Çağdaş sanat fuarları, yalnızca eserlerin sergilendiği etkinlikler değil; şehirlerin ekonomik ve kültürel ritmini belirleyen enerji merkezleri. Otellerden restoranlara, lüks mağazalardan ulaşım sektörüne kadar şehri bir sanat ve ticaret sahnesine dönüştürürken, sanatçılar ve galeriler için bir ekosistem de sunuyor. Bu etki artık, yalnızca Batı şehirleriyle sınırlı değil; Miami’de Art Basel’in yarattığı milyon dolarlık ekonomik hareketlilikten Venedik Bienali’nin uluslararası sanatçıları sahneye taşımasına, Dubai’de yükselen Doğu sanat piyasalarına kadar uzanıyor. Bu küresel bağlam içinde CI; Roma kalıntıları, Bizans mimarisi ve Osmanlı izleriyle katman katman örülmüş, hem Batı’ya hem Orta Doğu’ya dokunan İstanbul’u çağdaş sanat sahnesinde kalıcı ve güçlü bir aktör hâline getiriyor; şehre ekonomik güç ve kültürel kimlik kazandırırken, İstanbul’u uluslararası sanat haritasında görünür kılıyor. “Contemporary Istanbul artık sadece bir çağdaş sanat fuarı olmaktan çıkmış, İstanbul’la birlikte anılmakta ve bunun da bir sorumluluğu var,” diye anlatıyor CI’ın kurucu ortak ve başkan yardımcısı Rabia Güreli.
Bu başarının ardında sanat kadar aşk da var. Ali Güreli ve Rabia Güreli çifti, 2006’dan bu yana İstanbul’u küresel sanat haritasına yerleştiren sanat tutkunu bir çift. Ancak bu fuarı yalnızca bir etkinlik olarak değil, bir vizyon ve sorumluluk olarak da inşa etmişler. 20. yılında ise artık CI, yalnızca galerilerin ve sanatçıların buluşma noktası değil; İstanbul’un çağdaş yüzünü dünyaya gösteren en önemli kültürel platformlardan biri.
Ali ve Rabia Güreli, 1992’den beri Türkiye ve yurt dışında kongre ve sergi düzenleme deneyimine sahip. 2002’de ilk sanat fuarlarını Lütfi Kırdar’da hayata geçirerek bu deneyimi sanata dönüştürdüler. Dört yıl boyunca ArtIstanbul markasıyla fuarlar düzenledikten sonra, 2006’da konseptini yeniden kurgulayarak CI’ı kurdular. O günden bu yana, Virtual CI, dijital sanat ve Focus Ülke sergileri gibi yenilikçi projelerle fuarı geliştirmeye devam ediyorlar. CI artık sadece bir fuar değil; İstanbul’un çağdaş sanat sahnesini dünyaya taşıyan stratejik bir kültürel marka.
“CI’ın daha sonradan Tersane İstanbul’da kendini yenileyerek yeni bir yola devam etmesi, hepsi hikâyenin bir parçasıydı.”
CI’ın yönetim yapısı, fuarın kendisi kadar stratejik ve titizlikle inşa edilmiş. Rabia Güreli’ye göre, yönetim kurulu kendisi ve Ali Güreli’den oluşurken, icra kurulunda Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, Emin Mahir Balcıoğlu, Oğuz Satıcı ve Ceren Çerçiler gibi sanat ve akademi dünyasının önde gelen isimleri yer alıyor. Ancak CI’ın gerçek gücü, sadece kurulların ötesinde: Danışman kurulu, akademisyenler, iş insanları ve koleksiyonerlerden oluşarak fuarın vizyonunu sürekli besliyor. Dünyanın dört bir yanından gelen CI elçileri ise, fuarın sınırlarını aşarak İstanbul’un çağdaş sanat sahnesini uluslararası arenada görünür kılıyor. Böylece CI, sadece bir sanat fuarı değil; İstanbul’u kültürel bir güç merkezi hâline getiren, akıllıca planlanmış bir strateji oyunu gibi işliyor.
Röportaj sırasında Rabia Güreli’ye, CI’da yer aldıktan sonra gelişimlerini izlediği genç sanatçılar ve galerileri sorduğumda, yanıtı zarif bir dikkatle geliyor: “Bunu söylemek biraz zor, çünkü birini unutsam çok üzülürüm.” Ancak, bu temkinli yaklaşım, genç yeteneklere duyduğu ilgiyi ve onların yolculuğundan aldığı gururu gizleyemiyor. Her bir sanatçının attığı adım, her bir galerinin izlediği ilerleme, sadece onların değil, aynı zamanda CI’ın vizyonunu da besleyen bir başarı hikayesi. CI, bu genç yetenekleri sahneye çıkararak, İstanbul’un çağdaş sanat sahnesini şekillendiren bir katalizör işlevi görüyor. Tüm bunları ve çok daha fazlasını Ali ve Rabia Güreli ile konuştuk.
“İstanbul daha aktif bir sanat şehri olabilir”
CI bugüne dek İstanbul’a ve Türkiye’ye nasıl bir ekonomik katkı ve kültürel görünürlük sağladı?
İlk başladığımız günden beri her zaman şunu söyledik: İstanbul her açıdan dünya markası olabilecek bir şehir. Bu konuda hala çok büyük potansiyeli var. Daha aktif bir sanat şehri olabilir, daha çok uluslararası koleksiyoner, müze yöneticisi ve küratörü buranın sanat ortamına çekmemiz gerekiyor. CI’da geçtiğimiz 20 yıl boyunca bunu yapmaya çalıştık ve çok önemli bir ölçüde başardık. Bu nedenle hem şehrin hem de ülkenin ekonomik gelişimine de etkisi olduğunu düşünüyorum. Bugün artık CI bu şehre, bu şehrin insanlarına, İstanbul’a ait. Artık sadece bir çağdaş sanat fuarı olmaktan çıkmış, İstanbul’la birlikte anılmakta ve bunun da bir sorumluluğu var. Elbette, Akbank’ın kesintiye uğramadan gerçekleşen desteğinin de hayati önemi bulunmaktadır.
CI, sizce Türkiye’yi uluslararası sanat haritasında nasıl konumlandırdı? Kuruluş sürecinde bu konuda bir hedefiniz var mıydı ve bugün geldiğiniz noktada bu hedefe ne kadar yaklaştığınızı düşünüyorsunuz?
Kurulduğumuzda öncelikle ulusal alanda galerilerle işbirliğine yöneldik. Daha sonra, yurt dışı bağlantılarımızı güçlendirdik ve CI’ın yurt dışında tanınması için pek çok şey yaptık. Büyükelçiliklerle çalıştık, davetler ve konuşmalar düzenledik… Yurt dışında çeşitli müzelerde ve büyükelçiliklerde gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde sanatçılar, sanat dünyasından yöneticiler ve kurumlarla bir araya gelerek hem CI’ın da tanıtımlarını gerçekleştirdik. Sürekli yurt dışında çok farklı fuarlar ve sanat etkinlikleri içinde bulunduğumuz için uluslararası alanda da neler yapabileceğimizi gördük. Bugün geldiğimiz noktada CI dünyada tanınan ve bilinen fuarlardan birisi. Ayrıca, yurt dışından birçok sanatçıyı ve galeriyi ve müzeyi ağırlayabilecek bir yapıya sahip.
CI’nin 20. yılına girerken dönüp baktığınızda ilk yılın atmosferi ile bugünü yan yana koyduğunuzda en büyük fark ne?
Türkiye’de sanat ve sanata ilgiye dair çok şey değişti. Yeni kurumlar açıldı, mevcut kurumlar ise güçlendi. İstanbul Bienali’nin büyümesi ve gelişmesi, daha uluslararası bir hale gelmesi, müzelerin uluslararası sanatçıları sergilemesi ve bu bağlamda farklı platformlarda ismini duyurması, CI’ın uluslararası alanda marka olarak duyulması, bunların hepsi büyük değişimler. Her ne kadar zor zamanlardan geçsek de özellikle son iki yılda yanı başımızda süren savaşlara, ekonominin durumuna, depremler gibi zor olaylara rağmen sanat ortamı bir şekilde gelişti ve bu gelişime paralel olarak sanata olan ilgi arttı. Artık daha çok sanat alıcısı, koleksiyoner ve sanatçımız var. Sanat izleyicisi de bu bağlamda gelişti diyebilirim. Örneğin eskiden müze ve galeri izleyicisi ya da çağdaş sanat izleyicisi daha azken, şimdi çok daha fazla. Bunda da gelişen sanat etkinliklerinin çok önemli etkisi var. CI’ın bu alanda etkin bir rol oynamasından mutluyum.
20 yılda sizleri en çok şaşırtan ya da gururlandıran an hangisiydi?
20 yıl boyunca bizi en çok gururlandıran konulardan birisi, CI’ın yurt dışında edindiği bilinirlikti. Daha tanınan ve saygı duyulan bir fuar haline geldi. Diğer yandan, CI Bloom gibi genç bir fuarı da bu alana tanıtmış olmamız. Step ve 8 sene yaptığımız Plug-in dijital sanat bölümü beni en heyecanlandıran projelerden.
“Fuarın mimarisi ve dilini belirleyen en önemli konulardan birisi mekandır”
Fuarın dili, mimarisi, katılımcıları ya da temaları yıllar içinde nasıl evrildi? Türkiye’deki ve dünyadaki sanat izleyicisinin profili sizce 20 yılda nasıl bir değişim geçirdi?
Fuarın mimarisi ve dilini belirleyen en önemli konulardan birisi mekandır. Biz de bundan birkaç yıl önce Tersane İstanbul’da yeni bir mekanla fuara dair yeni bir söylem de yarattık. Yeni mekân hem katılımcı galerileri hem de fuar boyunca yapılan özel etkinlikleri farklılaştırdı. Diğer yandan, mimari demişken, Tersane ve CI’ın, karşılıklı ve zamana yayılan şekilde birbirini destekleyen yapılar olduğunu söyleyebiliriz. Tersane’nin ilk defa şehrin kültür ve sanat ortamına katılması CI ile oldu. Biz de ilk kullanmaya başladığımızdan beri mekânı sahiplendik ve İstanbul için doğru şekilde değerlendirilebilecek bir kültür ve sanat alanı olması için çalıştık. Birlikteliğimiz umuyoruz uzun yıllar devam edecek. Fuarda yeniliklere yer vermek ve bu yenilikleri sosyalleşme alanlarıyla desteklemek bizi çok heyecanlandırıyor, bu fuarın dilini ve yapısını etkiliyor.
Son yıllarda Türkiye'de ekonomik krizler, toplumsal çalkantılar, afetler ardı ardına yaşandı. Bu ortam Türk koleksiyonerliği üzerinde nasıl bir etki yarattı? Tüm bu zorluklara rağmen CI her yıl kesintisiz devam etti. Bu istikrarın arkasındaki en önemli etken neydi?
Ekonomik krizler, toplumsal problemler her zaman olacaktır. Afetler de çoğu zaman kaçınılmazdır. Aslında bu hayatın trajedisinin bir parçası. Bunları herkesle birlikte biz de yaşadık, örneğin pandemi de bu süreçlerden bir tanesiydi. Ama her ne olursa olsun, kesintisiz bir sanat etkinliğine devam etmek, bilinç gücü, istek ve çabamız oldu. Kamusal alanda sanatın önemine inanıyoruz. Tüm zorluklara rağmen devam etmemizin en büyük nedenlerinden birisi de sanat ortamının gelişmesi; diğer yandan, sanat ortamında da kamusal alanda da sanata verilen değer... Koleksiyonerlerin de daha bilinçli olduğuna, marka iş birlikleriyle istikrarı yakaladığımıza inanıyorum. Bugün baktığımızda sanat, turizmin de önemli bir parçası. Turizmciler otellere sanat eserleri koyuyor, koleksiyonlarıyla ön plana çıkmaya çalışıyor. Örneğin The Marmara Grubu; Mimar Sinan’ın eseri, yıllardır harap vaziyette olan Zeyrek Çinili Hamam’ı restore ettirdi.
Sanat dünyası dışarıdan parlak ve belirli bir kesim için olarak görünüyor. Bu düşüncenin yanlış olduğunu söyleyebilir misiniz? “Sanat pahalı bir zevk unsuruna dönüştürülüyor” eleştirilerine nasıl yanıt verirsiniz?
Evet, dışarıdan öyle görünüyor ama asla unutmamak gerek ki bu bir iş. Parlak dünyanın ardında ciddi emekler var. Örneğin bizler birkaç günlük bir fuar için bütün yıl çalışıyoruz ve bu büyük bir ekip çalışması, ya da bir sanatçı bir eserini sunabilmek için aylarca o eser üzerinde çalışıyor. Diğer yandan evet, sanat pahalı bir zevk olarak görülüyor. Ama sanat eseri almak isteyen ya da sanatla yaşamak isteyen kişiler bütçelerine uygun ve kendilerine uygun eserlere yöneliyorlar. Biz de gerçekleştirdiğimiz daha küçük ve genç fuarlarda bu tür eğilimleri görüyoruz. Diğer yandan, çağdaş sanatta her zaman mesafe algısı var. Birçok sanatseverin galerinin kapısından girmeye çekindiğini biliyoruz. Eseri beğenen birçok kişi değerini sormaya çekinebiliyor. Buradaki psikolojik bariyeri aşmak lazım. CI ve CI Bloom ve diğer fuarların bu bariyeri aşmakta ideal ortam olduğunu söylemek mümkün.
Fuar haftasının perde arkasında dışarıdan görünmeyen ama en zorlayıcı olan şey nedir?
Fuar haftası yoğun geçer. CI ekibi büyür ve ana ekibimize birçok kişi katılır. Yönetim ve tüm diğer ekiplerin bir arada çalıştığı çok yönlü bir işbirliği başlar. Bu bağlamda zorlayıcı olan şey aslında aynı anda birçok problemin bir arada çözümünü sağlamaktır. Ama bizim yıllar süren organizasyon tecrübemizle zorlukları yenebildiğimizi düşünüyorum.

2022'de ABD'li sanatçı Jeff Koons, Borusan Holding ve BMW Türkiye'nin davetlisi olarak İstanbul'a geldi ve yalnızca 99 adet üretilen BMW M850i xDrive Gran Coupé ile Contemporary Istanbul'un 17. edisyonuna katıldı.
“AI kullanan sanatçılar öne çıkacak”
Teknolojinin sanatla ilişkisi hızla dönüşüyor; dijital sanatın yükselişi, online fuarlar, yapay zekâ gibi gelişmeler fuarcılık dinamiklerini de etkiliyor. Sizce bu dönüşüm CI’ı nasıl şekillendirecek? Geleneksel sanat fuarı formatının bu yeni dijital çağda nasıl evrilmesi gerekiyor?
Teknolojinin ilerlemesiyle işin dijital boyutu başladı. Şimdi gündemde yapay zekâ (AI) var. AI kullanan sanatçılar öne çıkacak ama AI, sanatın yerini almayacaktır. Sanat bir yatırım fakat değerlenecek diye bakarak başlamak doğru değil. Değerlenecekler nasıl anlaşılır? Sanatçının hayata bakışı, felsefesi, izlediği yolu görüp değerleneceğini hemen hissedersiniz.
Sizce İstanbul’un sanat ortamında hala eksik olan ne? CI bu eksiklikleri kapatmak için nasıl bir rol üstleniyor?
Teşvikler, bilinç gücü, işbirliği ve sermaye eksiklerimiz var. Farklı ülkelerde olduğu gibi sanat vakıflarına ve müzelere daha çok sermaye aktarımı yapmak gerekiyor. Aslında, bu durum birbirini destekleyen konuları beraberinde getirir. İstanbul’un uluslararası sanat rotasına girmesi ve uluslararası medya, koleksiyoner, müze iş birliklerine açık olması gerekiyor. Geçtiğimiz yıllarda bu konuda çok büyük değişimler oldu. Her geçen yıl daha çok uluslararası ziyaretçiyi ağırladık. Bu hususta şunu belirtmek gerek, CI’ın yurt dışında tanınması için pek çok şey yaptık. Büyükelçiliklerle çalıştık, davetler ve konuşmalar düzenledik… Bu durum İstanbul’un bir marka olarak tanınmasına da yol açtı. İstanbul daha çok tanındıkça İstanbul’un sanat ortamı da tanındı. işSanat konuşmaları ve kısa süreli sergilerin de olduğu bu etkinliklerde kurduğumuz bağlantıların şehre ve sanat ortamına önemli katkıları var.
Yurt dışından gelen sanatçılar arasında bugüne kadar sizi en çok heyecanlandıran isim kimdi?
2022 yılında ABD’li sanatçı Jeff Koons, Borusan Holding ve BMW Türkiye’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelmişti. Koons, 99 adet üretilen BMW M850i xDrive Gran Coupé tasarımıyla CI’a katıldı. Fuar kapsamında onunla bir söyleşi gerçekleştirdik. Dünyaca ünlü bir sanatçının fuarda yer alması oldukça önemliydi.
CI’ın kardeşi CI Bloom’a dair ne söylemek istersiniz? Bloom’da gelecek projeler neler?
CI Bloom’u düzenlememizin amacı aslında sanat piyasasına enerji vermek ve kâr amacı gütmeyen kuruluşları desteklemekti ve 5 yıl boyunca da bu alanda büyüdüğünü ve farklılaştığını, en önemlisi de daha çok kişiye ulaştığını gözlemledik. Bloom Türkiye’deki çağdaş sanat sahnesine dinamizm kazandıran ve uluslararası alanda yeni bir soluk getiren CI’ın genç fuarı olarak sanat dünyasında yerini aldı diyebiliriz. Ama diğer yandan, elbette gelişecek ve her edisyonunda yenilenerek, farklılaşacak.

2022 İstanbul Bienali'nde yer alan Tomokazu Matsuyama'nın Mythologiques sergisi 60. Venedik Bienali'yle eşzamanlı olarak, 20 Nisan-24 Kasım 2024 tarihleri arasında Venedik, Magazzino No.41'de yer aldı. Contemporary Istanbul Vakfı'nın (CIF) gerçekleştirdiği serginin küratörlüğünü Christoph Oswald üstlendi. Fotoğraf: Francesco Russo Photography
Bu 20 yılda size destek olan beraber yol yürüdüğünüz markalar, isimler, kurumlarla birlikteliğinizden bahsedebilir misiniz? Ne tür başarılara imza attınız beraber yaşadığınız zorluklar oldu mu?
Bizler hâlâ Tersane İstanbul’da Akbank ile birlikteyiz. Bu bizim için paha biçilmez bir durum. Her türlü zorluğa başarıyla birlikte göğüs gerdik. CI, ortak partnerleri Tersane İstanbul ve BMW Türkiye distribütörü Borusan Otomotiv ile işbirliği yapıyoruz. Resmi havayolu, dünyada en fazla destinasyona uçan havayolu şirketi Türk Hava Yolları ve Miles&Smiles; host Partneri Pernod Ricard Türkiye; stratejik partneri Tosyalı Holding; partner Trendyol; Proje Partnerleri Ruzy Finansal Hizmetler, Lego, Asus ve L’or Espresso, sigorta partneri Magdeburger Sigorta; ağırlama partneri The Marmara Group ve daha pek çok marka ile işbirliği sürdürülüyor. Bunlar bizim için önemli işbirlikleri ve zorlukları birlikte aşıyoruz. CI ayrıca İstanbul ve Türkiye’nin yurt dışındaki tanıtımı için Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA) iş birliğiyle uluslararası basını fuar boyunca İstanbul’da ağırlıyor. 20 yıl boyunca birçok zorlukla karşılaştık, bunlardan en belirgin ve zoru pandemiydi. Ama her zaman zorluklar karşısında yeni yaklaşımlar ve çözümler geliştirmeye çalıştık. Zamanın geçmesi ve zaman içinde her şeyin farklılaşması, sanat izleyicisinin artık farklı bir yaş grubunun ve jenerasyonunun olması bile bir zorluktur aslında. Bugün baktığımızda müzeler de aynı sorunlarla başa çıkmaya çalışıyorlar, daha genç hedef kitlesinin nasıl çekebiliriz, çünkü gelecek orada. Zorluklar karşısında da işbirlikçilerimiz ile birlikte büyüdük. Yine resmi destekçilerimiz arasında yer alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. şehirde tüm mecralarda CI görünürlüklerine yer vermekte, İstanbul’un kültür-sanatla bir araya gelmesine ve buluşmasına destek sağlamaktadır.
CI’ın gelecek beş yıl içerisindeki hedefi nedir? Gelecek projelere dair açıklayabileceğiniz bir gelişme var mı?
‘Daha genç kitlelere doğru projelerle nasıl ulaşabiliriz, yapay zeka ve dijital sanatı bir araya nasıl getirebiliriz ve fuarı büyüterek işbirlikçilerimizle doğru platformlarda nasıl bir araya geliriz sorularıyla?’ ilerliyoruz. Bu bağlamda da birçok farklı projeler geliştirmeye devam edeceğiz. Diğer yandan, İstanbul önümüzdeki üç-dört yılda çok önemli, olumlu gelişmelere doğru ilerliyor, İstanbul kendisine daha fazla yakışan, bizlere de çok iyi gelecek altyapılara kavuşacak. Yeni kültür merkezleri, müzeler, yeni yerleşim ve etkinlik alanlarının da katkısı olacağını düşünüyoruz.
“20. yıla özel olarak hazırlanan Focus America programı, Amerika’nın çağdaş sanat sahnesine odaklanıyor”
Bu yıl 20. yıla özel olarak hazırlanan sergiler, projeler ya da davetli sanatçılar arasında sizin için özel bir anlam taşıyan bir çalışma var mı?
20. yıla özel olarak hazırlanan Focus America programı, Amerika’nın çağdaş sanat sahnesine odaklanıyor. Bu bizim için özel bir proje. New York’un küresel sanat dünyası üzerindeki etkisi ile görsel kültür arasındaki ilişkiye de dikkat çekiyor. Katılımcı galeriler arasında Amanita, Revolver Galería, Pontone / Friedrichs Pontone, Leila Heller Gallery ve Heft Gallery yer alıyor. Her bir galerinin kendine özgü bir küratöryel bakış açısı mevcut diyebilirim. Amanita, eserleri Whitney Museum, MoMA ve Met’in daimî koleksiyonlarında yer alan Amerikan soyut sanatının öne çıkan isimlerinden biri olan Bill Jensen’ın çalışmalarını getiriyor.
Diğer yandan, “Dağılan Koordinatlar: İstanbul ve Değişen Sanat Peyzajı” temasıyla CIF Dialogues alanı da öne çıkıyor. Programda Guggenheim Müzesi’nden Jennifer Stockman, Brooklyn Müzesi’nden Anne Pasternak ve Sabancı Müzesi’nden Ahu Antmen gibi önemli isimler yer alacak. Panelde dijital sanat, koleksiyoner pratikleri, mimari, kültürel hafıza ve şehirlerin sanatsal-toplumsal ihtiyaçları masaya yatırılacak. BMW Art Car Koleksiyonu’nun 50. yılı anısına, iki ikonik araç -Alexander Calder’in 1975 tarihli efsanevi Art Car’ı ve Julie Mehretu’nun en yeni çalışması- Türkiye’de ilk kez birlikte sergilenecek. Bu özel sunum, çağdaş sanat ile hareketlilik arasındaki uzun süredir devam eden kesişimi vurguluyor.

“CIF’in eğitim, araştırma, sergi, yayın, konuşma gibi programları devam ediyor”
Contemporary Istanbul Vakfı (CIF)’na değinelim. Kuruluş hikayesini dinleyebilir miyiz? Vakıfta gelecek hedefleriniz, çalışmalarınız neler?
Vakıf bizim için çok önemli. Sadece sanat ortamının gelişmesi açısından değil, aynı zamanda, sanat okuyan öğrencilerin sanat alanında eşit olanaklara sahip olmaları açısından da vakfın her türlü olanağını kullanıyoruz. Örneğin en son, Tosyalı Holding’in desteği ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi işbirliğiyle, Şubat 2023 Hatay depremi sonrası eğitim ve üretimlerine ara vermek zorunda kalan genç sanatçılar için sekiz haftalık bir eğitim programı gerçekleştirdik. Sanat öğrencileriyle, sanat öğretim görevlilerini, akademisyenleri ve alanında uzman olan profesyonelleri bir araya getirdik. Sanatın yalnızca yaratıcı üretimle sınırlı olmadığı, küratörlükten sanat yönetimine, müzecilikten sanat yazarlığına kadar geniş bir profesyonel alan sunduğu anlatıldı. Dijital kimlik inşası, medya okuryazarlığı, kişisel gelişim, hedef koyma ve etkili iletişim dersleri gibi konular, 8 hafta süren ve 18 eğitmenden oluşan bu programda ağırlıklı olarak ele alındı. Program aynı zamanda, 24 ders çevrimiçi (online) olarak düzenlendi ve toplamda 40 saatlik bir program oluşturduk. Yeni eğitim döneminde çok kapsamlı bir Mimarlık eğitimi ile devam edeceğiz. Bu kapsamda en büyük amacımız Türk Çağdaş Sanatı’nı dünyaya tanıtmak yanında İstanbul’u uluslararası kültür-sanat platformunun önemli merkezlerinden birisi yapmak. Vakıf açıldığından beri çeşitli sergiler, sanatçılara ve küratörlere destek, daha sürdürülebilir, yerel sanat ortamını besleyen ve geleceğe yatırım yapan bir sistem oluşturdu. Bu bağlamda da araştırmalara, sergilere ev sahipliği yapıyor. Bu sergileri yurt dışında da yapmaya başladık. Eğitim, araştırma, sergi, yayın, konuşma gibi programlar da devam ediyor.

Ali Güreli. Fotoğraf: Barış Acarlı
Contemporary Istanbul’un 20. Yılında odak ülke neden Amerika seçildi?
Pandemiden önce, 2013-14’e kadar 6-7 tane focus yaptık. Bu tamamen ilk başlangıçta İstanbul’daki sanat ortamını yaymak ve daha fazla ülkeden farklı sanatı İstanbul’a getirmek, o ülkelerin önemli galerileriyle, sanat ortamıyla ve kurumlarıyla bir ilişki başlatmaktı. Daha önce Focus MENA, Focus Russia ve Focus Eastern Europe yaptık; iş birlikleri gelişti, galeriler pazar buldu. Pandemi araya girdi, geçen yıl Focus Spain çok başarılı oldu. Şimdi focusları yeni bölgelere yönlendiriyoruz; amaç yalnızca ülkelerin değil, tüm bölgelerin sanatını öne çıkarmak ve yeni sanatçılarla tanıştırmak. İspanya’da ayrıca Born in the Seventies sergisi yapıldı, hem fuar hem büyükelçilik tarafından desteklendi ve her iki taraf da bundan keyif aldı.
Bu yıl Amerika’ya neden geldik? Geçen yıldan başlayalım: İspanya ve Güney Amerika’yı düşündüğümüzde aşağı yukarı belki 1 milyarlık bir nüfustan bahsediyoruz. Bunun içinden 80 milyonla İspanyollar öne çıkıyor ve sanatta da çok öncü bir ülke; yüzyıllardır sanata önem veriyorlar. Böyle bir insan grubunun ortak noktası İspanyolca. Oradan çıkan sanatın ve ilişkilerin focus’u da bu.
Şimdi Amerika da böyle. Amerika Birleşik Devletleri demedik, Amerika dedik; çünkü içine Meksika’yı, Kanada’yı da katmak istedik. Dünyanın sanat pazarına baktığınızda, yaklaşık 65-70 milyar dolar arası. Bunun yüzde 43’ü ABD’de el değiştiriyor. Sonra Çin ve İngiltere geliyor, onlar da yüzde 20’lerde. Yani üç ülke ard arda gelince pazarın yüzde 80’i onların elinde yer değiştiriyor. Doğal olarak biz de focusumuzu bu büyük insan gruplarına devam ettiriyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin çok kuvvetli kurumsal yapıları var. ABD’nin bugünkü, Trump sonrası karmaşık dönemine bakmayalım; sıkıntılı. Ama ABD kurumları ve kurumların devamlılığıyla çok güçlü bir ülke. Müzeleri, üniversiteleri, vakıfları, vakıf yapıları… Örneğin MET Müzesi 250. yaşını kutladı. Bizim fuarımıza katılacak olan ve konuşmacı olarak da direktörünün geldiği Brooklyn Müzesi 230 yaşında. Bunlar çok kurumsal yapılar; çalışmalarını kaç yüzyıldır devam ettiriyorlar. Bizim müzelerimiz, çağdaş sanat, çok daha genç tabii. Bu açıdan bakınca Focus America bambaşka bir dünyanın kapısını açıyor. CI olarak ticari ilişkileri götürüyoruz, CI Vakfı ise kurumsal ilişkileri. Ticari ve ticari olmayan ilişkileri karıştırmamak gerekiyor. Onun için vakfımız müzelerle olan iş birliklerini, CIF konferans serisini, bazı yan projeleri yürütüyor. Hep non-profit işler. İki kurum da bu anlamda kısa, orta ve uzun dönem ilişkilerin kurulması peşinde.
Bu nedenle Focus America’yı seçtik ama seçtiğimiz zaman Trump seçilmemişti henüz. Bir şey değişir miydi? Değişmezdi. Memnunuz Amerika’yı seçtiğimiz için. Ve ABD’nin 4-5 ay önce Türkiye’ye atanan büyükelçisi de, aynı İspanyollar gibi, bizim yanımızda. Yeni gelmiş olmasına rağmen “Nasıl destek veririz, nasıl uzun dönemli ilişkiler kurabiliriz” diye konuşuyoruz. Çok taze ama bunların hepsi ileriye yatırım.
Gelecek yıl Focus Asia yapacağız. O da başka büyük bir dünya. Belki de toprak ve insan sayısı bakımından dünyanın en büyüğü. Ayrıca Asya, dünyadaki sanat ve kültürün çok daha geçmişi olan bir bölge. Çağdaş sanatın içinde de çok ciddi yer aldı. Önümüzdeki yıl böyle yeni bir atak yapacağız ve Asya’yı gerçekleştireceğiz. Bunların hepsi birbirini tetikliyor. İspanya, Latin Amerika, Amerika, Asya derken bütün bu focuslar çok güzel yoğruluyor. Siz İspanya yaptığınızda Latin Amerika duyuyor. Amerika yapacağınızı söylediğinizde Asya’dan “Amerika olmuş, biz daha iyi yapalım” diye motive oluyorlar.