Geride bıraktığımız nisan ayı empresyonistlerin 1874’te Paris’te düzenlediği ilk serginin 150. yıldönümüne sahne oldu. Resmî yıllık Salon sergisine kabul edilmedikleri için hayal kırıklığına uğrayan genç Monet, Renoir, Degas ve Pissarro Anonim Sanatçılar, Ressamlar, Heykeltıraşlar ve Gravürcüler Topluluğu adlı kooperatifi kurarak Cézanne, Morisot ve Boudin’in de aralarında bulunduğu 20’den fazla sanatçının 165 eseriyle ay boyu süren kendi karma sergilerini düzenlemişti.
Fotoğrafçı Nadar’ın 35 Boulevarddes Capucines’de bulunan eski stüdyosunda düzenlenen etkinlikle ilgili eleştiriler çelişkili, satış oranlarıysa düşüktü. Monet’nin 1872 tarihli kabataslak liman manzarası “Impression, Soleillevant”ı (İzlenim, Gündoğumu) pek de beğenmeyen Louis Leroy, Charivari’de katılımcılar için daha sonra meşhur olacak “empresyonist” tanımını kullanırken, eser 1.000 frank gibi iddialı bir fiyatla satışa sunulmuştu. Bu rakam o dönemde Fransa’nın en yüksek maaş alan beden işçileri olan makinistlerin yıllık toplam ücretine eşitti. John Rewald 1946’da yayımlanan History of Impressionism (Empresyonizmin Tarihi) adlı ufuk açıcı kitabında Monet ve Renoir’nın satışlardan tahmin olarak sırasıyla yalnızca 200 ve 180 frank kazandığını yazmış, Degas ise hiç satış yapamamıştı.
Empresyonist akımın bu ilk dönemine ait resimler şimdilerde güzel bulunsa da, devrim olarak nitelendirilmiyor. Oysa 1986’da Washington, DC ve San Francisco’da düzenlenen The New Painting: Impressionism 1874-1886 (Yeni Resim: Empresyonizm) sergisinin kataloğunda Paul Tucker’ın da belirttiği üzere; bu açılış sergisi Batı sanatı ve piyasasının tarihindeki önemli anlardan biriydi.
Tucker yazısında, “Sanatçılar ilk kez bir araya gelerek devletten izin veya bir jüriden görüş almaksızın eserlerini doğrudan halka sergiledi. Katılan sanatçılar hızla avangard olarak kabul edildi, sergileri de gelecekteki tüm modernist girişimler için mihenk taşı haline geldi,” ifadelerini kullanmıştı.
Empresyonist eserler tam 150 yıl sonra bugün bile müzayedelerde her yıl 100 milyonlarca dolar kazandırırken, karma sergiler halen eleştirmenler, küratörler, simsarlar, koleksiyoncular ve belki de daha geniş halk kesimlerinin çağdaş sanatçılara ilgi duymasını sağlayan en etkili araç olarak kabul ediliyor. Peki modernizm ve avangardın sanat tarihi haline geldiği günümüzde, karma sergi, kültürümüzün estetik ve ticari gündemine yön verme konusunda eskisi kadar güçlü mü?
Avangardı kurumsallaştırmak
Bu soruyu sormamızın tek nedeni nisanda açılışı yapılan 60. Venedik Bienali değil. Örneğin New York’taki Whitney Amerikan Sanat Müzesi de mart ayında 81. bienalinin açılışını yaptı; 71 sanatçı ve kolektifin eserlerini içeren bienal “Amerika Birleşik Devletleri’nde çağdaş sanata dair en uzun soluklu inceleme” olarak tanıtıldı. Whitney’in web sitesine göre, bu son incelemenin ortak teması “zihinle beden arasındaki ilişkilerin geçirgenliğinin, kimliğin akışkanlığının ve etrafımızdaki doğal ve yapay dünyaların giderek artan belirsizliği”nin keşfedilmesiydi.
Günümüzdeki çoğu bienal ve diğer büyük karma sergiler gibi, ABD çağdaş sanatındaki yeniliklere dair bu genel görünüm de köklü bir kurum için profesyonel küratörler tarafından derlendi. Fakat pek de coşkulu olmadığı ve hatta 2024’te yaşadığımız hayatla bağ kuramadığına dair eleştiriler aldı. The New York Times adına sergiyi ziyaret eden Jason Farago görüşlerini şöyle ifade etti: “Günümüzün yeni sanatçıları zeki ama ürkek. Kültürün piyasaya teslim olmasından yorulan, Silikon Vadisi’nin imaj yönetimine fena halde yenilen bu sanatçılar küçük ölçekli (ve müzeye uygun) gösteri ve itaatsizlik eylemlerinin en güvenli seçenek olduğuna inanıyor.”
Büyük karma sergileri ziyaret edenlerin gerçekten özgün ve radikal bir şeyler keşfetmeye dair arzusu körelmiş olsa da halen devam ediyor. Fakat bu sergilerin yapısı bunu giderek daha da imkânsız hale getiriyor.
Alman eleştirmen Peter Bürger 1974 tarihli etkileyici kitabı Avangard Kuramı’nda “Avrupa’daki avangard akımların burjuva toplumunda sanatın statüsüne saldırı olarak tanımlanabileceği”ni yazdı. Müzelerin ve piyasanın etkisiyle 19. yüzyıl sonu kültürlü orta sınıflarda sanatın “kurumsal” bir statü kazanması sanat için ölümcül oldu. Bürger’a göre, dadaizm ve sürrealizm gibi radikal akımlar sanat ile güncel yaşam arasında yeniden bağ kurma girişimleriydi.
Artık burjuva toplumunda saldırılacak fazla bir şey kalmadığı ve kurumsal küratörler ve ticari simsarlar galerilerde sergilenen sanatın son derece etkili araçları haline geldiği için avangard fikrinin tuhaf ve çok eski bir anakronizm gibi görünmesi pek de şaşırtıcı sayılmaz.
Yeni gruplar, yeni bağlamlar
Sanat dünyası her şeye rağmen yenilikçi sergiler açmak ve söyleyecek yeni bir sözü olan sanatçılar bulmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Bu bağlamda, Londra’daki bağımsız simsarlar mart ayında düzenledikleri iki karma sergide biraz daha farklı bir yaklaşım denedi.
Ciddi fakat uygun fiyatlı çağdaş sanat eserlerinin daha geniş bir kitle tarafından satın alınmasını teşvik etmek amacıyla Londra’nın doğusunda faaliyet göstereniki çevrimiçi platform Gertrudeile Canopy Collections işbirliği yaptı. Bu işbirliği sonucunda, Spitalfields’ta 18. yüzyıl başından kalma bir evin atmosferik ortamında Birleşik Krallık’ta yaşayan 40’tan fazla yeni sanatçının yaklaşık 70 eseriyle Pourquoi (Neden?) adlı üç günlük karma sergi düzenlendi. Organizatörler 72 saat süren bu serginin yaklaşık 1.500 kişi tarafından ziyaret edildiğini söyledi. Rewald’a göre, ilk empresyonist serginin 3.500 ziyaretçi çekmesi bir ay sürmüştü.
Gertrude’un ortak kurucularından Will Jarvis, “Sanata böyle bir mekândan bakmak beyaz bir küpten bakmaktan çok daha az korkutucuydu. Ev ortamı, eserleri insanların kendi yaşamları içinde algılayabileceği bir bağlama oturtmamıza yardımcı oldu. Sektörün daha geniş olabileceğini düşünüyoruz,” diyor.
Pourquoi’ya katılan birçok sanatçı Camden Art Centre’ın yakın zamanlı New Contemporaries (Yeni Çağdaşlar) adlı karma sergisine de katıldı; bu sanatçılardan biri de iPhone çağının Edward Hopper’ı olarak nitelendirilebilecek, Londra’da yaşayan figüratif ressam Thomas Cameron’dı. Jarvis’in 1 Nisan itibarıyla Pourquoi’da satıldığını söylediği eserlerin yüzde 15 ile yüzde 20’sinin arasında Cameron’ın 5.000 ve 4.500 sterlin fiyat biçilen iki tablosu da bulunuyordu.
Victoria Miro galerisinin eski kıdemli direktörü Matt Carey-Williams’ın düzenlediği ilk büyük ölçekli karma sergi olan Bump (Çarpışma) için Mayfair’deki No.9 Cork Street’te kiralanan alanda fiyatlar genel olarak daha yüksek, sanatsa daha gösterişliydi. Instagram’da 25.900 takipçisi bulunan Carey-Williams Londra’daki çağdaş sanat ortamının önde gelen influencer’larından biri.
16 gün süren sergisinde, Flora Yukhnovich ve Antony Micallef gibi tanınmış figürlerin yanı sıra tarihî sanat alanında kendi kendini yetiştirmiş Essex’ten Dean Fox ve California’dan Christian Rexvan Minnen gibi daha az tanınan yetenekli isimlere ait yaklaşık 40 tablo sergilendi. Carey-Williams’ın Instagram’da keşfettiği bu sanatçılardan Fox’un çıkış noktası empresyonist ve postempresyonist sanatken, Van Minnen ürkütücü bir şekilde gerçeküstü biyomorfik formlara dönüştürdüğü 17. yüzyıl Hollanda natürmort resimlerinden esinleniyor.
“Yeni sanatçılar bulmak istiyorsanız her şeyden önce Instagram’a bakmalısınız,” diyen Carey-Williams, baskıya girdiğimiz sırada sergideki eserlerin yaklaşık olarak yarısının alıcı bulduğunu da sözlerine ekledi. Satılan ilk eser Fox’un 2023 tarihli “The Artists” (Sanatçılar) tuvaliydi; Renoir’nın 1876 tarihli “Au jardin – Sous la tonnelle au moulin de la Galette” (Moulin de la Galette Ağaçları Altında) adlı tablosundan esinlenen bu eserin fiyatı 6.000 sterlindi. Carey-Williams’ın Victoria Miro’da birlikte çalıştığı piyasanın yıldızı Yukhnovich’in dört küçük yağlıboya eskiziyse 22 bin sterlinden alıcı buldu.
Peki çevrimiçi platformlar ve bağımsız simsarlar yeni sanatçılara dönüştürücü karma sergiler düzenlemeleri için yeterli özerkliği veriyor mu? Sanatçılar 1874’teki ilk empresyonist sergi ve Damien Hirst’ün 1988’de Goldsmiths’ten öğrenci arkadaşlarıyla birlikte Londra Docklands’teki terk edilmiş binada sahnelediği çığır açıcı satış sunumu Freeze (Donma) gibi sergiler düzenleyebiliyor mu? Dönüm noktası niteliğindeki bu iki sergide, genç sanatçılar cesur bir şekilde kendi piyasalarının kontrolünü ele geçirmeyi denemişti.
Carey-Williams, “35 yaş altı genç sanatçıların eylem gücü 2024’te savaş sonrası döneme göre çok daha fazla. Bu gücü henüz tam olarak kullanamamış olabilirler ama en azından dijital evren tarafından destekleniyorlar,” diyor. “Bizim işimiz bu gücü mümkün olduğunca gerçek yaşamda tutmak. Sanatçılar eserlerini gerçek bir mekânda, gerçek bir kitleye canlı olarak sergileme fırsatı bulmak istiyor,” diyerek sözlerine devam eden Carey-Williams,Instagram gibi dijital platformlarda dikkat çekmek için birbirleriyle yarışan milyonlarca sanatçıya atıfta bulunarak ekliyor: “Teknoloji bu son oyunu çok daha rekabetçi hale getirdi”.
Genç sanatçıların kalıpları yıkarak kendi kendilerine düzenledikleri karma sergiler mevcut ekonomik ortamda avangardla birlikte geçmişte kalmış olabilir. Ancak mega galeriler, mega koleksiyoncular ve mega fiyatların domine ettiği günümüz sanat piyasasında, bazı girişimci bağımsız simsarlar, en azından empresyonistlerin 150 yıllık formülünü yeniden hayal ederek satış sergileriyle güncel yaşam arasında yeniden bağ kurmayı deniyor.
Rakam
€5.000
→ Popüler güzel sanat edisyonları üreticisi Avan Arte’ın müşterileriyle yaptığı son araştırmaya göre, yeni koleksiyoncuların yüzde 69’unun bir sanat eseri için harcayabileceği maksimum fiyat. Yeni alıcıların yalnızca yüzde 8’i mevcut bütçesinin 20 bineuro’dan fazla olduğunu söylüyor.
Değişim
→ Christie’s’in sahibi François Pinault’nun müzayede evinin yönetim kurulundaki yerine 26 yaşındaki torunu François Louis Nicolas Pinault getirildi; torun Pinault bu değişikliği belgeleyen idari dosyada “ürün pazarlama müdürü” olarak tanımlandı. Aile reisi 2003’te de oğlu François-Henri Pinault’nun önünü açmak üzere lüks holdingi Kering’in yönetiminden çekilmişti.
Alıntı
→ Simsarlık yaptığı günlerde elektronik dolandırıcılık nedeniyle aldığı yedi yıllık cezanın yaklaşık dört yılını tamamladıktan sonra ocak ayında serbest bırakılan Inigo Philbrick’in ABD hapishane sisteminde sanat piyasasına duyulan ilginin düşük olması konusunda Vanity Fair’de yayımlanan sözleri.