With Your Entire Body, Immerse, Perceive, and Become One with the Art (Bütün Bedeninle İçine Dal, Algıla ve Sanatla Bir Ol)söylemiyle ziyaretçilere açılan teamLab Planets TOKYO, 21. yüzyıl sanat dünyasının ruhunu en iyi yansıtan sanat deneyimlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Göz merkezci bakışın ötesine geçmesi, geleneksel eser-alımlayıcı ilişkisini radikal biçimde dönüştürmesi, eserlerin felsefi ve kuramsal bağlamıyla kullanılan dijital teknolojiler, müzeyi zamanın ruhunu taşıyan önemli bir örnek haline getiriyor. Peki teamLab Planets’te vücut bulan zamanın ruhu bize ne anlatıyor? Günümüz sanatı hakkında nasıl bir perspektif sağlıyor?
Göze karşı beden
Dijital sanat kolektifi teamLab alışılagelmiş, büyük oranda belirli bir mesafe almayı gerektiren görsel bir ilişkiye dayalı alımlayıcı-eser ilişkisini en uç noktalara taşıyarak bedeni tüm kapasitesiyle deneyime katmayı amaçlıyor. Başlangıç deneyimini, gündelik yaşamda en aktif uyaran alan fakat algımızda en örtük kalan zeminle temas noktalarımız üzerinden şekillendiriyor. Üç ayrı bölümden oluşan müzeye ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı dolaba kaldırarak “Water” (Su) bölümüyle başlıyoruz. “Water” karanlık koridorlarla birbirine bağlanan farklı mekânlardan meydana geliyor. Giriş koridorunda ilk adımlarımızı atarken ortamın karanlık ambiyansı zeminin dokusuna, ayak tabanlarımızın zeminle temasına odaklanmamızı kolaylaştırıyor. Sırasıyla akan suyun içinden geçerek farklı zemin kaplamalarına sahip koridorlardan ilerliyor ve içine gömülerek geçtiğimiz yumuşak zeminli bir topografyaya ulaşıyoruz. Buradan zemini ve tavanı aynalarla kaplı, ziyaretçiye tepki veren renk ve ışık sistemleriyle donatılmış, ışık noktalarının oluşturduğu dinamik formlar içinde sınırları belirsiz bir mekâna adım atıyoruz. Ayna kullanımı görsel etkiyi artırmakla birlikte görsel olanda bedensel bir farkındalık kazandırıyor, her yönde bakışımızı saran aynalar bedenimizi bize geri sunuyor. Ardından diz hizasına kadar yükselen sıcak su havuzuna geçiş yapıyoruz.

"Catching and Collecting in the Sacred Forest" mobil uygulama aracılığıyla duvarlarda ve zeminlerde beliren hayvanlar yakalanabiliyor.
TEAMLAB
Bir sonraki mekânda dev küre balonlarla dolu bir hacimde hareket ederek bu kürelere dokundukça mekânın değişen dinamiklerine tanık oluyor, ardından ayna kaplı zemine uzanarak tavana yansıtılan görüntüleri izlediğimiz alana varıyoruz (“Floating in the Falling Universe of Flowers” [Dökülen Çiçekler Evreninde Süzülmek]). Bu peşi sıra mekânlar arasındaki karanlık koridorlar bir deneyimden diğerine hazırlık için bir aralık sağlıyor, aynı zamanda merak duygusunu pekiştiriyor.
“Water”dan “Garden” (Bahçe) bölümüne geçtiğimizde burada yer alan dikey bahçede orkidelerin kokusunu alabiliyor, sonrasında dökülen orkidelerin yetiştirildiği “Glass House”da (Cam Ev) sake veya çayı bir sanat eseri deneyimi bağlamında yudumlayabiliyoruz.
teamLab Planets TOKYO beş duyunun yanı sıra denge ve hareket algısına yönelik çeşitli etkileşimler de tasarlamasıyla ön plana çıkıyor. Eğimli ve engebeli parkurlara sahip “Forest” (Orman) bölümünde merdivenlerden tırmanıyor, kaydıraktan kayıyor, dönen kürelerin üzerinden dengemizi sağlayarak karşıya geçiyoruz. Mekânda serbestçe hareket ederken, renk, ışık ve görseller beden ritmimize ve yönelimimize bağlı olarak dönüşüyor.

"Floating Flower Garden" enstalasyonunda sarkıt bahçe izleyicinin varlığına ve hareketine duyarlı olarak şekilleniyor.
TEAMLAB
Eser ve ziyaretçi ilişkisinde beden yalnızca “duyulur” özelinde ele alınmıyor. Müzede çeşitli interaktif uygulamalar da mevcut;“Catching and Collecting in the Sacred Forest”ta (Kutsal Ormanda Yakalama ve Toplama) mobil uygulama aracılığıyla duvarlarda ve zeminlerde beliren hayvanları yakalayarak, yakaladığımız hayvanların koleksiyonunu oluşturabiliyor ve haklarında bilgi edinebiliyoruz.
Diğer yandan ortak yaratım faaliyetlerini amaçlayan enstalasyonlarda katılımcılar, kendi çizimlerini yaparak dijital sisteme yükleyebiliyor. Bu çizimler mekânı saran yüzeyler içerisindeki ekosisteme dahil olarak birbirleriyle etkileşime giriyor. teamLab Planets’in büyük oranda görme, dokunma, fiziki harekete yönelik bir kurgusu olsa da koku, tat ve hatta bilişsel süreçleri de göz ardı etmeyerek, bedeni zihinle birlikteliğinde, tüm yönleriyle deneyime katmaya amaçlıyor.
Parçaya karşı bütün
teamLab Planets yalnızca tüm duyuları sanat deneyimine dahil etmekle kalmıyor, aynı zamanda alımlayıcıya her enstalasyonda aktif bir rol vermesiyle de ayrışıyor. Böylece alımlayıcı katılımcıya dönüşerek enstalasyonla etkileşime girmesi sonucunda eserin kendisine katılıyor. Bazen mekânı oluşturan unsurlar, bedenin hareketine göre şekilleniyor, bazen de doğrudan katılımcıya sunulan seçenekler aracılığıyla eserin tepkisi katılımcılar tarafından belirleniyor.“Forest”bölümünde ise bedenin hareketi ve dengesi, eserin ayrılmaz bir parçası haline gelirken; dijital yüzeylerin ağırlıklı olduğu bölümlerde etkileşim, uygulama tabanlı yönlendirmeler veya manuel çizim gibi yöntemler üzerinden şekilleniyor.
Burada mevcut bir eser olduğu ve katılımcının ona katıldığı düşüncesinin ötesinde katılımcının varlığıyla oluşan veya tamamlanan eserlerden bahsetmek gerekiyor. Böylece geleneksel bakışın da üzerine temellendiği kartezyen özne-nesne ikililiği yerine özne ve nesnenin birliği, eser veya alımlayıcıdan ziyade ilişkinin; parçadan ziyade bütünün ön plana çıktığını görüyoruz. “Floating Flower Garden” (Süzülen Çiçek Bahçesi) enstalasyonunda sarkıt bahçe izleyicinin varlığına ve hareketine duyarlı olarak şekilleniyor; çiçekler yavaşça yükselerek izleyicinin ilerlemesi için boşluk açıyor, her adımda çevre değişiyor, bahçe izleyiciyle birlikte akışkan bir form kazanıyor. Böylece beden ve bahçe bir bütün oluşturuyor.
Diğer yandan süreç yalnızca eser ve katılımcıya dayalı iki uçlu bir yapıda düşünülmüyor. Söz konusu deneyime “öteki”yi de dahil ederek, ben ve öteki arasındaki ilişkinin vurgulandığı bir alt metne dayandırılıyor: Ben, algımın nesnesi ve diğer ben’ler ile bir bütünlük içerisinde olanım: “Sanat eserleri, insanların varlığına bağlı olarak değişir ve varlıkları bedeniniz ve diğerleriyle kesintisiz bir bütünlük içindedir.” (Tanıtım metninden)
Eserler, tüm bedenlerin yönelimi ve tercihleri doğrultusunda sürekli olarak yeniden biçimleniyor. “Aerial Climbing through a Flock of Colored Birds” (Renkli Kuş Sürüsü Arasında Hava Tırmanışı) enstalasyonunda asılı basamaklardan çıkarken her bir basamağın bir diğerine bağlı olarak tasarlandığını görüyoruz. Enstalasyon, binlerce kuşun uyum içinde hareket ederek tek bir yaşam formu gibi davranıyor olmasına dayanarak kurgulanıyor. Bir beden diğer bedenleri etkiliyor. Etkileşime “Soft Black Hole” (Yumuşak Karadelik) enstalasyonunda, “Bedeniniz, başka bir bedeni etkileyen bir mekâna dönüşüyor,” söylemiyle beraber mekânın da dahil olduğunu görüyoruz, özne-mekân ilişkisi bağlamında fenomenolojik bir mekân anlayışı ortaya konuluyor.

"Water" bölümünde ayakkabı ve çoraplarınız çıkarıyorsunuz.
TEAMLAB
Evrensel olana karşı biricik, sabite karşı oluş
Beden, diğer bedenlerle; seçimler ise diğer katılımcıların seçimleriyle kesişerek, mekânda bir daha tekrarlanamayacak, her seferinde benzersiz bir deneyimi mümkün kılan bir kombinasyon oluşturuyor. Sonuç olarak eser, kolektif bir katılımla tamamlanıyor. Enstalasyon katılımcıları dönüştürürken, katılımcılar da enstalasyonu dönüştürüyor. Bu geleneksel eserin sabit, anıtsal niteliğine, evrensel anlamına karşı; oluşu, dönüşümü, biricikliği ön plana çıkaran bir söylem kuruyor.
Aynı zamanda Zen kültüründen güçlü etkiler taşıyan sergi, doğa teması etrafında şekillenerek “geçicilik” ve “oluş” kavramlarına odaklanıyor. Sıcak su havuzuna yansıtılan koi balıkları insanlarla temas ettiğinde çiçeklere dönüşüyor ve yavaşça dağılıyor; ayna zeminde tavana yansıtılan mevsimsel çiçekleri izlerken, çiçeklerin zaman içerisinde büyüdüğünü ve sonrasında parçalanarak dağıldığına şahit oluyoruz (“Floating in the Falling Universe of Flowers”). Yaşamı ve ölümü, bir diğer ifadesiyle “geçiciliği” olumlayan bir estetik oluşturuluyor.
teamLab Planets’in sanatı; zamansal, bedensel ve mekânsal bir süreç olarak sunması sanatın belge niteliğinden sıyrılıp, yalnızca deneyim süresince var olduğu bir yapıya evrilmesini sağlıyor. Ziyaretçi, mekânda var olduğu sürece sanatın bir parçası oluyor; ancak sergiden ayrıldığında, deneyim sadece anılarda ve belgelenmiş görsellerde varlığını sürdürüyor.
Zamanın Ruhu
teamLab Planets, göze karşı bedeni, parçaya karşı bütünü, evrensel olana karşı biricik olanı ve sabite karşı oluşu ön plana çıkaran bir yaklaşım benimsiyor. Bu anlayış, köklerini Zen kültüründen alırken, aynı zamanda çağdaş Batı düşüncesiyle de önemli kesişim noktaları oluşturuyor. Özellikle Batı felsefesindeki fenomenolojik dönüşle birlikte yükselen beden, bütün ve tekillik vurgusu serginin kavramsal çerçevesiyle paralellik gösteriyor. Bu bağlamda, teamLab Planets’in felsefi ve kuramsal bağlamı, günümüz düşünsel ortamının ifadesi haline geliyor.
Benzer biçimde geleneksel sanat nesnesinin, sanat deneyiminin ve alımlayıcı modelinin dönüşüme uğradığını, modern sanatın avangard atılımlarının ulaştığı noktayı, gözlemliyoruz. Bu bağlamda estetik deneyimin göz merkezcilikten, tüm bedene genişlediğini; geleneksel sınırların ötesine geçildiğini görüyoruz. Mekânın rolü de bu dönüşüm içinde yeniden keşfediliyor: Sanat eseri ya da alımlayıcının bireysel duygulanımlarına odaklanmak yerine, “deneyim” bütünsel bir çerçevede ele alınıyor ve mekânın potansiyeli bu bağlamda değerlendiriliyor. Diğer yandan çağımızın yeni medium’larının olanakları araştırılmaya devam ediliyor: Kanvasların yerini duvar, zemin, tavan; fırçaların yerini projeksiyon ışığı alıyor. Dijital teknolojilerin kullanımıyla sanat, yalnızca görsel bir temsil olmaktan çıkıp mekânsal bir deneyime dönüşüyor.
Bütün bunlar, çağımızın estetik anlayışındaki gelişmeyi ve sunduğu yeni olanakları yansıtıyor ancak diğer yandan dijital sanatın tek boyutluluğu ve duyusal aşırılığa yatkın estetik dili eleştirel bir sorgulama alanı açıyor. teamLab Planets TOKYO’nun ilham aldığı Zen düşüncesinin doğallığı ve sadeliği karşısında dijital olanın sanal gerçekliği belirgin bir tezat oluşturuyor. Buna ek olarak “Forest” bölümünde, “Water” ve “Garden” bölümlerindeki rafine düşünce ve biçimler yerini yüzlerce dağınık uyarana bırakıyor. Spontanelik sergi kapsamında bir kavram olarak karşımıza çıkıyor olsa da bu rafine bir deneyimden ziyade duyusal bir kaosa neden oluyor gibi görünüyor. “Forest” bölümü sanatsal bir deneyimden ziyade bir eğlence mekânının özelliklerini taşıyor. Mekânsal unsurlar ise estetik açıdan sofistike ve özenle kurgulanmış bir biçim sunmaktan çok, görsel cazibeyi hedefleyen bir yapı sergiliyor. Sarkıt merdiven, zeminde yer alan küreler ya da renkli bloklar yalnızca çarpıcı bir görsellik üretmekle sınırlı kalıyor. Eğer, estetik tefekkür odaklanmayı gerektiriyorsa uyaran aşırılığı ile bu odaklanmaya imkân tanınmıyor. Ziyaretçiler, mekânın sunduğu çekici imajlar ile hiper uyaranlar içerisinde estetik tefekkür için yer bulamıyor. Bir eserin algılanması için gereken entelektüel ve estetik çaba yerine, doğrudan ve hızlı tüketilebilen bir “duyusal deneyim” ön plana çıkıyor. Sınırları bu denli zorluyor olmak yenilikçi bir yaklaşım olsa da sanatsal bir deneyim sunma iddiasındaki bir serginin ticari bir eğlence anlayışına yaklaştığını düşündürüyor. Dolayısıyla serginin “Forest” bölümü, Zen kültürünün felsefi derinliğe sahip minimal estetiğinden ziyade kitsch bir oyun parkına, ticari bir eğlence parkına dönüşüyor.
teamLab Planets’te zamanın ruhu tam da taşıdığı bu tutarsızlıklarla görünür hale geliyor. Bir yandan fenomenolojik bir yaklaşıma sahip; özne-nesne ikiliğinin ötesine geçen; oluşu, bedeni yücelten çağdaş derinlikli bir düşünsel altyapı görürken; diğer yandan dijital teknolojinin göz-merkezci yapısıyla, görsel tüketim için imaj bombardımanın yüzeysel tutumuyla karşılaşıyoruz. Sanatta, daha geniş anlamıyla estetik deneyimde, yeni olanakların keşfine çıkılması kuşkusuz değerli bir girişim. Ancak mevcut sınırları her şeyi kapsayacak kadar sınırsızlaştırma eğilimi hiçbir şeye dönüşme riskini de beraberinde getiriyor. Öznenin yöneldiği her nesnede, her türlü yönelim ve katılım biçiminde estetik bir yön olduğunu söylemek son derece özgürleştirici bir söylem, ancak unutmamak gerekir ki, her şeyi kapsamak isteyen bir şey, hiçbir şeye dönüşme riski taşıyacaktır. Bu bağlamda estetik deneyimin yapısını daha incelikli ele alma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Eğer her edimin estetik bir boyutu varsa, bu her edimi sanat deneyimine dahil edebileceğimiz anlamına mı geliyor? Bir yandan sınırları genişletiyoruz fakat diğer yandan kılavuz çizgilerimizi aynı hızda dönüştüremiyoruz. Bu aralıkta bir serbestiye içerisinde her tür yozlaşma kendine yer edinebiliyor. Dolayısıyla derinlikli ve yenilikçi bir tavırla kitsch bir gösteri ve bir tüketim mekânı arasında giden teamLab Planets tam da zamanın ruhunu yansıtıyor.