Sanatın yalnızca bireysel bir ifade biçimi değil, topluluklarla güçlenen bir varoluş biçimi olduğu fikri giderek daha çok karşılık buluyor. Kolektif üretim, paylaşım ve dayanışma, sanatın hem yaratım sürecini hem de izleyiciyle kurduğu bağı derinleştiriyor. “Ulaşılabilirlik” ise bu ilişkilerin merkezinde yer alıyor; hem sanatın hem de sanatçının hayatla temas ettiği alanı genişletiyor. Bu bakış, sanat dünyasında yeni iş modellerini, sürdürülebilir ilişkileri ve anlamlı bağları mümkün kılıyor.
Bireysel üretimden toplumsal dayanışmaya, tüm parçalarıyla gelişimin ancak beraber olabileceğini görüp güçleri birleştirmeli. Bu belki her sektör için bir nebze geçerli ama kültür ve sanat sektörü için buna açıkça ihtiyaç var. Ülkemiz kültür ve sanatı için, dört bir yanında yeteneklerin olduğu coğrafyamızda kurulan bağlar, yapılanan inisiyatifler ve kolektif yaklaşım gerçekten önem taşıyor. İdealimizi gerçekleştirmek için geleneksel iş yapış modellerinden çıkıp büyük resmi düşünerek kendimizi ifade etmek ve daima gelişerek üretmek gerekiyor.
Ulaşılabilir sanat
Ulaşılabilir sanat, yalnızca maddi anlamda uygun sanat eserlerini değil, aynı zamanda sergilenme metodu ve erişim kolaylığını da anlatan bir kavramdır. Açık hava sergileri, pop-up sanat etkinlikleri, kamusal alanda sanat projeleri ve dijital sanat platformları, sanatı izleyiciye daha yakın hale getiren uygulamalar arasında sayılabilir.
Sanatın yalnızca belli bir kesime hitap etmediğini göstermek, toplumsallaştırmak, demokratikleştirmek ve daha geniş kitlelerle buluşturmak, sanat ekosisteminin önemli bir misyonu olmalı. Alternatif çözümlere örnek olarak, bir kafede uygulanan sergileme ya da tek duvarlık bir fikir/gösteri projesi sanatın beyaz küp galerilerden çıkıp günlük hayata dahil olabileceğini bize gösteriyor. Böylece sanatı daha çeşitli topluluklara açmış oluruz. Sanat, benzeri örneklerle daha ulaşılabilir ve ilgi uyandırarak herkesin deneyimleyebileceği bir forma dönüşebilir.
Toplum üzerindeki etkilerinin yanı sıra sanatçı minvalindeki etkisi de ulaşılabilirlik ışığında dikkat çekici bir unsur olabilir. Ulaşılabilir sanatçı olmanın günümüzde pozitif ayrıştıran ve çok değerli olduğunu düşünüyorum; örneğin bir sergiyi sanatçısıyla gezmenin, sanatı ve idealleri üzerine sohbet etme fırsatı bulmanın iki taraf için de özel ve kıymetli anlar olduğu aşikâr.
Özellikle genç nesil düşünüldüğünde, yüz yüze tanışılan sanatçılarla kurulan bağın samimiyet ve duygu içerdiğini araştırmalar ifade ediyor. Bu durumun o kişinin eserlerine karşı ilgiye dönüşerek satışı tetiklediği de ifade edilebilir. Uzun süredir sosyal medya aracılığı ile takipleşiyor olduğunuz bir sanatçıyla denk gelip direkt şekilde nitelikli bir sohbet deneyimlemek güzel oluyor.
Ulaşılabilir sanat kavramını finans üzerinden dikkate aldığımızda, anlaşılması gereken hassas konunun fiyatlamadan öte olduğunu hatırlamalıyız. Ulaşılabilir sanat,sanatın ve sanatçının daha geniş kitlelerle buluşabildiği noktada anlam kazanıyor. Çevrimiçi mecralar, sanat yarışmaları ve çeşitli galeriler bu keşfi destekliyor. Bir eserin yeni sahibi olup -belki de o sanatçı yolun başındayken- yolculuğuna paydaş olmanın ise kıymetli ve anlam yüklü olduğunu düşünüyorum.
Görüşlerimi şu şekilde ifade edip konuyu farklı bir perspektifle toparlıyorum; bağımsız küratörlerin bir araya gelerek ortak sergi alanlarını kurduğu örnekler, bağımsız sanat yazarlarının ve eleştirmenlerinin yan yana geldiği sohbetler günden güne artacak. Ulaşılabilir sanatın ve ulaşılabilir sanatçının yer alacağı yeni iş modelleri ve örnek çalışmalar günden güne artacak ve bunun bir sonucu olarak bu alanda çalışacak yeni toplulukları doğuracak.
Topluluk oluşturmak
Sanat alanında muhtelif topluluklarda bulunmak ve rol almak, bireysel üretimin ötesini görüp kolektif yaklaşımla kişilerin daha verimli ve ölçekli neler yapabileceğini düşünmesine hizmet eder. Dayanışma ve paylaşım kültürünü içerir, yüceltir. Anı paylaşmak, malzemeyi paylaşmak ya da imkanları paylaşmak da buna dahil. Yaklaşım olarak bu paylaşım ve sinerji ortamı bir pastayı bölüşmek gibi algılanmamalı. Çünkü bu noktada rekabeti doğurabilir. Sanat üretimi gerçek anlamda özgün ve özgür bir üretimin sonucu olarak ortaya çıkıyorsa, zaten bu konuda bir rekabet ortamının yaratımı pek mümkün ve mantıklı değildir.
Somut anlatmak gerekirse, mermer materyali ile çalışan iki heykel sanatçısı birbirinin otomatik olarak rakibi midir? Ortak noktaları belki de sadece aynı malzemeyi kullanıyor olmaları... Rekabet durumuna karar vermek için bu kadar bilgi yeterli değildir ve suni rekabetler desteklenmemelidir. Bu sanatçı neyi dert ediyor, üretim pratiğinin ilham kaynakları nelerdir gibi sorulara etraflıca bakmak ve derinlikli anlam arayışı bizi bu direkt ve sığ bakıştan kurtarır; aksi durum zaten sektörü de üretimi de bir arpa boyu ileriye götüremez. Benzer iş yapanların birbirini sanat üslubu olarak etkilemeden, ortak kaygıları üzerinden kol kola girebilmesi başarıyı büyütebilir.
Aslında, etraflıca düşünülmesi gereken bir konu sanatçının eserinin satışa dönüşme süreci. Sanatçının kim olduğunun, nasıl biri olduğunun ve eğer potansiyel alıcı ile tanışma fırsatı yakalıyorsa uyandırdığı ilginin ticarete dönüşmesi üzerinde olumlu etkisi olduğunu gözlemliyoruz. Pek sosyal olmayan bağımsız sanatçıların kariyerlerinin akıbeti için, bir kurum tarafından temsil edilme durumunun daha güvenli ve verimli olabileceğini düşünüyorum. Temsiliyet de bir galerinin komünitesine dahil olmaktır esasında. O günün koşulunda artıları ve eksileri değerlendirilmelidir.
Üretim aşaması -kişinin yaratıcılığını bir kenara koyarsak- epey yalnız bir süreç... Odaklı bir inziva neticesinde ortaya etkileyici ürünler çıkıyor. Sanatçılar için atölye paylaşımları, ortak sergi projelerine katılımlar ve sanatçı topluluk ağlarına dahil olmak kişilerin bireysel ilerlemesini desteklerken, bunun bir ihtiyaç olduğunu düşündüğüm topluluk hissini de güçlendiriyor olmalı.
Bilgi paylaşımının az olduğu yerde, herkes benzer rotalarda benzer engellere takılabiliyor. Anlam arayışını ve yolu bulmak için en azından benzer insanlar bir topluluk inşasını gerçekleştirebilir. Sanat galerilerinin iki yıl gibi bir süredir içinde bulunduğu dernekleşme sürecinin belki böyle de bir sonucu olur; bu yapı sanat danışmanlarını, küratörleri vb. iş yapan sektör profesyonellerini bu programa başvuran sanatçılarla bir araya getirebilir.
Bir zamanların edebiyat ortamında olduğu gibi ya da ekol hocaların atölyelerindeki gibi topluluk olma ve sonucunda bir çatı altında hissetmenin doğru isimlerle tesis edilebileceğini düşünüyorum. İdealist gelebilir, ancak uygulanabilir olduğu ölçüde de realist olduğunu düşünüyorum. Çıktılarını gördükçe buna inanmak daha kolay olacak. Kültür ve sanat alanında çalışmaları olan bazı derneklerin atölye programları gibi benzer nitelikte çalışmalar yaptığını görüyorum.
Büyükşehirler dışındaki bazı yapıların topluluklaşmayı iyi yaptığı gözlemlenebilir. Başka coğrafyalarda bir arada olmak, ortak dertleri ve endişeleri paylaşmayı kolaylaştırıyor mu? Öyle duruyor. Sanat piyasası deyince, İstanbul’u diğer tüm şehirlerden ve hatta büyükşehirlerden de başka yerde konumlandırıyoruz. Peki, İstanbul’da bu konu nasıl? Fırsatların belki sonsuz olduğu bir yer... Kişinin uygun fırsatı ve doğru eşleşmeyi yakalaması bu ortamda daha zor olabiliyor. Bunun sonucu olarak, deneme yanılma durumları oluşuyor, pek tabii sektöre de kişiye de faydası olmuyor.
Hedefinde bir galeri temsiliyeti olan bağımsız sanatçı, onu keşfeden ilk galerinin teklifini kabul ediyor haldeyse burada sorgulanması gereken bir durum var. Yarışın ve havuzun büyüklüğünün sömürü riski yarattığı gerçeği görülmeli; tüm aktörelere ve otoritelere sorumluluk düşüyor. Esasında, sakince kıyas yapabilmeli, gözlem yapabilmeli. Bu hız düzeni insanları hataya sevk ediyor. Motivasyonu korumak için doğru ve güvenli kararlar vermeyi ve gerektiği yerde sektörden güvendikleri kişilere danışmalarını öneriyorum.
Birlikte gelişmek
Piyasa bakış açısıyla, bir ülke sanatının geleceği topyekûn gelişime dayanıyor. Genç sanatçılar, koleksiyonerler ve sanat yöneticileri arasındaki iş birliği, yeni sanat pratiklerinin ve sürdürülebilir sanat ve iş modellerinin oluşmasını sağlıyor. Birlikte üretmek, birlikte öğrenmek ve sanat üzerinden yeni ilişkiler kurmak, sanat ekosisteminin temel yapı taşlarını oluşturuyor. Sanat dünyasında yol alan herkesin, kendi gelişimini toplulukla ilintilendirerek nasıl şekillendirebileceğini düşünmesi, sanatını daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir hale getirerek geleceğe yöneltmesini sağlaması lazım.
Dayanışma içerisinde ve paylaşarak büyümek güvenli ortamı kurgular. Ayrıca, hangi jenerasyondan olursak olalım, benzer konuları konuşmak, benzer bakış açılarını paylaşmak ve ortak noktalarda dostluk kurmak motivasyonumuzu güçlendirecektir.
Sanatçılar, koleksiyonerler ve sanat yöneticileri arasındaki güçlü ağlar, ortak projelerin doğmasını ve sanatta kolektif hareketlerin oluşmasını sağlar. Koleksiyonerler içinse sanatçılarla doğrudan bağ kurmak, sanatın yalnızca bir yatırım aracı olmadığını anlamalarını sağlar. Tüm paydaşlara açıkça sorumluluk düşüyor, tüm aktörlere ise aksiyon almak ve elini taşın altına koymak... Eğer bir gün uygulanırsa, bu reçete sonucunda bireysel kariyerlere ve sanat piyasasına yansımalarını kısa sürede göreceğiz.
Bir topluluğun sağlıklı şekilde yol alması için yatay ilişkilere dayalı (hiyerarşik olamayan) bir sanat dünyasının dayanışma ve kapsayıcılık noktasında yeterliliği pek de mümkün olmuyormuş gibi geliyor. Bir program haline getirmek, birkaç kuruluşu yan yana getirerek bu konulara vakfetmek değer yaratabilir. Daha kurumsal bakarsak, fayda ve sosyal sorumluluk bazında da ele alınırsa, belli paydalarda buluşan ve ortak ilgi alanlarına sahip bireyleri ve sanatı destekleyen şirketleri bir araya getirmek anlamlı bir iş olur.
Son olarak, sektörel anlamda sanatta sürdürülebilirlik konuşabilmek için ticaretin de olması şarttır. Gücü, vizyonu ve eğitimi olanların çok yönlü düşünerek hakim olduğu yerden bu alana katkı koyması değer katacaktır. Uluslararası arenadaki görünürlüğümüze de faydası olacaktır. Yurtdışında ayağı olan galeriler ve kurumlar ya da sanat danışmanları bu birlikte gelişme konusunda önemli aktörler ve unsurlardır. Kendimizi gerçekleştirirken bir bütünün parçası olduğumuzu unutmayalım.