PARİS. Gerhard Richter bu yıl 93 yaşına bastı ve hâlâ aktif bir şekilde çalışıyor.
Resmen 2017’de, son derece detaylı soyut serilerle resim yapmayı bırakmış olsa da, Richter yakın zamanda kağıt üzerine küçük, özenli ve estetik eserler üretmeye devam ediyor. Uzun kariyerinin tüm evreleri ise, 1960’ların çığır açan fotoğrafik tablolarından geçen yıl yaptığı mürekkep-bulut çizimlerine kadar, bu ay Paris’te Fondation Louis Vuitton’da açılan Gerhard Richter retrospektifiyle devasa bir sergide bir araya geliyor; toplam 275 eser sergileniyor.
Sergi, Richter’in uzun süredir takipçileri olan iki küratör tarafından düzenleniyor: İsviçre’deki Kunstmuseum Winterthur’un eski uzun süreli direktörü Dieter Schwarz ve Tate’in eski uzun süreli direktörü Nicholas Serota. Fondation Louis Vuitton sanatçıya sergi teklif ettiğinde, Richter bizzat bu iki ismi önerdi.
Schwarz’a göre serginin baştan amacı “gerçekten kapsamlı bir gösterim yapmak”tı ve tek sınırlama, Frank Gehry tasarımı 3.000 metrekarelik galeri alanıydı. Küratörler, hem kamu hem de özel koleksiyonlardan tam destek gördü. Schwarz, “Richter hâlâ hayatta olduğu için kimse ‘hayır’ demek istemedi” diyor.

Richter’in Self-portrait (1996) eseri; belki de Nicholas Serota’nın Richter için söylediği, “O hiçbir zaman gerçekten tatmin olmuyor” görüşünü özetliyor.
Richter’in kariyeri, sürekli kendini yeniden keşfetmesiyle öne çıkıyor. Erken dönem fotoğrafik tabloları, örneğin 1965 tarihli Uncle Rudi, Nazi dönemi asker üniforması giymiş gülümseyen bir akrabayı bulanıklaştırılmış bir aile fotoğrafı olarak yorumluyor. Bugün bakıldığında, 1980’lerde silecekle yaptığı cesur soyut çalışmalardan adeta bir dünyalar kadar uzak görünüyor. Bu eserler ise, erken 2010’ların kristal gibi çizgi tablolarıyla neredeyse bağlantısız gibi duruyor.
Çeşitliliği ve eserlerin çokluğunu yönetmek için, küratörler “kesinlikle kronolojik” bir yaklaşımı tercih etti, diyor Schwarz. Sergi, Richter’in şimdi kendi ilk eseri olarak gördüğü gri üzerine gri Table (1962) tablosuyla açılacak (Fransız ressam Jean Fautrier’den ilham alan, silinmiş ve sade bir imge). 34 odaya yayılan sergi, en son yaptığı A4 boyutundaki çizimlerle son bulacak. Bu çalışmalarda Richter, mürekkebi inceltmek için çözücü kullanıyor ve ortaya öngörülemez, fantastik şekiller çıkıyor.
Eserler keskin renklerle oluşturulmuş ve yapıldıkları tarihlerle adlandırılmış.
Şansın önemine yapılan bir vurgunun, Richter’in kariyerinde birleştirici bir unsur olduğu ortaya çıkıyor, diyor hem Schwarz hem de Serota. Erken dönem fotoğrafik tablolarındaki karakteristik bulanıklık kasıtlı olsa da, belki de sonraki onlarca yılda soyut tuvalleri belirleyecek boya damlamalarını ve sapmaları önceden haber veriyordu.
Richter’in kariyerinde bir diğer önemli tema ise Alman tarihine duyulan keskin farkındalık. Uncle Rudi, Nazi Almanyası’nın savaş dönemi sorumluluğunu ele alan Batı Almanya’nın ilk büyük eserlerinden biri olarak anılıyor. Dresden doğumlu Richter, 1961’de Berlin Duvarı örülmeden sadece birkaç ay önce Doğu Almanya’dan kaçmıştı. Daha sonrasında Johann Sebastian Bach’tan Baader-Meinhof Çetesi üyesi Gudrun Ensslin’e kadar farklı Alman figürlerine göndermelerde bulunmuş ve Ensslin, 1987 tarihli soyut tablo Gudrun ile anılmıştır.
Richter ve Kiefer
Sanat dünyasının şöhret yarışında, sakin ve sessizliğiyle tanınan Köln merkezli Richter, Fransa’da yaşayan ve konuşkan kişiliğiyle bilinen Alman meslektaşı Anselm Kiefer ile başrol için kıyasıya rekabet ediyor. İkisi de Almanya’nın tarihine dair izleri eserlerinde araştırıyor, ancak benzerlik burada sona eriyor. Serota, Richter’in tarihsel göndermelerdeki ve düşünsel derinlikteki karmaşıklığını, Kiefer’in retorik imgeleri ve buluntu nesnelerle (teller, tel örgüler gibi) oluşturduğu devasa eserlerinden ayırıyor. Kiefer’in somut ve etkileyici işleri, Richter’in daha belirsiz ve kapalı niteliğe sahip tablolarıyla keskin bir kontrast oluşturuyor.
Kiefer’in yüzü, sesi ve sevecen tavırları sanat dünyasında sıkça görünürken, Richter, nadiren röportaj veriyor ve açılışlara gitmeyi neredeyse tamamen bıraktı. Bu nedenle çok daha mesafeli bir duruş sergiliyor. Paris’teki retrospektifte, 1996 tarihli nadir bir otoportre de yer alıyor. Portrede Richter’in bulanık başı, yumuşak ve soyut renk blokları içinde gösteriliyor. Eğer okunabiliyorsa, yüz ifadesi huzursuz bir izlenim veriyor. 1970’lerin başında Richter ile tanışan Serota, sergiyi hazırlarken sanatçının yaşamında ve eserlerinde kışkırtıcı ama dinamik bir yön keşfettiğini belirtiyor. Bu otoportre belki de bunu özetliyor, “O hiçbir zaman gerçekten tatmin olmuyor.”
- Gerhard Richter, Fondation Louis Vuitton, Paris, 17 Ekim–2 Mart 2026
