Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Kültürel Miras ve Müzeler
Haber

40 yıllık hatır ve dostluk: Çetin ve Selin Erbeş ile “Murat Morova’yla yaşamak”

Sanatçı, galeri ve koleksiyoner üçlemesinin son ayağında Murat Morova’nın en tutkulu koleksiyonerlerinden Çetin ve Selin Erbeş ile sanatçı ve koleksiyonerlik üzerine sohbet ettik.

Seren Erciyas
17 Eylül 2025
Koleksiyoner Çetin Erbeş, Fotoğraf: Barış Acarlı

Koleksiyoner Çetin Erbeş, Fotoğraf: Barış Acarlı

Sanatçı, galeri ve koleksiyoner üçlemesinin son ayağı için Çetin ve Selin Erbeş çiftinin evindeyiz. Bizi Çetin Erbeş karşılıyor, Selin Hanım şehirde olmadığı için onunla sonra konuşmak için sözleşiyoruz. Tanıştığımız andan itibaren Çetin Bey’in heyecanı bizimkine bulaşıp adeta ortak bir coşkuya dönüşüyor ve evden ayrılana kadar havada asılı kalıyor. İki saat süren Murat Morova, koleksiyonerlik ve güncel sanat üzerine sohbetimizin ardından belki bu coşkunun bir kısmını da yanımızda götürüyoruz.

Murat Morova ile Erbeş ailesinin tanışıklığı çok eskiye dayanıyor. İçmimarlık yaptığı yıllarda Çetin Bey’in ailesi, evlerinin dekorasyonu için Murat Morova ile çalışıyor. O günden bu yana süren 40 yıllık tanışıklık, dostluk ve hatır söz konusu. Morova o yılları şöyle özetliyor…

“Çetin’i çok severim ben. Niye çok severim, onu tanıdığımda orta okula falan gidiyordu. İçmimarlık yaptığım yıllarda annesiyle babasının evlerini yapıyordum. Anne baba da meraklıydı sanata. Çetin de gelir, gider bakınırdı. Sonra büyüdü, işlerin başına geçti, bir Murat Morova tutkusu başladı ve öyle de gidiyor.”

Murat Morova’nın “tutku” şeklinde özetlediği hâl, Erbeş çiftinin kendisine beslediği hissiyatı tek kelimede anlatıyor. Evlendiklerinde evleri için kendisinden destek alıyor, dükkanları birlikte geziyorlar. Bu gezilerin kendiliğinden doğurduğu bir sonucu Selin Erbeş, bugün yaptığı kreatif işlerin temelinin atılması olarak ifade ediyor.

Fotoğraf: Barış Acarlı

“Benim hayatımdaki yeri çok özel, çünkü hayatımda bir gün dekorasyonla ilgili bir şey yapacağımı hiçbir zaman düşünmedim. Ama Murat’la gezerken, evleri yaparken onunla bir üniversite okudum gibi oldu. Bugün bu işleri yapabiliyorsam Murat sayesindedir.”

Çetin Erbeş için de Murat Morova hayatında iz bırakan, bu izleri hâlâ takip ettiği bir hoca.

“Bana bir resim gösterdi, bakınca ne gördüğümü sordu. Sonra çevirdi, ‘Şimdi ne görüyorsun?’ diye sordu. Ben bakış açısının neleri değiştireceğini ondan öğrendim. Yıllar sonra dedi ki ‘Yok yapmamışımdır öyle şeyler’. Abi nasıl yapmadın, sen, benim hayatımda iz bıraktın.”

Bu koleksiyoner sohbeti böylece bir dostluğun, ondan duyulan hazzın ve onun sağladığı ilhamın yarattığı hikayelerin birbiriyle dansına dönüşüyor. Murat Morova’nın Çetin ve Selin Erbeş için kıymeti, eserlerini aldıkları bir sanatçı olmasının çok ötesinde. İyilik, dürüstlük ve mütevazılığıyla ilham olan bir abi, bir akıl hocası, bir dost. Ondan bahsederken kelimeler ağızlarından aşkla dökülüyor desek, birazcık bile abartmış olmayız.

Ev konforunda ve samimiyetinde bir müze

Bu ev, birçok sanatçının eserinin bir araya geldiği, her eserin kendine özel bir köşe bulduğu, ev konforunda ve samimiyetinde bir müze gibi. Kapıdan girdiğimiz anda Murat Morova’yla karşı karşıya kalıyoruz. Salon girişinin iki yanında sanatçının elleri var. Buraya geri döneceğiz. Burhan Doğançay ve Erol Akyavaş da koridordan bize göz kırpıyor. Koltuğun arkasında uzun bir cam sehpanın üzerine dizili İlham Koman heykelciklerini görünce tabiri caizse aklımı yitirecek gibi oluyorum. İlk merakım, bunca eserle yaşamanın nasıl hissettirdiği. Haldun Dostoğlu her ne kadar her bütçeye uygun eserin olabileceğini söylese de henüz evimde satın aldığım bir eser yok ve dolayısıyla bu hissi anlamam veya empati kurmam da mümkün olmuyor. Çetin Erbeş konuya eserleri aldıktan sonra sahiplenmek üzerinden yaklaşıyor.

“İçerideki Ten Yorgunu 25 yaşında. Yeni çok az işim var. Bir çok arkadaşım bu şekilde yaptı, yani bir eseri örneğin 100 liraya aldı, 3 bin liraya sattı ve sonra gitti, başka bir şey aldı. Ben vedalaşamıyorum ve kafam da öyle çalışmıyor.”

Murat Morova’nın eserleri ve yaşama dair dertleriyle bağ kurabilmiş birinin bu yaklaşımı sergilemesine şaşırmıyorum. Selin Erbeş’in yaklaşımı ise sabah uyandığında kafasında, gönlünde ne varsa onu hatırlamak üzerine:

“Evimin her yerinde Murat’ın yaptıklarının enerjisinin yaşadığını bilirim. Onun eserlerinin arasında olmaktan çok keyif alırım, bunu röportaj yapıyoruz diye söylemiyorum. Başka sanatçıların da eserleri var evde, hepsi önemli, değerli ve özeldir ama en çok Murat’ın eseri vardır. Her sergisinden bıkmadan, zevkle eser alırım. Onun verdiği enerji sanki yaşar, onun ağzından anlattığı cümleler, orada kalır gibi. Her gün baktığımda bir duygu uyandırır. Aldığımız eserlerden sıkıldık demeyiz, Murat eserleri içinse bu söz konusu bile değil. Dans eder gibi gelen heykelleri var. Koltukta otururken onu görürüm. Orada bir armoni, his denge vardır. Eserle bir ilişki kurmayı başardığında o ilişki devam ediyor. Evlilik gibi. Sanat eseri benim için öyle bir şey. Murat’ın eserlerinde yarattığı hissi çok seviyorum. Dengeyi, insan olmayı, böyle şeyleri hatırlatır.”

Fotoğraf: Barış Acarlı

Meşk. Dans eden figürlerin ismi bu. Çetin Erbeş gördüğü anda gözü kapalı aldığını, sonra gidip sanatçıdan dinlediğini söylüyor. Kaligrafisine aşina olanların hemen tanıyacağı insan figürleri için Murat Morova, Pina Bausch’un bir gösterisini izliyor ve arka arkaya konduğunda ortaya bir meşk çıkaran bu demirden heykelleri, dansçıların hareketlerinden ilhamla yaptığını anlatıyor:

“Türk hat sanatında, hattat bir yazıyı yazmadan önce o yazının elemanlarını eli alışsın diye üst üste kağıda yazar. Buna ‘meşk’ denir; oyalanma, eğlenme anlamında. Karalama da denir. Öyle güzel şeyler çıkar ki bunlar da sanat eseri kabul edilir sonrasında.”

Dünya hepimiz için kaçmaya çalıştığımız bir kafes

Meşk figürlerinin tam karşısında Nature-Morte serisinin kafesinden kafasını çıkartmış kuşu duruyor. Demir ve pirinçten eser, dünyayı hepimiz için kaçmaya çalıştığımız bir kafes olarak betimliyor. Sergilenirken karşısında, sanatçının cennet bahçesini tasvir eden başka bir eserinin yer aldığını, yörüngesi kayan yerkürenin ise çivisi çıkmış dünyayı simgelediğini anlatıyor Çetin Erbeş. “Çivisi çıkmış dünyadan cennete kaçmaya çalışan bir kuş.”

Salondan çıkınca iki yana uzanan koridorun karşılıklı duvarları tablolarla dolu. Gözümüze Nuh’un Gemisi ilişiyor. Murat Morova’nın anlattıklarını anımsıyoruz:

“Simsiyah bir petrol tankeri geliyor karşıdan. Telefonla çektim. Geminin orijinal adını sildim ‘Noah’ koydum. Hattan yapılma hayvanları yerleştirdim üstüne. Nuh’un Gemisi petrol tankeri, karanlıklar içinde yol alıyor. Başka bir tufan.”

Murat Morova tutkusunun ortaya çıktığı seri, evin en güzel duvarında yer alıyor: Ten Yorgunu. Kağıt ve cam üzerine karışık teknik. Beden ve ruh, kalan ve giden... Çetin Erbeş, Murat Morova felsefesini kendi takviminde bu eserle başlatıyor.

“Benim için bütün bu yaptıklarının, anlattıklarının ilk felsefesi Ten Yorgunu’nda yatıyor. İnsan-ı kâmil olmaya ulaşırken ne yapılmaması gerektiğini anlatan bir felsefe var orada. Her şeyi bir kenara bırakın, bir gün evine gittik, odasını gösterdi. Küçük bir dolabı var. ‘Kıyafetler nerede?’ diye sordum. ‘Yetmez mi?’ dedi. O günden beri neyi daha az alıp, neyi daha optimal kullanabilirim, öğrendim. Üstüne ne giydiğinin önemi yok, bunu ondan öğrendim. Kışın her gün aynı kıyafetle giderim işe ve hiçbir derdim yok bununla.”

Salonun ortasında konumlanmış büyük pufun üstünde Vanessa Medini Arslan’ın Sanatçı Atölyelerinde isimli kitabı duruyor. Murat Morova’nın atölyesinde sayfalarını karıştırdığımız kitap. Bu kitapta Ten Yorgunu serisini ne güzel anlatıyor Arslan: “Ten ve tin, yani görünen beden ve görünmeyen ruh üzerine düşünen sanatçı, 2000 yılında yarattığı, Arapça yazılmış eski bir anatomi kitabından koparılmış kesitleri andıran Ten Yorgunu serisinde, kendisine ait röntgen ve tahlil raporlarından oluşturduğu katmanlarla her ne kadar beden-zaman içinde yaşlanıp yıpransa da ruhun hep baki kaldığına işaret ediyor. Bedene dokunmanın kolay, ruha dokunmanın da bir o kadar zor olduğunun, en teknolojik tıbbi aletlerin bedeni baştan aşağı tarayabilmelerine ve hastalıkları tetkik edebilmelerine rağmen ruhun ulaşılamaz ve müdahale edilemez bir hazine olduğunun altını çiziyor.”

Çetin Erbeş’in, kitabı daha piyasaya çıkmadan satın aldığını öğrendiğimizde artık buna şaşırmayacağımız noktadayız. Bu bahisle, Murat Morova’nın bir sanatçı kitabının olmayışına dair yorumunu da anmadan geçmek olmaz.

“O kitaplara inanmıyorum, masa üstü dekor kitabı, kimsenin kapağını kaldırdığı yok. ‘Vay be bu adam da neymiş!’ denmesi gibi bir derdim yok. ‘Retrospektif yapalım,’ diyorlar, onu da istemiyorum. Bunlar sanatın kendini ilgilendiren meseleler değil, bunlar sanat jet setinin meşgul olduğu meseleler. Ayrıcalıklı bir sınıfın sanki sanat dünyası diye addettiği şeyler. Böyle bir şey yok. İnanmıyorum.”

Fakat kendisini konu eden tezler, makaleler ve kitapları daha kıymetli buluyor. Bu yüzden Vanessa Medini Arslan’ın kitabı atölyesinde, elinin altında duruyor.

“Hakkımda kitaplar çıkıyor. Kendi başına bilmem ne kitabında bir nokta var ki Morova’yı görmezden gelemiyor. Hakkında en fazla tez çalışması yapılan sanatçılardan biriyim. Bunu değerli buluyorum; yaptıklarımın insanların başka üretimlerine vesile olmasını...”

Kapıdan girerken bizi karşılayan, ayrılırken de uğurlayan sanatçının ‘ellerine’ yeniden dönecek olursak, önce ismini zikretmeli: Hay(ı)r. Demir üzerine kolaj. Sanatçının, bütün görüşünü temsil eden eseri. Beyoğlu’nun arka sokaklarından geceleri çıkıp topladığı muzır neşriyattan kesilmiş sayfalar, Murat Morova’nın kendi elinin siluetinde bize bir şeyler hatırlatmakla görevli. Saklanmak zorunda kalanı, bir paravan üzerinde görünür kılıyor. Ötekileştirdiklerimizi korumakla yükümlü olduğumuzu hatırlatıyor. Ben ise hepimizin bir şekilde, en az bir genelde de birden çok kimlikle, birine karşı illaki öteki olduğumuzu düşünüyorum. Fakat bu eseri ötekileştirenlerin hiyerarşisi olmaktan çıkaran, sanatçının korumak istedikleri oluyor.

“Serginin adı Paravan. Paravan nedir? Arkasına geçildiğinde bir şeyi gizleyen, göstermeyen, tam açıklamayan bir şey. Ben tam tersi gizleneni nasıl ifşa ederim, yüze vururum, gösteririm fikriyle yola çıktım. Bu eller benim ellerim. Çocukken yaptığım kağıdın üstüne koyardım, elimi etrafından çizerdim. Aynı şekilde çizdim, büyüttük. ‘Sanatçının elleri’. Sanatçının neyi gösterdiği var burada. El motifi, İslam geleneğinde ‘ehl-i beyt’ yani ‘kutsal aile’ demek. Peygamberin, ‘Bunlar benim ehl-i beytimdir, benden sonra koruyunuz,’ dediği insanlar. Ben de sanatçı olarak benim ehl-i beytim nedir, neleri korumalı, bunlar bizim ailemizden dediğim, toplumun cinsel kimliğinden, ırkından, inancından dolayı öteki addettiği kim varsa onları koydum. Beyoğlu’nda geceleri fanzin topladım. Bildiriler, illegal dergiler…”

Her parmağın ucunda bir Murat Morova silueti, izleyeni gözlüyor, avucunun içindekileri korumak istercesine.

Sanatla ilgilenmek mi koleksiyonerlik mi?

“İlgilenmeye çalışıyorum.”

Çetin Erbeş, koleksiyonerlik hakkında konuşmaya başladığımızda tüm alçakgönüllülüğüyle bu sanat işinde “olmaya” çalışıyorum diyor aslında. Evindeki eserleri alışına dair hikayeler dinledikçe anlıyoruz bunu. Bunda her ikisinin de sanata ilgilerinin çocukluk yıllarında, ailelerinden görerek başlamalarının etkisi var. Eserlere birer meta olarak değil, anlamlarıyla kurduğu bağ üzerinden bakıyor.

“Kuzenim bir gün bana dedi ki sana bir tane Doğançay vereyim, onu al, satar para kazanırsın. O günün şartlarında bedavaya verdi neredeyse. Aldım onu ama satmadım.”

Erbeş çiftinin eser satın alma maceraları hep “ilk görüşte aşk”la başlıyor. Çetin Erbeş’ten sık sık “bunu almam lazım”, “gördüm ve bitti benim için” ve benzeri sözler işitiyoruz. Koleksiyonerlik de neticede bir tutku işi, her ne topluyorsan. Selin Erbeş ise konuyu özetliyor: “Ali Bilge Akkaya’nın son aldığım eserini anlattığı şey yüzünden aldım. Murat’ın eserlerini de o anlattığı zaman ‘tamam, bu’ derdim. Sanki o anın titreşimine uygun bir enerjiyi de anlatırdı.”

Eser toplama süreçlerini merak ediyoruz. Güvendikleri galeriler, takip ettikleri sanatçıların yanı sıra yeni ve genç sanatçıları da keşfediyorlar. Haldun Dostoğlu’nun gönüllerindeki yeri ise çok ayrı: “Haldun Bey arka deposuna girmeme izin verdi. Herkes galeriye gider, ben yukarı giderim, yetmez karıştırırım ve hiçbir şey demez. Bir şekilde elinden tutan olunca daha kolay oluyor tabii,” diyor Çetin Erbeş. Onunla birlikte Murat Morova’nın önerdiği isimleri de es geçmiyorlar. Yıllar önce Seçkin Pirim’in bir eserini onun sayesinde alıyorlar:

“Murat bana dedi ki ‘C.A.M Galeri var, Sevil Hanım. Ona git, orada Ömer Uluç var, onu al. Orada bir resim gösterecek sana, Seçkin diye bir çocuk, git onu al bak çok iyi olacak.’ 25 sene önceydi. O günün şartlarında çok acayip bir şeydi Seçkin’in eserini almak.”

Yurt dışında bir otelde gördüğü ve kazıklanmak pahasına aldığı eserin hikayesinde de yine Morova’nın izi var.

“Üç günlük büyük tartışmaların sonunda istediğime yakın bir fiyata aldım. Evde nasıl sergileyeceğimizi bulamadık ve tabii ki Murat’a sorduk. Bunun altına bir kaide yap, ben sana çizeceğim, yaptıracağın yeri de söyleyeceğim dedi. Şunun sergilenişini bana Murat söyledi.”

Çetin Erbeş, eşi sayesinde birçok sanatçıyla tanışıp eserlerinin arkasındaki hikayeleri öğrenme şansı elde ettiklerinden bahsediyor. Selin Erbeş yeni sanatçılarla tanışmaya teşne, bunda yaratıcı işler yapmasının etkisi büyük.

“Doğançay, İlhan Koman gibi isimler bir kenara, son aldığımız eserlerin hep sanatçılarını tanıdım ve onlara bayıldım. O sanatçının ruhunu oraya aktarma hissini almayı çok seviyorum. Bir kreatif işin beğenilerek ve tutkuyla seyredilme hissini yaratmak bir sanatçı için çok büyük bir hediye gibi geliyor bana.”

Fakat işin püf noktası eserleri dünya gözüyle görmek. Çetin Erbeş’in ifadesi çok hoşuma gidiyor: “Uzaktan kumanda vurulamıyorum.”

“Murat’ın son sergisine erken gittim, ‘Bu işi çok beğendim,’ dedim. Üç tane iş vardı. İkisi yurtdışına gitmiş, birini telefonla almışlar. Katalog atıyorlar önden ama benim gidip görmem lazım. Uzaktan kumanda vurulamıyorum.”

Bu sohbette Çetin ve Selin Erbeş ile ortaklaştığımız bir nokta oluyor: Murat Morova’nın büyüsünden etkilenmek... 40 yıllık dostluğu iki saatlik bir sohbetle karşılaştırmıyorum fakat sanat dünyasında çok az şeyin samimiyetine inanan, çok az şeyde samimiyet bulan sıradan bir insan olarak, Murat Morova’yla yolumuzun kısa süreliğine de olsa kesişmesine şükran duyuyorum.

Kültürel Miras ve MüzelerKültür-SanatKoleksiyonGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper