnimde? Hayır. İçinde bulunduğum dönemde, belki de fazlasıyla “gerçekten” duyulan seslerle uğraştığımız, kağıt-kalem ve de özellikle dijital ses işleme araçlarının kendi sundukları görselliklere çok maruz kaldığımızdan dolayı belki, sanırım yok.

Liverpool Bienali’nde sergilenen Away Terrace (Us and Them) işinde ev sahibi takım tribününün yedi, misafir takım tribününse tek bir ses deliği vardı ve bu kanalların sesleri iç içe geçiyordu. Biz ve Onlar’da izleyicinin işittikleriyle de birlikte düşünerek bu ses kurgusunu biraz açabilir misiniz?

Liverpool’da toprak blokların arasında tribünler ile koridorlar arası geçişleri andıran 8 adet boşluktan sesler geliyor. Bunların yedi tanesinden güçlü ve ağır tempolu bir ritim duyuyoruz; davulları, alkışları, zangırdamaları andıran sesler ve yankılar, tek bir adedinden ise -rakipten- daha hızlı ama yine benzer tınılara sahip bir ses döngüsü geliyor, daha da heyecanlı. Müzikal anlamda poliritmik değiller, birbirlerine müzikal zaman anlamında “karşı”lar. İzleyici bunu dışarıdan, yani çerçevenin dışından duyabiliyor. Eski işlerde olduğu gibi basamaklara tırmanmak, ortadaki alanda gezinmek mümkün değil. Galeri Nev İstanbul’da ise bu ses kaynaklarından, rakip ritimleri yayan iki boşluğu içeren iki dilimi ve yerde de geri kalan yapıdan izleri görüyoruz sadece. Alanın ortasına girmeye de müsaade yok. Dışarıda bırakılmışız.

Biz ve Onlar, adını Pink Floyd’un Us and Them şarkısından ödünç alıyor. Bu sergide, tribünlerden yola çıkan işler aynı zamanda bir arenayı da akla getiriyor. Pink Floyd’un küller altında kalan Pompeii’de, bir antik amfi tiyatronun kalıntılarında seyircisiz verdiği Live at Pompeii konseri geliyor akla. Buradaki duyguyla kurduğunuz ortaklıklar var mı?

Evet, kesinlikle. Daha önce tiyatro veya antik kalıntılarla ilişkili ve onların biçimsel izlerini taşıyan işler yapmıştım. Fakat Liverpool’da toprak bloklar ve ortadaki toprak alandan, belki biraz da davulların seslerinden dolayı, benim tahmin ettiğimden de fazla bir arena formu ve hissi oluştu, buna çok da memnun oldum. Pink Floyd’un Pompeii konserinin de benim için özel bir yeri var. Lise yıllarında TRT’de, 1972 yapımı konser filmini izlemiş ve hayli etkilenmiştim. Mimar Sinan’a, Akademi’ye girdiğim ilk yıl bir gösterimini düzenledik, okul kütüphanesinde bir kitapta planını bulmuş ve onu kullanarak bir poster yapmıştım gösterim için. O yıllarda bir Interrail İtalya seyahati yapmıştık, Pompeii’ye de gittim, aklımda yine o konser kayıtları vardı. Yıllar sonra, Venedik’te ÇIN için hazırlık yaptığımız dönemde Pink Floyd’un gitaristi David Gilmour’un, 2016’da Pompeii amfitiyatrosunda bir konser vereceği duyuruldu, doğru hatırlıyorsam 1972’den beri ilk kez bir konser için kullanılacaktı mekân. Ben de biletini edinip konsere gittim, müthiş bir deneyim oldu. Oradan Atina ve adalar üzerinden Bodrum’a dönüş, oradan arabamı alıp İstanbul’a dönüş yolunda, tam Milet ve benzeri antik duraklardan oluşan rotaya başlamışken, 15 Temmuz olarak anılan olaylar oldu. Aslında bu seyahat Venedik Bienali’ndeki ÇIN’ın da altyapısını oluşturmuş oldu.


SergilerKültür-SanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper