Ege Denizi’nin ortasında, Yunanistan kara sularında yer alan Kiklad adaları Santorini, Mykonos, Naksos ve Paros, günümüzde yaz aylarında turistlerin en çok tercih ettiği adalar. Plajları, restoranları, akşam partileriyle dünyanın gözü üzerlerinde. Bunların tam merkezinde yer alan ve onlara Kiklad (çember) denilmesinin nedeni olan ada Delos ise, yaz sıcağı yerini serinliğe bıraktığı zaman özellikle Eski Çağ meraklılarının akınına uğruyor. MÖ 7. yüzyılda Homeros İlias’ını, Hesiodos ise Thegonia’sını yazdığında Delos’un ortaya nasıl çıktığının hikayesi de yayılmış oldu Yunan dünyasına. Aslında yüzen bir adaymış Delos. Leto, Zeus’tan kutsal ikizlere hamile kalınca Hera’yı çok sinirlendirmiş ve Hera, Leto’nun dünyanın herhangi bir kara parçasında doğum yapmasına izin vermemiş. Leto’nun kız kardeşinin aklına gelmiş Delos. Ada da zor durumda olan bu kadını kabul etmiş. Leto önce Artemis’i doğurmuş. Ardından neler olduğuyla ilgili olarak yazarların anlattıkları ikiye ayrılıyor. Kimilerine göre Artemis’in hemen ardından Apollon’u zor da olsa doğurmuş Leto. Hatta bu doğum o kadar zor olmuş ki mitoslara göre Artemis’in hayatı boyunca bakire kalmasının nedeni annesinin doğumda çektiği acılara şahit olmasıymış.
Bir diğer mitosa göre ise Artemis doğduktan sonra Hera doğumun başladığını haber almış ve hışımla oraya gitmiş. Leto kaçmaya mecbur kalmış, Apollon’u da Anadolu’da Lykia’da bir nehrin yanında, hurma ağaçalarının altında doğurmuş. Lykialılar buraya Letoon deyip bir de anne ve ikizler için bir kült alanı oluşurmuşlar. Bugün halen Kaş yakınlarındaki ören yerini gezebiliyor bu tanrılara adanan üç tapınağı görebiliyoruz.

Evlerin tabanlarında mozaikler bugüne kadar gelmiş.
Deloslular ise hikâyenin ilk versiyonuna inanmışlar ve Delos’tan “Apollon’un adası” olarak söz etmişler. Hatta o dönemde İonyalılar için bir ritüel merkezi haline gelmiş. Hemen limanın arkasında dev boyutlarda bir Apollon tapınağı yapılmış. Adadaki mezarlar bir Delphoi kehaneti nedeniyle başka adalara aktarılmış, kadınların bu adada doğum yapmalarına izin verilmemiş. Çok yaşlananlar da adadan uzaklaştırılmış. Bu adaya ölümün gelmesine de izin yokmuş. Şenlikler düzenlenip adına Delos Oyunları denmiş. Oyunlar boyunca hem spor müsabakaları hem de sanatsal etkinlikler düzenlenmiş. Bir yandan da tapınaklarda Tanrılara sunular gerçekleştirilip dilekler dilenmiş. Pers Savaşları'ndan sonra ada, Delos Birliği'nin doğal buluşma yeri haline gelmiş. Birliğin ortak hazinesi uzun yıllar Tanrıların koruduğuna inanılan Delos’ta tutulmuş. Sonraki yıllarda da inanç sisteminin önemli merkezlerinden biri olarak yaşam devam etmiş, Roma döneminde de tüm geleneklerini sürdürmüş. Terk edilmesi ise yaklaşık 8. yüzyıla denk geliyor.
Kim keşfetti? Kazılar nasıl başladı?
15. yüzyıla kadar Delos hakkında pek bilgi yok. Önce denizcilerin ilgisini çektiği ise kesin. Floransalı kanon Christoforo Buondelmonti'nin (1420) Liber insularum Archipelagi adlı eseri, Delos ve Rhenea'yı ayrı bir haritada gösteren ilk eser. 1445 yılında Delos'a gelen Anconalı Cyriac, kalıntıları tanımlayan ve yazıtların kopyalarını yapan, aynı zamanda hem antik kalıntılara hem de “doğanın harikalarına” ilgi gösteren gezginlerin (bilim adamları, doğa bilimciler, diplomatlar, mimarlar ve ressamlar) ilki.

MÖ 6. yüzyıldan kalma aslan heykellerin yerinde bugün replikaları var. Orjinalleri ise Arkeoloji Müzesi'nde görmek mümkün.
Gelen tüm ziyaretçiler adanın yoğun bitki örtüsü nedeniyle eserlere ulaşamamaktan şikâyet ettiler. İlk tespit edilen yapılar Naksosluların Kolosu, Philip'in Stoası ve Tiyatro idi. 1846 yılında Atina'da Fransız Okulu'nun kurulmasının ardından, kurum birkaç üyesini adaya keşif gezisine gönderdi. 1864 yılında, Delos'ta bir ay geçirdikten sonra L. Terrier, titiz gözlemlerin yanı sıra genellikle çok aydınlatıcı olan kalıntıların tanımlanması için öneriler içeren bir rapor hazırladı. Dokuz yıl sonra, 1873'te Fransız Okulu, A. Lebègue'yi kazı çalışmaları yapmak üzere adaya gönderdi. Ve kazılar başladı.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar, T. Homolle ve ardından M. Holleaux'nun teşvikiyle, Tapınak bölgesi ve Cynthus'un kuzey yamaçları temizlendi. 1903'ten itibaren kazılar, zengin bir Amerikalı hayırsever ve Yazıtlar ve Güzel Sanatlar Akademisi'nin yabancı üyesi olan Joseph Florimont, Loubat Dükü tarafından her yıl mali olarak desteklendi. 1920 yılında Enstitü'yü desteklemek için bir Yunan epigrafi fonu oluşturuldu. Bu fondan elde edilen gelir, F. Durrbach'ın Choix d'inscriptions de Délos (1921) ve Corpus des inscriptions de Délos adlı eserlerinin yayınlanması için kullanıldı.

Satir ve Dionysos heykelleri
1920'lerden itibaren, okul üyelerinin çabaları önceki on yıllarda keşfedilen anıtlar ile yazıtların incelenmesine odaklandı ve keşif araştırmaları anıt gruplarından çok binalara yoğunlaştı. 1950'lerin sonu ile 1970'lerin sonu arasında, Skardhana Koyu’nun güneyinde “Kuzey Mahallesi”ni oluşturan birkaç büyük ev (Hermes Evi ve Fourni Evi) ve konut bölümü kazıldı. 1980'lerin başından sonra, geçmişte keşfedilmiş anıtların yayınlanmasını sağlamak amacıyla bir dizi tek seferlik kazı gerçekleştirildi. 10 yıl boyunca, Yunanca, Almanca ve İngilizce yayınlanan çeşitli monografiler ve özet çalışmalarla Delos araştırmalarının uluslararası niteliği giderek arttı.
1990 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınan Delos kentinin kalıntılarının büyük bir kısmı hâlâ yer altında olsa da, şimdiye kadar yapılan araştırmalar oldukça önemli. Kazılar ara ara devam ediyor ancak Delos’un önceliği eserlerin korunması ve sonrasında arkeoloji meraklılarının adayı ziyaretleri.
Bugün gidenler neler görecek?
Bugün Mykonos’tan 14 euro karşılığında bindiğiniz bir tekne sizi yarım saat sonra Delos’a getiriyor. Mykonos’un rüzgârı 12 ay devam ettiği için yolculuk epeyce sallantılı oluyor. Binlerce yıl önce de aynı yerde olan Kutsal Liman’da tekneden inip şehrin izlerine baktığınız zaman bugün bile Delos’un görkemini hissedebiliyorsunuz. Sol tarafa doğru yürürseniz yol sizi büyük tapınağa ve ardından Aslanlı Yol’a götürür. Sağdan ilerlerseniz yerleşim alanlarının arasından geçip tiyatroya ulaşabilirsiniz. Eğer bir rehberiniz yoksa Fransız arkeologların oluşturduğu tabela sisteminden yapıların isimlerini takip edin. Çok başarılı değil ama en azından fikir veriyor. Mesela bir kayaya oyulmuş, ortasında bir sütun bulunan dikdörtgen şeklindeki bir kamu yapısı olan Minoan Çeşmesi’ni göreceksiniz. MÖ 6. yüzyılda inşaa edilmiş bir yapı bu. Birkaç pazar meydanından geçeceksiniz. Kutsal Liman'ın yanındaki Competaliasts'ın Helenistik Agorası, taş döşemesinde pazar tenteleri için direk deliklerini koruyor. İki güçlü İtalyan tüccar loncasının Delos’a adadığı heykeller ve sütunlar İtalyanların Agorası’nda. Apollo'ya adanmış Deloslular Tapınağı, Dor tarzının klasik bir örneği. Bugün birkaç sütunu ayakta ama çok yakında VR gözlükleriyle eski görkemli günlerine de tanık olunabilecek. Tapınağın yanında, bir zamanlar Apollon'un devasa bir heykeli duruyordu ancak günümüzde sadece bazı parçalarını seçebiliyorsunuz. MÖ 6. yüzyıldan kalma bu heykelin bir eli mutlaka görmeniz gereken Delos Müzesi’nde (giriş ücretsiz), bir ayağı ise British Museum'da sergileniyor.
Tapınağı solunuza alıp yürümeye devam ettiğinizde dev aslan heykellerini göreceksiniz. Burası Aslanlar Terası. Bu heykeller MÖ 600'den kısa bir süre önce Naksos halkı tarafından Apollon'a adanmış. Başlangıçta Kutsal Yol boyunca 9-12 adet çömelmiş, hırlayan koruyucu mermer aslan varmış; bunlardan biri kaldırılmış ve şu anda Venedik Arsenali'nin ana kapısının üzerinde yer alıyor. Aslanlı Yol’daki amaç, Mısır'daki sfenkslerin bulunduğu caddelere benzeyen anıtsal bir cadde oluşturmakmış. Bugün, orijinal aslanlardan sadece yedisi kalmış durumda. Onlar da müzede yer alıyor. Gezerken ören yerinde gördüklerimiz replikalar.
Aslanlı Yol’la aynı dönem yapılan Naksosluların Oikos'u (Naksosluların Evi), şehrin görkemli konutlarından biri. Adını, bir panterin sırtında oturan Yunan tanrısı Dionysos'un mozaikinden alan “Dionysos'un evi” ise Dorik bir Isis Tapınağı. Bu tapınak Roma döneminin başlarında, Isis, İskenderiyeli Serapis ve Anubis'ten oluşan üçlüye tapınmak için inşa edilmiş. MÖ 500 civarında inşa edilen Hera Tapınağı ise bu bölgede daha önce bulunan Heraion tapınağının yeniden inşası olarak görülebilir.
Yunuslar Evi de ise adını eroteslerin yunusların sırtında bindiği atriyum mozaiklerinden almış; Fenike asıllı sahibi, giriş salonuna Tanit'in mozaik zeminini yaptırmış.
Dionysos'a adanmış Stoivadeion’da, şarap tanrısının bir de heykeli yer alıyormuş. Platformun her iki yanında, Dionysos'un sembolü olan devasa bir fallus sütunla desteklenmiş. Dionysos çevresinden kabartma sahnelerle süslenmiş güney sütunu, başarılı bir tiyatro gösterisini kutlamak için MÖ 300 civarında dikilmiş. Dionysos heykelinin yanında, Paposilenoi'yi canlandıran iki aktörün heykelleri olduğu söyleniyor. Hepsini Delos Arkeoloji Müzesi'nde görebiliyorsunuz.
Adada yerleşim başlar başlamaz mutlaka bir tiyatro inşa edilmiştir ancak o tiyatro günümüze kalmamış, şu anda gördüğüm MÖ 3. yüzyıla tarihlenen ve muhtemelen eski bir tiyatronun yeniden inşaa edilmiş hali.

Delos Arkeoloji Müzesi'nde yer alan pişmiş topraktan figürinlerin renkli olanları oldukça nadir bulunan arkeolojik zenginliklerden.
Delos’ta bir tur mutlaka Delos Müzesi’nde bitmeli
18. yüzyılda başladığını söylediğimiz kazılarda yer üzerine çıkan eser koleksiyonu arttıkça buluntuları barındırmak için bir müze ihtiyacı olmuş. 1904 yılında Atina Arkeoloji Derneği tarafından inşaa edilen müze, başlangıçta beş odadan oluşan oluşuyormuş. 1931 ve 1972 yıllarında genişletilerek dokuz odaya ulaşmış. Bugün o müze kullanılıyor.
Müzedeki çömlek koleksiyonu MÖ 25. yüzyıldan MÖ 1. yüzyıla kadar uzanıyor. Kil figürinler, mücevherler ve mozaikler ise MÖ 2. yüzyıldan MÖ 1. yüzyıla tarihleniyor. Altı oda Delos'ta bulunan heykelleri ve kabartmaları içerirken, iki odada çömleklere ve bir başka odada da antik Yunanistan'da günlük yaşamda kullanılan eşyalara yer veriliyor.
Peki müzede özellikle hangi eserlere dikkat etmelisiniz?
MÖ 1400-1200 yıllarına ait, yaban domuzu dişlerinden yapılmış miğfer, savunma kalkanı ve mızrağı olan bir Miken askerini tasvir eden fildişi plaket çok özel bir eser. Bu plaket, diğer altın, fildişi ve bronz eşyalarla birlikte Artemision'da bulunmuş. Aslanlı Yol’un orijinal eserleri de burada. Atina prensesi Oreitheia'nın kaçırılmasını tasvir eden MÖ 5. yüzyıldan kalma bir Boreas mermer heykeli ve Delos adasında yaşamış Dioskourides ve eşi Kleopatra'nın mermer heykelleri mutlaka görülmeli. Bu heykeller ailenin evlerinden çıkartılmış; MÖ 138’e tarihleniyor. Heykeller arasında MÖ 6. yüzyıldan kalma bir Kouros heykelinin gövdesi ve MÖ 7. yüzyıldan kalma Apollon Tapınağı'nda bulunan başka bir Kouros heykelinin üzerine yazıtlı üçgen kaidesi var. Bir tarafına kazınmış yazıtta “Beni yapan ve adayan Naksoslu Euthycartides” diyor.
Heykel portreler galerisinde yer alan mermer portreler farklı dönemlerin önemli isimlerini gösteriyor. Dionysos geleneği olarak bereketi sembolize eden falluslar için oldukça geniş bir alan hazırlanmış. MÖ 3. yüzyılda evlerin duvarlarını süsleyen renkli çizimlerin yer aldığı bölüm o günleri zihninizde canlandırmaya yardımcı oluyor. Boyalarını koruyarak, milattan önce heykellerin ve figürünlerin aslında rengarenk olduğunu kanıtlayan eserler çok özel parçalar.
Son olarak tüm bunların zihinde yer etmesi için Hesiodos’un Theogonia’sını (İş Bankası Yayınları), Homerosçu İlahiler’i, Pinderos’un Bütün Zafer Şarkıları’nı (iki eser de Yapı Kredi Yayınları) okursanız Deloslular’ı çok daha iyi anlayabilirsiniz.
