“Dağlar yükseldikçe bütün yaşam yok oluyor,
her şeyi tekdüze gri bir renk alıyor,
zirvelerin efendileri olan yosunlar ve likenlerden başka canlı kalmıyor.”
Oliver Sacks
“Cumaları hastaneden çıkar çıkmaz atımı eyerler –bazen motosikletimin atım olduğunu hayal ederdim–, Büyük Kanyon’a doğru yola çıkar, Route 66’da 800 km yol yapardım.”
Oliver Sacks
“Hareket Halinde Bir Apparatus” yazı dizisi adını ve ilhamını Dr. Oliver Sacks’ın 2015 tarihli Hareket Halinde Bir Hayat (çev. Begüm Kovulmaz, YKY, 2016) isimli otobiyografik kitabından alır. Bu yazı dizisinin merkezini motosiklet ve motosiklet etrafında cereyan eden sosyopolitik olaylar, failler, tanıklıklıklar, kültürel ve entelektüel sıçramalar ve karşılaşmalar, topluluklar ve kulüpler, akışkan kimlikler ve cinsiyetler, arşivsel çıktılar, fotoğraflar ve sinematografik açımlamalar, sanatsal ve felsefi tartışmalar ve tüm bunlara içkin yaşam örüntüleri oluşturuyor. Uluslarararası uğraklar olarak başlayan dizi, yer yer güzergâhını yerel oluşumlara çevir.
“Hareket” noktası, motosikleti cansız bir demir yığını olarak düşünmenin ötesine geçme arzusuna, insanları ve insan olmayanları birbirine bağlayan, çeşitli ilişki ağlarının kurulmasına vesile olan canlı birer apparatus (aygıt veya araç) olarak ele alır. Yazı dizisinin adını oluşturan “haraket” de tam olarak bu amaca hizmet eder. “Hareket”, kelimenin ilk çağrışımı olan “bir yerden bir yere gitme/yer değiştirme” anlamını genişleterek; eylemlerin, alışkanlıkların (habits) çeşitli ihtimaller ve karşılaşmalar neticesinde zuhur etmesi ifade eder. Bu türden bir “hareket”, free-flow (serbest akış) olmanın eşiğinde gezinir. Free-flow, her türlü engele rağmen hareket etme kudretini tanımladığı gibi, yalnızca fiziksel akışı değil, bir nehrin ya da trafiğin serbest akışını, hatta bir tartışmadaki özgürlüğü (free-flowing discussion) de ifade edebilir.. Free-flow bir oluş, eylemlerin kendi güzargâhlarını takip etmesini ve doğal akışında seyretmesini gerektirir. Bu yazı dizisi, motosiklete içkin ve onunla hemhal olan farklı faillerin akış halindeki yaşam örüntülerini kendi dönemi ve günümüz bakış açısıyla yeniden ele alır.

Venice Plajı'ndaki ağırlık kaldırma platformunda. Solda Oliver Sacks.
OLIVER SACKS: (C) SCIENCE FRIDAY
Serinin ilk yazısı Dr. Oliver Sacks’ı bir tür “hareket” noktası alarak onun motosikletle kurduğu ilişkilenme biçimlerine yoğunlaşır. Peki neden Sacks? Sacks’ın motosikletle kurduğu ilişki ayrıksıdır. Bu ilişki, motosiklete içkin hikâyelere, prototiplere, geleneksel kodlara ve tanımlı bilgilere ait kategorilere uymaz. Peki motosikletle ilgili yaygın kanı ve verili bilgiler neye dayanır? Motosikletin günümüze içkin kültürel mirasından azade, hitabet ettiği kitlenin genellikle avam kesim olduğuna dair ortak bellekte yer etmiş genel bir kanı vardır. Kuşkusuz bu argümanda İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkesine dönen (özellikle ABD’de) ve çoğu erlerden oluşan bir kitlenin motosikleti bir hobi olarak görmesi sonucu kurdukları kulüpler, bu kulüplerin drug dealer’lık başta olmak üzere kriminal faaliyetler içerisinde yer almaları ve suça eğilimli oluşları; bunun yanı sıra trash kültür, beat kuşağının ortaya çıkışı; rock and roll, heavy metal ve punk’ın yükselişi gibi unsurlar yer alır. Tüm bunlar ana akımın dışında alternatif bir varoluş ve yaşam tarzı vaat eder; ancak bu yaşam tarzının kurucularını ve savunucularını genellikle alt-orta sınıf oluşturur.
Londra’da tanınan ve İngiltere’nin ilk kadın cerrahlardan biri olarak kabul edilen bir anneden (Muriel Elsie Landau) ve yine hekim bir babadan (Samuel Sacks) dünyaya gelen ve kendisi de Oxford’da tıp okuyan Oliver Sacks, bu çemberin içerisinde ayrıksı bir noktada konumlanır. Pek dile getirilmese de Sacks’ın babası da İkinci Dünya Savaşı öncesi Scott Flying Squirrel bir motora sahiptir. Sacks anılarında bu motora değinir:
Su soğutmalı büyük motoru ve kükreyen egzozuyla güçlü bir araçtı (Scott Flying Squirrel), ben de böyle güçlü bir motosiklet istiyordum. Motosikletler, uçaklar ve atlar zihnimde birbirine karışıyordu, güçlü bineklerini zorlukla ama şevkle yönettiklerini düşündüğüm motosikletçiler, kovboylar ve pilotlar da öyle. Erkek çocuklara özgü hayal gücümü kovboyları ve kahramanca hava muhaberelerini anlatan filmler besliyordu; fırtınalarla, püsküren volkanlarla mücadele etmek için hayatlarını tehlikeye atan pilotları kalın uçuş ceketleri koruyordu. Tıpkı motosikletçileri koruyan deri ceketler ve kasklar gibi (s. 11).
Sacks’ın gençlik yıllarına dair yaptığı ve motosiklet ile farklı araçlar arasında analoji kurduğu bu türden tanımlamalar, günümüzde özellikle Türkiye ölçeğinde heteroseksüel erkeklikle özdeşleştirilen stereotip yargıları akla getirir. Oysa Sacks’ın eşcinsel bir erkek olarak heteroseksüel erkeklikle özdeşleştirilen motosikletlere olan tutkusu onu genel yaklaşımın dışında, ayrıksı bir pozisyonda konumlar. Amerika’yı bir kenara bırakacak olursak, Sacks’ın yaşadığı dönemin İngiltere’sinde de eşcinsellik kabul gören bir yönelim değildi.
Ülkemde eşcinsellik hâlâ suç muamelesi görüyordu. 1950’lerde Londra’da açıkça eşcinsel olmak ne kolay ne de güvenliydi; eşcinsel eylemlere katıldığı tespit edilenlere sert cezalar, hatta hapis cezası veriliyordu. Bunların bazıları da, Alan Turing gibi, mecburi östrojen uygulamasını, kimyasal yöntemle hadım edilmeyi seçiyordu. Toplumun genel kanaati de kanunlar kadar sertti. Eşcinsellerin buluşması kolay değildi. Gay kulüpleri ve pub’ları vardı ama polis bunları sürekli izliyor ve baskın yapıyordu. Ajanlar her yerdeydi, özellikle umumi tuvaletlerde ve parklarda; bir şeyden haberi olmayanları baştan çıkarıp hayatlarını mahvediyorlardı (s. 33, 40).
Bu baskıcı toplumdan kaçmak ve cinselliğini özgürce yaşamak için Sacks ara ara Amsterdam’a gidiyordu. Sanırım ABD’de yaşamak için göç etmesinin nedenlerinden biri de İngiltere’de bulamadığı özgürlük ortamıydı. 1950’lerin ABD’sini cinsel yönelim açısından dönemin İngiltere’siyle mukayese etmek abesle iştigal. Yalnızca motosiklet toplulukları açısısından bile ABD çağının ötesiydi. Örneğin 1954 yılında Los Angeles’ta kurulan The Satyrs Motorcycle Club dünyanın en eski gey motorsiklet kulüplerinden biriydi.

Scott Flying Squirrel model bir motosiklet.
SCOTT FLYING SQUIRREL: (C) MOTORWORLD
Sacks’ın İngiltere’den ABD’ye gidişinin altındaki temel itkinin özgürlük arayışı olduğu apaçık. Çünkü cinsel yönelimi annesi ve babası tarafından da kabul görmüyor, hatta baskılanıyordu. Sacks’ın motosiklet ile cinsel yönelimi bilinçli ya da bilinçdışı olarak kruduğu net bir özgürlük bağlamından söz edilebilir. Deri pantalonlar, çizmeler, dar gömlekler ve ceketlerin yanı sıra motosikletle bir bütün olma isteği onu bir çeşit arzu nesnesine dönüştürüyordu. Sadece bu yönüyle bile motosiklet bir aparatus olarak otomobilden farklıdır olarak ve kendisiyle kullanıcısı arasında yeni bir ilişkilenme biçimi oluşturur.
Kişiyle motosikleti arasında doğrudan bir bağ vardır çünkü motosiklet kullanan kişinin propriosepsiyonuna, hareketlerine ve duruşuna öyle bir uyum sağlar ki neredeyse kendisini kullanan kişinin bir uzvu haline gelir. Motosiklet ve sürücüsü tek, bölünmez bir varlığa dönüşür; motora binmek ata binmeye çok benzer. Araba sürücüsü aynı şekilde bütünleşemez (s. 84).
Ancak bu arzu nesnesi tüketim toplumuna içkin bir nesneden öte, ona bir çeşit mobilite sağlıyor; yeni olasılıkların, karşılaşmaların ve ihtimamların kapısını aralıyor; örtük bir erotizm barındıyordu. Sacks’ın motosikletle pratik anlamda ilk tecrübesi 18 yaşında BSA Bantam marka bir motosiklet almasıyla başlar. Bu ufak cc’li motordan ve kazandığı yeterli deneyimden sonra 1956’da 250 cc Norton marka bir motosiklete geçer. ABD yıllarında ise hayalini kurduğu 1961 model BMW R60’la karşımıza çıkar. Bagger tarzındaki BMW R60, krom detayları, far koruması, tel jantları ve 600 cc’lik boxer motoruyla oldukça albenili bir motosiklettir. Sacks’ı bazen Greenwich Village yolunda, bazen Muscle Beach’te bu motosikletle, kimi zaman deri ceketiyle kimi zaman ise slip mayosuyla boy gösterirken görürüz.
Sacks için yolda olmak aynı zamanda günlük tutmak demek. Motosikletiyle yaptığı tüm yolların, geçtiği kasabaların, tali yolların, tepelerin, patikaların, buzul göllerin, orman altı bitkilerin, hayvanların ve diğer tüm yaşam örüntülerininizini sürmek; Kanada’nın Rocky Dağları’nın ve California’nın kızılçam ormanlarının metin düzleminde adeta topografyasını çıkarmak demek. İngiltere’den Kanada’ya, Kanada’dan San Francisco’ya, Büyük Kanyon’a, Ölüm Vadisi’ne, oradan New York’a… Tüm bu notlar ve birinci elden deneyimler, dönemin kültürel kodlarını anlamak için de son derece kıymetli.
Motosiklet mevcudiyeti itibarıyla hem Sack’ın yaşamına içkin hem de yaşamının kıyısındadır.
Elbette bu türden bir mobilite ancak ikili bir yaşam sürmesi sayesinde mümkün olur. San Francisco’da gündüzleri beyaz önlüğüyle Dr. Oliver Sacks olarak, geceleri ise deri motosiklet giysileriyle Clark Kent misali Tamalpais Dağı’nde, Stinson Sahili’nde, Bodega Körfezi’nde gezintiye çıkar. Bu ikili yaşamı nedeniyle arkadaşları ona Wolf lakabını takar.
Sacks’ın motosiklet dahil tüm hobileri birbirinin kesişim kümesini oluşturuyordu. Fotoğrafçılık ve dalış gibi uğraşların yanı sıra onu ayrıksı kılan bir diğer unsur da kuşkusuz haltere olan ilgisiydi. Motosiklet üzerinde yaptığı uzun kilometreler ve düzensiz beslenme nedeniyle kendini forma sokmak ister ve bu nedenle de halterde eyalet rekorunu kırmayı kafasına koyar. Bunun için de ilk olarak olabildiğince kütle kazanması gerekir.
Mount Zion’da kilo almak kolaydı çünkü kafeteryasındaki çift köfteli çizburgerler ve milkshakeler stajer hekimlere ücretsizdi. Her akşam beş tane çiftköfteli çizburger yiyip yarım düzine milkshake içtim, çok çalışarak kısa sürede irileştim, orta sikletten (90 kiloya kadar) ağır siklete (110 kilo) ve süper siklete (sınır yok) geçiş yaptım (s. 83-84).
Sonunda Sacks 270 kiloluk halteri kaldırarak eyalet rekorunu kırar. Bu başarı Sacks’a yalnızca halter alanında başarı ve tanınırlık getirmez, aynı zamanda aynı sporla uğraşan motosikletli dostlar edinmesine de vesile olur.
Özellikle Sacks’ın sıklıkla gittiği ve antreman yaptığı Muscle Beach’e de ayrı bir parantez açmak gerekir. Muscle Beach dönemin ABD’sini, kültürel kodlarını ve vücut geliştirme sporuna yönelik eğilimi anlamak açısından önemli bir uğraktır. İlk olarak Santa Monica sahilinde, sporcuların ve vücut geliştiricilerin buluşma noktası olarak ortaya çıkan Muscle Beach, 1940’larda ve 1950’lerde popülerliğini artırır ve bir süre sonra Hollywood yıldızlarının uğrak yeri haline gelir. Bir dönem kapatıltan sonra Venice Beach’de yeniden açılan Muscle Beach, zamanla Arnold Schwarzenegger gibi vücut geliştiricilerin toplanma yeri olur. Sacks da buraya sıkça giden isimlerden biridir.
Sacks yolculuklarını yalnızca motosikletle yapmaz. Motosikletiyle çıkamadığı yolculuklara kimi zaman marihuana, gündüzsefası tohumları, LSD’yle çıkar. Kendi tanımıyla bu, “hafta sonları çıktığı sanal yolculuklar”dır. Bu aynı zamanda kimseye anlatmadığı bir sırrıdır.
1950’lerde motosikletimle İngiltere’de dolaşırken demokrasiyi ve eşitliği bir nebze de olsa tatmıştım. Katı toplumsal kurallara göre yaşayan İngilizler arasında bile motosikletler engelleri aşıyor, herkeste bir tür sosyal rahatlık ve pozitiflik uyandırıyordu. Birisi “motosikletin güzelmiş” derdi ve sohbet oradan yürürdü.
Oliver Sacks
Sacks’ın 1965’te California’dan New York’a taşınması birçok anlamda hayatında kırılmaya neden olur. Kuşkusuz bu yazı özelindeki en büyük kırılma, motosiklet sürmeyi bırakmasıdır. 1970’lerin başında motosikleti bırakır. Bunun nedeni olarak da New York City’nin trafiğini gösterir ve artık eskisi gibi keyif alamadığını ifade eder. Elbette New York, California’yla karşılaştırıldığında tali yollar, büyük araziler ve patikalar vaddetmez. Anılarından da biliyoruz ki, Sacks yolda olmanın tadını, özgürlük ve neşe hissini hiçbir zaman New York’da bulamaz. Sacks’ın motoru bırakmasında bir etken de sakatlık ya da ölüm korkusu gösterilebilir. Bu da Norveç’te boğadan kaçarken düşerek ayağını sakatlamasına dayanır.
Motosiklet mevcudiyeti itibarıyla hem Sacks’ın yaşamına içkin hem de yaşamının kıyısındadır. New York zamanlarında her ne kadar motosikleti fiziksel olarak bıraksa da felsefesi tüm yaşamına çoktan sirayet etmiştir. Barındırdığı felsefenin izlerine yazdığı tüm kitaplarında, makalelerinde, vaka incelemelerinde, hastalarına yaklaşım biçiminde, tedavi için seçtiği metodolojisinde rastlarız. Çünkü bu metinler bilimsellik kaygısı taşımakla birlikte gündelik hayatın dilini de yansıtır. Kimi zaman meslektaşları tarafından sert eleştirilere maruz kalsa da metodolojisinden taviz vermez. 1958 yılında bir tıp öğrencisiyken dinlediği Sovyet nöropsikolog A.R. Luria’nın The Mind of a Mnemonist(Bir Mnemonistin Zihni) kitabı en büyük ilham kaynağıdır. Bu kitaptan hareketle Sacks’ın felsefesi “klasikle romantiği, bilimle öykü anlatıcılığını birleştirmek” olur. Belki de bu sayede tıp alanında en büyük başarılarından biri olarak gösterilen Uyanışlar (1973) kitabını yazar. Kitap 1990 yılında Robert De Niro ve Robin Williams başrollerini üstlendiği Penny Marshall yönetmenliğinde aynı isimli filmle vizyona girer.
Sacks’ınki “hareket halinde” bir yaşamdır; tıpkı şair Thom Gunn’ın dediği gibi: “Durup dinlenebileceği bir kesinliğe ulaşamasa da, hareketsiz kalmamakla her an daha yakındır ona.”