Bodrum’un Cennet Koyu’nda, doğanın kadim döngüsünü taşıyan bir zeytinliğin ortasında sessizce yükselen, adapte olan ve konumlandığı alanı dönüştüren anıtsal heykeller… Bu yaz çağdaş sanatın uluslararası ölçekte öne çıkan temsilcileri, doğayla iç içe bir sergide bir araya geliyor. Earth Remembers başlıklı açık hava sergisi, Borusan Otomotiv ana sponsorluğunda 11 Temmuz - 31 Ağustos tarihleri arasında Bobo by the Stay’de zamana, hafızaya ve doğanın taşıdığı görünmeyen anlatılara odaklanan çok katmanlı bir deneyimin kapılarını aralıyor.
Küratörlüğünü Fondation Louis Vuitton, Palais de Tokyo ve Venedik Bienali gibi prestijli kurumlarla çalışan Hervé Mikaeloff ile Artsa Consultancy’nin kurucusu Selcan Atılgan’ın üstlendiği sergi, sadece izlemekle kalmayıp dinlemeye, hissetmeye ve okumaya çağıran bir atmosfer sunuyor. Sergideki heykeller, zeytin ağaçları arasında adeta yerin belleğinden fısıldarcasına yükseliyor. Toprağın hafızasından doğuyor, yankı gibi havada asılı kalıyor.

Panorama, 2024, renkli cam 4 Blok. 318 x 150 x 150 cm
Bu özel seçkide, uluslararası alanda tanınan 9 sanatçı bulunuyor. Alicja Kwade, zaman ve madde kavramlarını çelikle poetik biçimlere dönüştürüyor. Angela Bulloch, dijital mantığı organik ritimlerle buluşturan geometrik yapılar kuruyor. Arne Quinze’in doğadan ilham alan, canlı renklerle örülü büyük ölçekli kompozisyonları ekolojik bir aciliyeti vurgularken; Camille Henrot, gündelik nesneler aracılığıyla kimlik, bilgi sistemleri ve duygusal çelişkiler üzerine düşündürüyor. Gisela Colón, Light and Space akımının mirasını taşıyan, biyolojik eğrilerle şekillenen, sezgisel ve neredeyse canlıymış hissi uyandıran heykeller yaratıyor. Marion Verboom, jeoloji, arkeoloji ve mitolojiyle örülü modüler formlarında zamanlar arası bir uyum yakalıyor. Sabine Marcelis, ışık, renk ve malzeme aracılığıyla duyusal deneyimi sade bir formda sunuyor. Ugo Rondinone, pastel tonlardaki “white pink monk” heykelinde dinginliği ve şiirsel sadeliği şiirsel bir tonda sergiliyor. Wang Keping’in ise aşk, mücadele ve sessiz direniş gibi temaları hem bedensel hem de duygusal düzeyde ifade ediyor.

Selcan Atılgan, Herve Mikaeloff, Maya Yıldırım
Sergi mekanın ötesine taşıyor; duyumsamanın, hatırlamanın ve yavaşlamanın mümkün olduğu bir düşünce alanına dönüşüyor. Serginin oluşum sürecini, mekânla kurduğu duyusal ve duygusal ilişkiyi ve küratöryel bağlamını öğrenmek üzere, eş küratörler Hervé Mikaeloff ve Selcan Atılgan ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Ayrıca, Bodrum’daki çok disiplinli kültür-sanat yaklaşımını ve serginin mekanla olan ilişkisini Maya Yıldırım’a yönelttiğimiz sorular eşliğinde değerlendirdik.
Elif ONAY: Sanatçıların ve eserlerin seçimini şekillendiren başlıca unsurlar nelerdi? Mekânın karakteri, maddeselliği ve peyzajla kurduğu ilişki kararlarınızı nasıl etkiledi?
SELCAN ATILGAN: BOBO by The Stay’in doğayla kurduğu güçlü ilişki, seçtiğimiz işleri doğrudan etkiledi. Mekân çok yoğun ve karakterli bir yer olduğu için onunla yarışmayan, aksine onunla birlikte var olabilen işler seçmeye özen gösterdik. Sanatçılarla birlikte bu doğallığın içinde iz bırakmadan iz bırakmayı, hafif ama anlamlı bir varlık yaratmayı hedefledik. Malzeme seçiminden ölçeklere kadar her detay bu denge üzerinden şekillendi.
HERVÉ MIKAELOFF: Öncelikli hedefimiz, üretimleri toprağın hafızasıyla, görünmeyen katmanlarıyla, duyusal varlığıyla ve tarihsel ağırlığıyla yankı uyandıran sanatçılarla bir araya gelmekti. Antik Halikarnassos, yani bugünkü Bodrum, binlerce yıla yayılan zengin ve karmaşık bir mirasa sahip. Helenistik dönemin görkeminden Bizans’a, Osmanlı izlerinden günümüz Bodrum’una uzanan karşılaşmalar ve göçlerle şekillenen bir geçmiş bu.
Yapıtların yalnızca bu yoğun tarihsel anlatıyla değil, aynı zamanda mekânın bugünkü doğasıyla da etkileşim kurmasını istedik. Işığıyla, ufkuyla, açıklık hissiyle… Sanatçıları, betimlemek yerine ima etmeyi tercih eden, anıtlar yerine jestler sunan yaklaşımları nedeniyle seçtik. Eserleri, The Stay bünyesindeki Bobo’nun parkına sessizce yerleşmiş işaretler gibi. Her biri, biçim, hafıza ve mekân üzerine doğrusal olmayan geniş bir anlatının parçası.
Son seçki, uluslararası alanda tanınan dokuz sanatçıyı bir araya getiriyor. Bu sanatçıların çoğuyla daha önceki projelerde çalışma şansım olmuştu. Bazıları kendi kuşaklarının ikonik isimleri, bazıları ise sessiz ama güçlü isimler. Bir araya geldiklerinde, izleyiciyi tüketmeye değil düşünmeye davet eden çok sesli bir topluluk oluşturuyorlar.
EO: Mekânın karakteristik özellikleri, maddesel yapısı, kavramsal derinliği ve peyzajla kurduğu diyalog, küratöryel kararları nasıl etkiledi?
HM: Earth Remembers sergisinde doğa bir arka plan değil, bir eş-yaratıcı. Eserler, Bobo’nun peyzajıyla (Akdeniz bitki örtüsü, taş yollar, yumuşak eğimler ve gün boyunca değişen ışığıyla) doğrudan bir diyalog içinde seçildi. Her sanatçı, bu özgün çevreye yanıt vererek heykel ve arazi arasında bir koreografi oluşturdu.
Örneğin, Angela Bulloch’un geometrik hacimleri ışığı emer ve yansıtıyor ve gölgede hem gerilim hem de dinginlik anları yaratıyor. Marion Verboom’un totemik heykelleri ise, arkeolojik katmanları anımsatıyor. Adeta toprağın kendisi bu heykelleri yontmuş. Ugo Rondinone’un renkli formları sessizliği sabitleyen birer çıpa gibi. Sabine Marcelis ise ışığı büküp yoğunlaştırarak güneşin hareketiyle etkileşime giren maddesel bir şiirsellik anı yaratıyor.
Mekânda sadece yer kaplamadan, aynı zamanda mekânı dinleyen işler aradık. Varlık, iz ve yankılardan oluşan geçici bir mimari kurmayı hedefledik.
EO: Earth Remembers doğrudan anlatmak yerine ima eden bir yaklaşım benimsiyor. Toprak sizin için neyi çağrıştırıyor? Sergi izleyiciyi bu sessiz diyaloğun bir parçası olmaya nasıl davet ediyor?
SA: Toprak benim için hem hatırlayan hem de saklayan bir şey. Sessiz ama güçlü.
Bu sergiyle izleyiciye yüksek sesli bir anlatı sunmak istemedik. Daha çok içe dönük, bedensel bir deneyim yaratmak istedik. İşler bazen bir köşede sizi bekliyor, bazen karşınıza çıkıyor, bazen fark etmeden yanından geçiyorsunuz ama o his kalıyor. Sergi, izleyiciyi bu çağrışımların içine yürüyerek, durarak, izleyerek dahil olmaya davet ediyor.
HM: Toprak sessizliği, zamanı ve direnci çağrıştırırken, unuttuklarımızı da taşta, tozda, gölgede saklar. Bu sergide açıklayıcı metinlerden ya da öğretici etiketlerden özellikle kaçındık. Bu unsurlar yerine, eserlerin daha büyük ve sezgisel bir dilin parçaları olarak ortaya çıkmasına alan tanıdık. Her heykel, söylenmemiş bir cümlenin nefesi gibi. Bazıları toprağın altından çıkarılmış gibi yükselirken, bazıları da yere bağlı ama ağırlıksız bir şekilde süzülüyor.
Sergi, izleyiciyi sessiz bir dikkat hâline davet ediyor. Burada bakmak, bir tür adanmışlığa dönüşüyor. Biçimi, ışığı ve mekânı yavaş, duyusal bir okuma hâline getiriyor. Mesele anlamaktan çok, toprağın sakladığı ve yeniden harekete geçirdiği hafızanın içinden hissederek geçmek.

Wang Keping, Resemblance, 2018, Bronbz (patine noire) - Candide Madeni, 177 x 77 x 66 cm
EO: Serginin kürasyonunu birlikte üstlendiniz. Bu işbirliği süreci nasıl etkiledi?
SA: Hervé’yle birlikte küratörlüğünü üstlendik, tüm sanatçıları birlikte seçtik. Farklı perspektiflerden geliyoruz ama bu fark bizi zenginleştirdi. Onun kavramsal gücü ve uluslararası vizyonu ile benim mekâna, deneyime ve sezgiye dayalı yaklaşımım arasında çok güzel bir denge oluştu. Bu sinerji sayesinde ortaya çok katmanlı, aynı anda hem yerle hem de evrenselle konuşan bir sergi çıktı.
HM: Selcan’la çalışmak son derece zenginleştirici bir süreçti. Türkiye çağdaş sanat sahnesine dair sezgisel bir kavrayışa sahip olması ve sanatı mimari ya da doğal bağlamlara yerleştirme konusundaki güçlü duyarlılığı, süreci çok özel kıldı. Sanatçı seçimlerinin ilk aşamalarından her bir eserin mekândaki konumlandırılmasına kadar, aramızdaki diyalog sürekli ve akışkandı.
Bir yandan uluslararası sesleri sergilemek, bir yandan da yerel bağlamla güçlü bir yankı yaratmak istedik. Farklı ülkelerden dokuz sanatçı seçtik. Toplumsal cinsiyet dengesine ve ifade çeşitliliğine - ışık, heykel, soyutlama gibi farklı pratiklere- önem verdik. Sanatçıların çoğu daha önce Bodrum’da sergi açmamıştı. Uluslararası çağdaş üretim ile derin bir kültürel dönüşümden geçen bu bölge arasındaki karşılaşmayı mümkün kılmak bizim için önemliydi.
Serginin cömert, açık, sezgisel ve duyarlı olmasını, aynı zamanda da belirgin bir sanatsal iddia taşımasını arzuladık. Selcan’la, sanat eserlerinin duygusal zekâya sahip olduğuna ve Bobo gibi bir mekânın hem sığınma hem karşılaşma alanı olabileceğine inanıyoruz.

Marian Verboom, Tectonie 5 Hauteur, 2020/2024, Jesmonite, 387
EO: Bodrum’un güncel sanat sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
SA: Bodrum çok canlı, çok katmanlı ve büyük potansiyele sahip. Ama bu potansiyelin sürdürülebilir olması için içerik kalitesine, küratöryel ciddiyete ve uluslararası iş birliklerine ihtiyaç var.
Bobo by the Stay ile gerçekleştirdiğimiz gibi projeler bunu sağlamak için doğru bir adım. Sanatı yalnızca gösterilen değil, deneyimlenen bir şeye dönüştürdüğümüzde Bodrum’un çağdaş sanat için çok güçlü bir merkez olabileceğine inanıyorum.
HM: On yıl önceki son ziyaretimden bu yana Bodrum önemli ölçüde değişti. Sanatçıların, koleksiyonerlerin ve küratörlerin bir araya geldiği canlı bir sanat durağına dönüşüyor. Bölge genelinde ne kadar çok sanat eserinin yerleştirildiğini ve sanat topluluğunun ne denli hareketlendiğini görmek beni gerçekten etkiledi. Yerel projeleri gösteren bir sanat haritasının bile oluşmuş olması, Bodrum’un artan kültürel enerjisinin açık bir göstergesi. Kendi özgün karakterini koruyarak “İstanbul’un Chelsea’si” olma yolunda ilerliyor olabilir.

ELİF ONAY: Sanat, müzik ve gastronominin kesiştiği çok disiplinli bir kültürel ortam yaratıyorsunuz. Bu ortamda geliştirmekte olduğunuz kültürün temel özellikleri nelerdir? Geleceğe dönük olarak, bu çok disiplinli yapıyı kültür-sanat odağında nasıl geliştirmeyi ve sürdürülebilir kılmayı planlıyorsunuz?
MAYA YILDIRIM: Bizim için kültür ve sanat; sadece bir sergi ya da konserle sınırlı olmayan, yaşamın her anına nüfuz eden çok katmanlı bir deneyim anlamına geliyor. The Stay olarak sanatı, müziği ve gastronomiyi gündelik yaşama entegre ederek, ilham veren, dönüştürücü bir atmosfer kurmayı hedefliyoruz. Bobo by The Stay’de bu yaklaşımı doğayla iç içe, özgün mimariyle ve zeytin ağaçlarıyla çevrili bir alanda hayata geçiriyoruz.
Bu çok disiplinli yapının sürdürülebilirliğini ise, her sezon yerel ve global sanatçılarla kurduğumuz bağları güçlendirerek, çevreyle uyumlu üretimler destekleyerek ve kültürel programları yaşayan bir takvime dönüştürerek sağlıyoruz. Burada hedefimiz, lüks deneyimi anlamlı içeriklerle buluşturmak; yani sadece ‘güzel’ olanı değil, ‘değer’ yaratanı da ön plana çıkarmak.
EO: “Earth Remembers” sergisinin doğa ve hafıza teması, serginin gerçekleştiği mekânın kimliğiyle nasıl bir bağ kuruyor sizce? Bu bağın, izleyicilerin deneyimini şekillendirmedeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
MY: Earth Remembers, doğayı sadece bir dekor değil, serginin asli aktörü olarak tanımlıyor. Bobo’nun Cennet koyunda zeytinlik arazisindeki eserlerin kavramsal altyapısıyla birebir örtüşüyor. Bu ağaçlar yüzlerce yıldır bu topraklarda; bir hafıza taşıyorlar. Sanatçılarımızın doğa, zaman ve insan belleği üzerine ürettiği işler de bu hafızayı çağrıştıran, kimi zaman dönüştüren bir etkileşim kuruyor.
İzleyici, klasik bir beyaz küp galeri deneyimi yerine, doğanın ritmiyle temas halinde bir izleme pratiğine davet ediliyor. Bu da hem fiziksel hem duygusal olarak çok daha kalıcı ve anlamlı bir bağ kurmalarını sağlıyor.