Yüzyıllar boyunca suyla, ritüelle ve sessizlikle var olmuş bir Bizans sarnıcı... Şimdi ise çağdaş sanatın sesiyle yeniden yankılanıyor. Zeyrek Çinili Hamam’ın alt katında yer alan bu büyüleyici mekânda, küratörlüğünü Anlam de Coster’in üstlendiği Anoushe Payne’in Murmurations başlıklı sergisi, hem geçmişin hafızasını hem de bugünün hikâyelerini görünür kılıyor. Zeyrek Çinili Hamam’ın Kurucu Direktörü Koza Yazgan Güreli tarafından Artistik Direktör olarak davet edilen Küratör Anlam de Coster’le yaptığımız söyleşide serginin arka planını, mekânla kurduğu ilişkiyi ve sanatçının üretim sürecini, küratöründen sanatçısına, tasarımcısından şairine uzanan çok katmanlı bir anlatıyla derinleştiriyoruz.

Anousha Payne & Anlam de Coster, Fotoğraf: Berk Kır
“Anousha’yı İstanbul’da misafir sanatçı olarak ağırladık”
Zeyrek Çinili Hamam’ın Bizans sarnıcı bölümü Murmurations’la birlikte açılıyor. Burada gerçekleşecek mekâna özgü güncel sanat sergilerinden oluşan sergi serisinin hikayesi nasıl başladı?
Zeyrek Çinili Hamam’ın Kurucu Direktörü Koza Yazgan Güreli’nin daveti üzerine küratörlüğünü üstlendiğim açılış sergisi Kalıntıların Şifası hamamın her bölümüne yayılıyordu. Kazılar sayesinde keşfedilen Bizans sarnıcında da Ahmet Doğu İpek, Hera Büyüktaşcıyan ve Adrian Geller’in eserleri yer alıyordu. Koza’nın cesur vizyonu sayesinde, hamam yıkanmaya açıldıktan sonra sarnıca özgü güncel sanat projeleri üretmeye karar verdik ve hamamın Artistik Direktörü oldum. Herhalde dünyada bir ilk. Osmanlı’daki hamamların toplumsal yaşamdaki merkezi rolü gibi, Zeyrek Çinili Hamam’ı da insanlar arasında bir aidiyet hissi uyandırması ve bir araya gelinen bir alan olması bizim için temel çıkış noktasını oluşturuyordu. Bu bağlamda Anousha Payne’in Murmurations başlıklı sergisi, bu yeni sergi dizisinin ilk halkası oldu. Anousha’yı İstanbul’da misafir sanatçı olarak ağırladık, İMÇ’de bir atölye sağladık ve İstanbul’daki zanaatkârlar ile buluşturduk. Anousha’nın çalışmalarını birkaç yıl önce Basel’deki Liste fuarında keşfettim. Münih merkezli galeri Sperling, fuara Anousha’nın kişisel sunumuyla katılmıştı. Bir fuarda yüzlerce sanatçıya denk geliyoruz ama dönüş yolunda sadece onun işlerini düşünüyordum. Bir süre sonra Anousha’nın Gazze yararına düzenlenen bir yardım kampanyasına katıldığını gördüm. Ondan aldığım bir eskizin gelirini, İstanbul’da destek sağladığımız bir Filistinli aileye bağışlamama izin verdiğinde aramızda derin ve içten bir bağ kuruldu. Ardından Londra’daki atölyesini ziyaret ettim ve sahip olduğu görsel ve yazınsal referanslar, zengin malzeme dili ve duyarlılığıyla bu özgün mekâna özel bir sergi üretebileceğine emin oldum.

Murmurations enstalasyon fotoğrafı
Fotoğraf: Hadiye Cangökçe
Bizans sarnıcı gibi çok katmanlı bir tarihi mekânda çağdaş sanat üretiminin başlatılması, sizce sanatçıların anlatılarına nasıl bir derinlik ve yön verecek? Payne’in “su izlerinden karakter yaratma” pratiğiyle bu özel mekân arasında nasıl bir bağ kuruldu?
Hem Zeyrek Çinili Hamam hem de altında keşfedilen Bizans Sarnıcı, The Marmara Grubu tarafından yürütülen 13 senelik arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı pek çok tarihi, mimari ve sembolik katman içeriyor. Burada üretim yapmak, sanatçılar için bir meydan okuma olduğu kadar bir ilham kaynağı. Çünkü bu duvarlar sadece birer mimari öğe değil, aynı zamanda geçmişin ve hikayelerinin taşıyıcısı. Su izleri, gemi grafitileri, buradan geçenlerin ruhları… Anousha’nın üretim süreci bu bağlamla sezgisel bir uyum içinde gelişti. Tabii ki mekâna ilk geldiğinde bu görkemli mirasın ağırlığı altında ezilmedi desem yalan olur ama mekânla vakit geçirdikçe kendi dünyasıyla sarnıcın evreni arasında ilişkileri görselleştirmeye başladı. Çok farklı kaynaktan beslendi, kendi mitlerini buraya taşıdığı gibi, bizim hikayelerimizi de kendi dünyasına ilmek ilmek işledi. Onun eserlerinde yer alan karakterler, yalnızca çizgisel figürler değil; suyun, taşın, göçün, unutulmuş hikâyelerin bir araya gelerek şekillendirdiği melez varlıklar. Bu figürlerin çoğu, sanki bu sarnıçta yüzyıllardır saklanıyorlarmış da şimdi ortaya çıkmışlar gibi bir his veriyor. Sarnıcın duvarlarındaki su izlerinden ilhamla geliştirdiği karakterler hem bireysel bilinçaltına hem de ortak mitolojik hafızaya temas ediyor. Bu bağ kurulduğunda, mekân yalnızca bir sergi alanı değil, yaşayan, nefes alan bir anlatıcıya dönüşüyor. Her eser bu anlatının yeni bir parçası oluyor.
Sanatçının sarnıçta geliştirdiği, geleneksel hamam taslarından mitolojik varlıklara uzanan figüratif yaklaşımı sezgisel ve materyal odaklı üretim yöntemi, bireysel hafıza ile kolektif hafızayı nasıl bir araya getiriyor? Bu yaklaşımı nasıl okumalıyız?
Anousha’nın üretim dili doğrudan malzemeyle, bedenle, hafızayla konuşuyor. Sergide, seramik, buluntu objeler, ses, suluboya gibi halihazırda kullandığı yaklaşımlar, İstanbul’da geçirdiği süre boyunca keşfettiği hamam dünyasına has pirinç, ahşap, sedef gibi malzemelerle buluşuyor. Hamamın karşısındaki aktarda satılan üzerlik otu gibi nazardan koruduğuna inanılan bitkilerle olan karşılamasından birlikte çalıştığı zanaatkârlar ile geliştirdiği dostluğa; Osmanlı şiirlerinden güncel Türkiye edebiyatına karşısına çıkan pek çok referans onun için belirleyici oldu. Sergi boyunca karşılaştığımız yaratıklar ne tam olarak tanıdık ne de tamamen yabancı. Bir yandan Anousha’nın kendi hayatındaki kadın karakterlerin izlerini taşıyor, bir yandan da yaşattığı hayali karakterlerin öykülerini fısıldıyor ve farklı kültürlerde, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde topluma mal olmuş kadın hikayelerinden feyz alıyor. Bu da onları izleyiciyle duygusal ve düşünsel bir düzlemde buluşturuyor. Malzemenin taşıdığı enerji, sanatçının sezgisel süreciyle birleşince işler yalnızca görsel değil, neredeyse ritüel bir deneyime dönüşüyor. Anousha’nın bireysel hikâyeleri, göçmen kimliği, kişisel sorgulamaları; sarnıcın kolektif hafızasıyla iç içe geçiyor. Sanatçı, kendi ailesinden öğrendiği folklorik anlatıları araştırmalarında karşılaştığı hikâyelerle harmanlıyor ve kendi mitlerine dönüştürüyor. Murmurations sergisinde bireysel hafıza kolektif olana yaslanarak güç kazanıyor; tıpkı sözlü kültürde kadınların aktardığı hikâyelerde olduğu gibi. Zamanlar arasında kurulan bu geçirgenlik hali, serginin en heyecan verici yanlarından biri.
*
Zeyrek Çinili Hamam'ın Kurucu Direktörü Koza Güreli Yazgan: “İstanbul’un çok katmanlı tarihini farklı açılardan görme fırsatı yakalıyoruz.”

Koza Güreli Yazgan, Fotoğraf: Berk Kır
“Zeyrek Çinili Hamam’ın yeniden işlevlendirilmesi, yalnızca bir mimari restorasyon projesi değil. İstanbul’un hamam kültürünü günümüze taşıyan, mekânın katmanlarını ve tarihini bugünün diliyle yeniden yorumlayan bir kültürel dönüşüm süreciydi. 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu yapı, yüzyıllar boyunca bir arınma, sosyalleşme ve buluşma mekânı olarak yaşamın tam kalbinde yer aldı. Hamamlar tarih boyunca toplulukların bir araya geldiği, gündelik yaşamın önemli bir parçası olan buluşma mekânlarıydı. Biz de günümüzde bu işlevi sanat aracılığıyla yeniden canlandırmak istedik. Hamamı kurgularken, onu bugünün insanlarına dokunan, aidiyet ve komünite hissi uyandıran, yaşayan bir mekân olarak hayal ettik. Bu doğrultuda açılışımızı Kalıntıların Şifası adlı, Anlam de Coster küratörlüğünde gerçekleşen ve hamam kompleksinin tüm tarihi mekânlarına yayılan bir güncel sanat sergisiyle yaptık. Bu sergiye gösterilen yoğun ilgi, bize sanatın bu mekânda gerçekten yaşayan, dönüştürücü bir deneyim yaratabileceğini gösterdi. Zeyrek Çinili Hamam’ın yeniden işlevlendirilme sürecinde en heyecan verici keşiflerden biri, restorasyon sırasında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait sarnıç oldu. Yüzyıllar boyunca unutulmuş bu alan, bugün şehrin kültürel hafızasında yeniden yerini alıyor ve geçmişle bugün arasında bir bağ kuruyor. Biz de Kalıntıların Şifası sergisi sonrasında hamam ısıtıldıktan ve orijinal fonksiyonuna geri döndükten sonra sergilere sarnıçta devam etmeye karar verdik. Sarnıcın tarihi dokusu ve fiziksel koşulları sanatsal müdahaleler yapmak açısından zorluklar barındırsa da Zeyrek Çinili Hamam’ın Artistik Direktörü Anlam de Coster’in vizyonu ve Pattu’nun sergi tasarım tecrübesiyle birlikte bu alanı yılda iki kez gerçekleşecek mekâna özgü güncel sanat sergilerine açmaya karar verdik. İlkini Anousha Payne’in Murmurations sergisiyle hayata geçirdik. Her sergiyle birlikte mekânın ruhunu yeniden keşfediyor, İstanbul’un çok katmanlı tarihini farklı açılardan görme fırsatı yakalıyoruz.”
*
Sergi için görsel şiir oluşturan Kitty Doherty: “Bir metnin beyaz alanı hem bir tuval hem de bir sayfadır”

“Anousha, Berlin’de editörlüğünü yaptığım edebiyat dergisi The FU Review aracılığıyla tanışmamızın ardından bir iş birliği fikriyle bana ulaştı. Sergi için ilham aldığı notlarını, araştırmalarını, üzerinde çalıştığı işleri ve metinleri benimle paylaşmaya başladı. Sarnıcın duvarlarından fotoğraflar, sesler ve çizimler, Osmanlı şiirleri ve denemeler gösterdi. Hepsini okudum ve onunla birlikte, bu mekânın hafızasını taşıyan kadınların sesleri ve bedenlerinin nasıl hissedilebileceğini, nasıl tınlayabileceğini düşünmeye başladım. Bir şair olarak; bir metnin beyaz alanı hem bir tuval hem de bir sayfadır; bir izleyici bu boşlukta çimentodaki çatlakları, yumuşak dalgaları, suyun çekilmesini, bir düşüşü ya da gökyüzüne yayılan güneşi görebilir. Bu şiirlerde tek bir ‘ses’ ya da ‘mesaj’ yok. Bunlar bir kadının ifadesi değil; birden çok kadının, ayrıştırılamaz ve çözülemez şekilde iç içe geçmiş seslerinin ifadesi. Burada, o zamanlarda ve her zaman var olmuşlar. Onlarla etkileşime geçen bir okuyucu-izleyicinin, genellikle bastırılmış sesleri duyumsamasını ve evrensel ama neredeyse her zaman unutulmuş olan kadın özlemi, yakınlığı ve gücüne dair anları hissetmesini umuyorum.”
*
Serginin tasarımcılarından Pattu (Cem Kozar ve Işıl Ünal Kozar): “Bizim buradaki amacımız sergi tasarımını görünmez kılmaktı”

“Tarihi yapılarda sergi yapmak bir taraftan heyecan verici, diğer taraftan da oldukça zorlayıcı, çünkü tıpkı Anousha’nın yaptığı gibi mekân ile bir diyaloğa girmemiz gerekiyor. Nereye nasıl dokunduğumuz ve bunun gerekçeleri oldukça önemli bir hal alıyor. Bizim buradaki amacımız sergi tasarımını görünmez kılmaktı. Yapılan her müdahale kolayca geri döndürülebilen; mekandaki mevcut oyukları, delikleri ya da izleri kullanan ve takip eden küçük dokunuşlardan ibaretti. Elimizde fenerler ile eski çivi deliklerini aradığımız çok oldu. Anousha’nın tüm eserleri mekân ile derin bir diyalog üzerine kurulu, sergi tasarımının ya da serginin teknik birtakım ihtiyaçlarının ayrıca baskın bir öğeye dönüşmesini istemedik, bu yüzden hem eserlerin üretimi sırasında hem de yerleşmesi aşamasında sanatçı ile -aslında sergilerde çok da alışık olmadığımız şekilde- birlikte çalıştık. Eserlerin taşıyıcılığı, ağırlıkları, nasıl asılacakları gibi konular sanatçının atölyesinde daha üretilirken tartışıldı. Mekandaki izleri, lekeleri ve renkleri takip eden bu eserlerin aydınlatılması da elbette önemli bir tasarım kriteriydi. Esasında sergi tasarımına başlarken her zaman ilk sorumuz aydınlatma olur. Çoğu zaman da doğru aydınlatma tasarımı için sergi tasarımına harcadığımız kadar vakit harcarız. Sergi doğru bir aydınlatmaya sahip olmadığında serginin ziyaretçi ile kurduğu diyalog zayıflayabilir hatta hiç kurulamayabilir. Sergiler ne kadar plan yapılırsa yapılsın açılış gününe kadar değişen mekanlardır. Bunun için de oldukça esnek bir aydınlatmaya sahip olmaları gerekir. Yeni bir müze yapısında bunu yapmak kolaydır ama tarihi yapılarda oldukça zorlu bir tasarım problemidir. Bunu aşmak için yürüyüş yollarından çıkan ama her sergiye göre şekillendirebileceğimiz bir sistem tasarladık. Esasında mekandaki bu gölge oyunlarına olanak veren de bu oldu. Neredeyse istediğimiz her noktaya bir ışık kaynağı koyabildiğimiz, kolayca ilaveler yapabildiğimiz bu sistem serginin görünmez bir katmanı oldu. Eserlerin tarihi sarnıç ile kurduğu mekânsal anlatının üstüne eklenen bu ışık kaynakları, bir anda eserlerin dışında, onların suretleriyle yeni izler ve çizgiler oluşturmaya başladılar.”