Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Değerlendirme

Emanet’in izinde: Troya’da bir hafıza bahçesi

Vuslat’ın Emanet’i, Troya’da doğa, tarih ve teknolojiyi buluşturan zamansız bir anlatıya dönüşüyor. Paolo Colombo küratörlüğünde Troya Müzesi’nde (25 Temmuz’a dek) devam eden sergi; İlyada’nın anlatı biçimleri ve bu mirası zamanla taşıyan insan ve insan olmayan sesler gibi beş temel eksen etrafında yapılandırılıyor

Elif Onay
8 Temmuz 2025
Vuslat’ın Emanet/Troya sergisinden görünüm (Troya Müzesi, Çanakkale, Türkiye, 24 Mayıs 2025 – 25 Temmuz 2025) Fotoğraf: Osman Çapalov

Vuslat’ın Emanet/Troya sergisinden görünüm (Troya Müzesi, Çanakkale, Türkiye, 24 Mayıs 2025 – 25 Temmuz 2025) Fotoğraf: Osman Çapalov

Vuslat’ın Emanet’i, üçüncü reenkarnasyonunu gerçekleştirdi. Bayburt ve İstanbul’dan sonra daha batıya, yeşilin farklı tonlarıyla bezeli arazilerden yol alarak Çanakkale’de soluklandı.

Rüzgarda salınan uzun sazların arasında, pasla yoğrulmuş toprak tonlarında devasa bir küp gibi yükselen Troya Müzesi, mekanlarında katman katman açılan bir hikâyeye bizi çekiyor. Bu deneyim, geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyan, beş kavramsal katman üzerinden gelişen bir mitin yeniden hayat bulduğu büyülü bir an yaratıyor.

Paolo Colombo küratörlüğünde gerçekleşen sergi, sanat eserinin kendisi, ilişki kurduğu tarih, referans aldığı doğa, İlyada’nın anlatı biçimleri ve bu mirası zamanla taşıyan insan ve insan olmayan sesler gibi beş temel eksen etrafında yapılandırılıyor. Bu kurgusal yapı, Vuslat’ın ilham aldığı Troya ve İlyada mitinin anlatım geleneğini; tarih, doğa ve insanla iç içe geçen ilişkiler ağını duyumsamamıza olanak tanıyor.

Troya Müzesi’nin iç ve dış mekânına yayılan Emanet, İstanbul’dan Çanakkale’ye uzanan beş saatlik araba yolculuğu boyunca, çeşitli bitki örtüleriyle çevrili otoyolun vaat ettiği renk ve dokuların izlerini taşıyordu. Bir önceki formuna kıyasla, yeni materyal, teknik ve odaklarla zenginleşen sergi, toprakla kurduğu bağdan geleceğe uzanma yolunda daha da güçlenerek yeni bir formda hayat bulmuştu. Troya Kazısı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan’ın da belirtmiş olduğu üzere, bu çok katmanlı kürasyon, Anadolu’nun emanet kültürünü yeni bir dille Troya ve Homeros’un dünyasıyla buluşturuyordu. İlyada’nın ilhamı, tarihi aktarma biçimlerini, savaş ve barış arasındaki dengeyi ve doğanın insan yaşamındaki tanıklığını hem duyusal hem düşünsel bir deneyime dönüştürüyordu.

Paolo Colombo ve Vuslat, 2025

Fotoğraf: Özgür Ölçer

Bir karşılaşma ve aşinalık hissi

Müzenin girişinde, Vuslat’ın Yaşamın Göbek Bağı adlı heykeli bizi karşılıyor. Önceki sergide, Tophane-i Amire’deki sergi mekanının merkezine kurularak diğer işlerle doğrudan bir diyalog kuran bu eser, Troya’da açık havaya taşınarak rüzgârla birlikte devinim kazanan, kinetik ve anıtsal bir figüre dönüşüyor. Serginin odak noktalarıyla birlikte eserler arası ilişkiler de yeni bir sistem içinde yeniden şekilleniyor.

Vuslat’ın Emanet/Troya sergisinden görünüm (Troya Müzesi, Çanakkale, Türkiye, 24 Mayıs 2025 – 25 Temmuz 2025) Fotoğraf: Osman Çapalov

Toprağın kırık anlatısı

Müzenin alt kattaki sergi alanına geçmeden önce, bizi geçmişte yaşanan savaş ve kaosun kolektif hafızadaki izlerine gönderme yaptığını hissettiren büyük, kırık bir kil heykel karşılıyor. Topraktan çıkarılmış, parçalanmış bir arkeolojik buluntu gibi görünen bu form, titizlikle yerleştirildiği mavi plaka üzerinde hem yaralı hem de direngen bir varlık olarak duruyor.

Hep dönmek istediğimiz o ev

Kübik müze yapısının içinde, yine kübik formlardan oluşan sergi alanının bir köşesinde karşımıza küp bir ev çıkıyor. Matruşka bebekleri andıran iç içe geçmiş mekânlar, Yaşamın Göbek Bağı’ndaki zincir yapıyla paralellik kuruyor. Katman katman açılan bu mekansal kurgu, bizi düzlemsel zaman ve mekan algısından uzaklaştırıyor. Bu çok boyutlu gerçekliğin en küçük birimi olarak sunulan ev, varoluşsal bir ihtiyaç olan “ait olduğunu hissettiğin yere dönme” arzusuna sessizce tercüman oluyor. Küpün ortasında konumlanan heykel, izleyiciyi kendi bedenine temas etmeye, onunla bütünleşmeye, hatta birlikte şekil değiştirmeye davet ediyor. Yarı dairesel yapısıyla zeminde hafifçe sallanabilen bu form, tırmanması zor olsa da, oturulduğunda beklenmedik bir rahatlık sunuyor. Ancak bu davetkâr konforun karşısında, heykelin alışılmadık formunun yarattığı yabancılık hissi beliriyor; tanıdık olmayan bir şeye yaklaşmanın doğasında var olan çekingenlik burada da kendini gösteriyor. Heykelin yer aldığı bu iç mekânda yankılanan ses enstalasyonu, izleyiciye evin belleğini fısıldarken; duvarları saran keçe resimler, pencereyle ulaşamadığımız hayali manzaraları ve görünmeyen bir potansiyeli gözler önüne seriyor.

Bir “hafıza bahçesi”nin bitkileri ve bekçileri

Beş bin yıl öncesine ait ölüm korkusu, hayatta kalma içgüdüsü, nefs mücadelesi ve sevgi gibi temel insani temalar; topraktan doğmaya çalışan, biçimi dönüştürülmüş kil heykeller aracılığıyla yeniden beden buluyor. Bu formlar, sergi mekânında kurulu kübik evin bahçesindeki bitkiler gibi serpilmiş halde, izleyiciyi aralarında yürüyerek keşfe çıkmaya davet ediyor. Duvarlara paralel yerleştirilen ve bulundukları düzlemden özgürleşmeye çalışan kuş çizimleri, göğe doğru uzanan hortum benzeri organik yapılar ve yapay zekâ destekli üretimle ortaya çıkan, metal örtülerin gül yaprakları gibi açılarak biçimlendiği heykeller; izleyiciyi bir anda sürrealist bir düş dünyasının içine çekiyor.

Burada iki mekanik robot, belirli aralıklarla birbirlerini arayıp buluyor, engeller karşısında rotalarını yeniden çizerek yollarına devam ediyor. Ziyaretçiler de bu etkileşimin doğal bir parçasına dönüşüyor. Birbirini bulmaya programlı bu iki “özne”, serginin merkezindeki zincirleme ilişkiselliği ve koşulsuz bağlılık temasını temsil ediyor. Bağımsız bir varoluşun mümkün olmadığı; insan, doğa, tarih ve teknolojinin birbirine dokunan katmanlarıyla anlatılıyor.

Troya Müzesi, Çanakkale

Fotoğraf: Osman Çapalov

Küpün dışında bulduklarımız

Müzeden dışarı adım attığımızda, sazlıklar arasındaki dar bir patika bizi kuş mitolojisi ve sözlü tarih anlatılarının yankılandığı bir ses yerleştirmesine doğru yönlendiriyor. Bu yolun sonunda, devasa bir ağacın gölgesine varıyoruz. Burada, bütün küplerin en dış katmanında, doğanın sessizliğiyle iç içe geçen anlatı, ağacın gölgesinde yeniden hayat buluyor. Sergi, böylece bizi hem fiziksel hem de zihinsel olarak merkeze doğru değil, dış çeperlerde yankılanan hikâyelerle bir sona değil, zamansız bir döngüye davet ediyor. Yolun sonunda, artık sadece izleyici değil, anlatının bir taşıyıcısı oluyoruz.

SergilersanatSanatçıGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper