Duvara çivi çakmanıza izin verilmeyen bir galeride nasıl bir sergi açarsınız? Kullanabileceğiniz tek şey tavandan sarkan çelik iplerle ucundaki çengeller. Bu şekilde tasarlanmış bir galeri bize ne söyler? Burada resim sergilenir, resimler tuval üzerine olmalıdır, eser kâğıt ise çerçevelenmelidir. Hangi malzemeyle neyi yaratacağınız en baştan belirlenmişken bir sanatçı olarak ne kadar bağımsız düşünebilir, sınırları ne kadar zorlayabilirsiniz?
Oysa sergi yapımcılığı, entelektüel, yaratıcı ve elbette teknik seçimler içeren, deneysellikle etkileşimi merkeze koyan tutumlar bütünüdür. Sergi tasarımı bir yaratma eylemidir. Bu eylem beden, duyular ve duygular üzerinde etki yaratmayı amaçlayan son derece kişisel ve aynı zamanda profesyonel bir süreçtir. Sergileme anlayışları ve sergi modelleri ise sanat tarihini anlamak için son derece önemli araçlardır. Dahası, bunlar geçmişin kültürel tartışmalarını görünür kılmaya ve düşünce tarihinin izini sürmeye yardımcı olurlar.
Bu bağları keşfetmenin heyecanıyla yazılan, Necla Rüzgar imzalı Sanat Tarihine Yön Veren Sergiler kitabı, sanat tarihine yön veren alternatif sergi modellerine ilişkin bir perspektif sunma arzusunun ürünü olarak doğmuş. Hayal gücümüzü ve bilincimizi derinden sarsan sergilerin zengin tarihine bakmak ise, hem ilginç hem de aydınlatıcı...
Eserleri, aralarında Akademi der Künste, Berlin ve National Museum of Contemporary Art, Bükreş’in de bulunduğu birçok uluslararası sanat kurumunda sergilenen, yaşamını ve çalışmalarını Ankara’da sürdüren sanatçı/ yazar Necla Rüzgar ile sergilerin zengin tarihi ve sergileme konusunu araştıran yeni kitabı üzerine konuştuk.

Sanat Tarihine Yön Veren Sergiler, Necla Rüzgar, Ütopya Yayınevi, Sanat, 120 sayfa
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu?
Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Doktora Programında verdiğim “Sergi Yapımcılığı ve Modelleri” adlı bir dersim var. Eğitim programını güncellemek niyetiyle dersi 2010 yılında ben açtım ve o günden beridir ben yürütüyorum. Ders içeriğini hazırlarken sergileme konusunda Türkçe kaynak olmadığını şaşkınlıkla fark ettim. Neredeyse hiç çalışılmamış bir alandı. Dolayısıyla süreci yürütebilmek için tek çarem kendimi bu konuda yetiştirmekti. Bir yandan sergi tarihlerini okuyup keşfetmeye, Türkçeye çevirmeye ve bu metinlerden yazılı kaynaklar üretmeye, öte yandan ise uluslararası sergileri mümkün olduğunca gezip görmeye, kişisel gözlemlerimi bir içeriğe dönüştürmeye başladım. Biliyorsunuz bizim kültürümüz yazılıdan çok sözlü bellek bırakmaya meyilli olagelmiş. Bu durum akademilerde de pek farklı değil. Dersi içerikleri ile ilgili hocalarımızdan bize kalan çok az sayıda metin ya da kitap var. Hal böyle olunca kurum kültürü ya da eğitim anlayışı sözlü olarak geleceğe aktarılıyor; ki söz uçan bir şey. Benim bu kitabı yayınlatmadaki en temel motivasyonum da geriye bir kaynak kitap bırakma arzusu oldu. Çünkü benden sonra bu dersi genç akademisyenler vermeye devam edecek. Onlara bir literatür bırakma ya da akademik kültürün zeminini genişletmek fikri bana önemli görünüyor.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitabın ismine nasıl karar verdiniz?
Sanat Tarihine Yön Veren Sergiler, sergi gezmeyi entelektüel bir uğraş olarak gören, sergileri anlama çabasında olan ya da derslerde kaynak olarak kullanmak isteyen herkesin keyifle okuyabileceği bir içeriğe sahip. Tabii söylemeden geçemeyeceğim; sergileme konusu bizde çok sorunlu. Birçok galeride duvara çivi çakmakla ilgili çok yerleşik bir direnç var. Kamuya açık sergilerde hala şövale üstünde resim, fotoğraf sergileniyor. Oysa bir eserin yaratım süreci kadar o eserin nerede, ne şekilde sergilendiği de önemlidir. Aslında mesele bir sergi açıp görünürlük kazanmaktan daha fazlasıdır. Sergileme de entelektüel bir yaratım sürecidir ve bir bağlamı, yaklaşımı, söyleyecek bir sözü olmalıdır. Çünkü sergileme biçimleri sanatçıların yaratma tarzlarını da değiştiriyor ve dolayısıyla sanat tarihine yön veriyor. Kitapta yer alan gerek “Documenta” sergileri, gerekse de Saplantılar Müzesi, Arkadaşların Odaları ya da Sansasyon gibi tekil sergiler, sanat tarihinin akışını değiştirmiş, yeniden yön vermiş sergiler. Kitabın ismi de içeriğini yansıtacak şekilde doğmuş oldu.
Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından biri olarak yazma süreci nasıl gelişti?
Aslında yazmaya her zaman bir eğilimim vardı. Akademik eğitime başlamadan önce denemeler yazardım. Yazmaya devam edersem yazmayı bırakamayacağımı hissetmiştim. Kendime ait bir odanın içinde kaybolmak güzel olduğu kadar korkutucu gelmiş olmalı ki kendimi yazmaktan alıkoydum. Ama akademik metinler yazmaya hiç ara vermedim. Çünkü akademik süreç doğası gereği çok fazla araştırma ve yazma talep ediyor. Kuşkusuz akademik metinlerle aramıza duygusal mesafe koymak daha mümkün. Hal böyle olunca yazmak daha sürdürülebilir olabiliyor. Bir de yazı yazmak resim yapmaya benzemiyor örneğin. Yazının düşünce akışı insanın avuçlarından kayıp gidiyor. Aklına gelen şahane bir cümleyi not almak üzere bir kalem ararken cümle uçup gitmiş oluyor. Yine benzer bir cümle geliyor ama o cümle artık uçup giden değil. Heraklitos’un ‘aynı nehirde iki kez yıkanılmaz’ı gibi…