Uzun yıllar Ankara’da yaşadıktan sonra İstanbul’a taşınan birçoklarının alışmakta zorlandığı, belki de benim gibi hiç alışamadığı durumlardan biri; bir günde, dışarıdaki işlerinizden yalnızca birini halledebilmek. Eğer halletmeniz gereken işler aynı ilçede toplanmışsa belki biraz şanslısınızdır; ancak yine de İstanbul’a pek güven olmayacağını, şehrin, kuşandığınız tüm tedbirleri bertaraf edebileceğini bilirsiniz. Ankara’da ise işler hızlı yürür, olanca bürokrasisine rağmen.
Bu tür bir karşılaştırmadan çıkacak olağan sonuç, İstanbul’un insana sabrı ve beklemeyi öğrettiği, Ankara’nın ise insanı tez canlılığa sürüklediği olabilir; fakat gerçek böyle değil. Terazinin iki kefesine konduğunda bu iki şehrin yapmayacağı sürpriz yok. İstanbul’da insan, sabırsızlık, tahammülsüzlük, stres ve baştan yenilmişlik hissiyle hareket eder. Ankaralılar ise rahattır; çünkü bilirler ki ne meteoroloji hava tahmininde yanılır ne de on dakikalık bir yol bir anda yarım saatlik bir yolculuğa dönüşür. Bu nedenle Ankara’da, detaylı bir bakış gerekmiyorsa, bir günde şehrin dört bir yanındaki galerileri ziyaret etmeye vaktiniz olur, araya bir Ankara döneri bile sıkıştırabilirsiniz.
Ankara’daki ikinci rotamızda şehre yayılıyor, kendimize Ulus’tan Yıldız’a, Oran’dan Çayyolu’na uzanan bir yol çiziyoruz. Yine de önerimiz, her biri uzun ve verimli geçirilecek zamanı hak eden galeri ve müzelere birer gün ayırmanız olur.
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi
Rotamızın ilk durağı için ağır ağır Çıkrıkçılar Yokuşu’nu tırmanıyoruz. Boncukçuların, hanların, antikacıların ve eski 45’liklerin melodilerinin eşlik ettiği tırmanışın sonunda, hedefimiz solda kalıyor. Ankara Kalesi’nin yanı başında konumlanan üç eski Ankara evinin dönüştürülmesiyle oluşturulan müze binasında yer alan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Yüksel Erimtan’ın koleksiyonundan Roma, Urartu, Hitit ve Bizans dönemlerine ait birçok objeyi yenilikçi tekniklerle sergiliyor.

Erimtan, Roma’dan Bizans’a birçok objeyi yenilikçi tekniklerle sergiliyor.
ERİMTAN: (C) ERİMTAN ARKEOLOJİ VE SANAT MÜZESİ
Buranın bir diğer kıymeti de mekânın Roma villası olarak tasarlanmasından geliyor. Müze bir mutfak, yatak odaları ve yemek odasından oluşuyor. İlk bakışta fark edilmeyen bu dâhiyane tasarım, gerekli bilgiye sahip olduğunuzda, sergilenen objeler aracılığıyla hayat buluyor. Müzenin en etkileyici alanlarından biri, Roma’da günlerce süren ziyafetlerin yapıldığı triclinium adı verilen yemek odası. Roma’da tabiri caizse “kusana kadar yemek yenilen” ve yeniden yiyebilmek için bir çubuk yardımıyla midenin boşaltıldığı bu ziyafetleri zihnimizde canlandırmaya çalışıyoruz. Ankara Keşif Haritası Pusula’nın da önerisiyle, Roma evlerinde bulunan süs havuzunun müzede hangi objelerle hayata geçirildiğini bulmaya çalışıyoruz.
Erimtan Müzesi en alt kattaki sergi salonunda Ankaralıları güncel ve özel hazırlanmış sergilerle buluşturuyor. Gelmişken, müzenin Bor Sanat işbirliğiyle düzenlenen Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ sergisini de geziyoruz.
Müze aynı zamanda günün ilk kahvesine eşlik eden harika bir Ankara manzarası sunuyor. Bugün de sakin olan bahçesinde kahvelerimizi yudumlayarak Gençlik Parkı, Anıtkabir, 50. Yıl Parkı gibi sevdiğimiz manzara parçalarını seçmeye çalışarak vakit geçiriyor, ardından ikinci durağımız için bahçedeki merdivenleri kullanarak Kale Meydanı’na çıkıyoruz.
Rahmi M. Koç Müzesi
İkinci durağımız hemen yanı başımızda yer alan ve tarihî Safranhan, Çukurhan ve Çengelhan’ın aynı anda ev sahipliği yaptığı, Ankara’nın ilk sanayi müzesi: Rahmi M. Koç Müzesi. Her ziyaretimizde yeni keşifler sunan, her seferinde yeniden tanışmanın mümkün olduğu ve dolayısıyla bir güne değil belki bir ömre sığdırılacak koleksiyonuyla, zamanla ilişiğimizi kesen taş duvarlarıyla burası bir harikalar diyarı.
Atatürk ve Ankara koleksiyonlarını, geçen yüzyılın başından kalma bebek evlerini geride bırakıp görmeyi çok istediğimiz “AnkaraManzarası” tablosuna doğru ilerliyoruz. Hollanda’daki Rijksmuseum envanterine kayıtlı bu eser, 2018 yılında müzede düzenlenen Tarihi Dokumak: Bir Kentin Gizemi Sof sergisi için Ankara’ya gelmişti. Bu kısa süreli ziyaret müzenin de girişimleriyle 2027’ye kadar uzatıldı. Ressamı bilinmeyen tablonun ilginç hikâyesine kulak veriyoruz: 1700’lere tarihleniyor eser ve 1970 yılına kadar Halep şehrini tasvir ettiği düşünülüyor. Aynı yıl Prof. Dr. Semavi Eyice, Türk Tarih Kurumu tarafından 1970’te düzenlenen bir konferansta sunduğu “Ankara’nın Eski Bir Resmi” başlıklı bildiride yer verdiği analizleri, tablonun Ankara’yı tasvir ettiğini belgeliyor.
Atatürk’ün ilk Cumhuriyet Bayramı için hazırlattığı Türk bayrağını, minyatür esnafları, bebek evlerini gördükten sonra kendimizi yeniden eski adıyla At Pazarı Meydanı’na atıyoruz. Sıradaki durağımız CerModern’e doğru yokuş aşağı bir yürüyüş tutturuyoruz. Çıkrıkçılar’ı bitirdiğimizde hemen solumuzda Gökyay Vakfı Satranç Müzesi yer alıyor. Bu eski Ankara evi, Akın Gökyay’ın satranç tutkusunu ve 110 ülkeden 723 farklı satranç takımını muhafaza ediyor. Şimdilik selam vermekle yetiniyoruz.
CerModern
Gençlik Parkı’ndan anılar eşliğinde geçiyor, Ankara Garı’nın önüne çıkıyoruz. Metin Yurdanur’un şehri bir açık hava heykel müzesine dönüştüren kamusal heykellerinden “Miras”a ve 10 Ekim anısına tasarladığı “Annelerin Çığlığı” anıtına selam veriyoruz. Soldan devam ederek yeni CSO binasının bahçesinden giriyor, CerModern’e ulaşıyoruz. “Su Perileri” heykelinin kenarında oturuyor, eski cer atölyelerinin Semra ve Özcan Uygur’un projesiyle bir sanat merkezine dönüştürüldüğü bu mekânın verdiği ferah atmosferi içimize çekerek soluklanıyoruz.
Burası Ankaralıları modern sanatla buluşturmak amacıyla 2010 yılında faaliyete geçti. Üniversite yıllarımıza denk gelen bu açılışın, şehrin sanatseverlerini ne kadar çok heyecanlandırdığını anımsıyoruz. CerModern o günden bugüne, yaşamı sanat yoluyla anlamlandırma çabamızın en kıymetli duraklarından biri, nice güzel serginin adresi oldu. Bünyesinde sergi alanlarının yanı sıra tiyatro sahnesi, restoran ve dükkân da bulunuyor. Ayrıca yaz aylarında Ankaralılar, avlusunda konserlere, tasarım pazarlarına ve açık hava film gösterimlerine katılıyor. Yaşayan bir mekân burası. Bir etkinlik için olmasa bile, bazen sadece restoranında dostlarla buluşmak veya tek başına geçirilen vakitleri uzaktan Ankara Kalesi’yle bakışarak taçlandırmak için şehrin en güzel duraklarından biri.
Sıradaki durağımız Yıldız’daki Galeri Soyut için hareketleniyoruz. Gözümüz korkmuyor çünkü her ne kadar Ankara’nın ulaşım ağı insanı bir aşamada muhakkak Kızılay’a uğramaya mecbur etse de işler İstanbul’daki kadar zor değil. Atatürk Bulvarı’ndan kendimizi Kızılay’a atıyor, Yıldız dolmuşunu yakalıyoruz.
Galeri Soyut
Bu rotanın en eski galerisindeyiz. 1990 yılında Mehmet Subaşı tarafından Kızılay’da kurulan Galeri Soyut, 2004’te açılan Yıldız ve 2021’de açılan Çayyolu mekânlarıyla varlığını sürdürüyor.
Yerleşik ve genç sanatçılara alan açan galeri, düzenli sergilerle hem çağdaş sanat ortamına katkı sağlıyor hem de yola çıkarken belirlediği amaca ulaşarak başkentin öncü sanat merkezilerinden biri kabul ediliyor. Yalnızca sergi mekânı olmanın ötesinde, sanatı toplumsal bir eğitim aracı olarak gören Galeri Soyut, izleyicinin düşünce dünyasını zenginleştirmeyi amaçlıyor.

Galeri Soyut, 1990'da Kızılay'da kuruldu.
GALERİ SOYUT: (C) GALERİ SOYUT
Galeri bu bölgede yalnız değil; Fırça Sanat Galerisi, Sava Sanat Galerisi ve Zülfü Livaneli Kültür Merkezi’yle birlikte semtte yapılacak mini bir galeri rotasının da ilk durağı olabilir diye düşünüyoruz. Hatta sanatla dolu bir günün akşamı, Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde bir oyun izlenerek de taçlandırılabilir. Şimdi sıradaki ve son durağımız Müze Evliyagil için yola çıkıyoruz.
Müze Evliyagil
Son durağımızın konumu, ulaşım seçenekleri konusunda pek cömert sayılmaz. Her Ankaralının yapacağı gibi biz de özel araca başvuruyor, İncek’teki Müze Evliyagil’e geçiyoruz. Burası Sarp Evliyagil’in küçük yaşlardan bu yana süren sanat tutkusunun bir anlamda adeta kaçınılmaz sonucu. Sürekli büyüyen koleksiyonunun bir depodan çıkarak kendi mekânına kavuşması için tasarlanan müze, aynı zamanda Ankara’da bir çağdaş sanat koleksiyonunun kalıcı olarak sergilendiği ilk yer olma özelliğini taşıyor. Sadece bir çağdaş sanat müzesi olmakla kalmayan Müze Evliyagil,süreli sergiler, konserler ve söyleşilere de ev sahipliği yapıyor.
Sessizliğin ortasında dev bir beyaz küp olarak tasarlanan yapının mimarı Nejat Sert. Heykellerin konumlandığı bahçesi, eserlerin öne çıkması için sadeliğin ön planda tutulduğu ferah mekânı ile üst kattaki kütüphanesiyle Müze Evliyagil, bir tam günü ziyadesiyle hak ediyor. Elbette bu çabasız kazanılmış hakta en büyük pay, Sarp Evliyagil’in bizlerle paylaştığı için mutlu olduğumuz özel koleksiyonuna ait. Koleksiyondaki eserlerin tarihi 1950’lere kadar uzanıyor; buna ek olarak genç sanatçıların eserleri de koleksiyonda kendine yer buluyor. Evliyagil’den ayrılırken varlığının Ankara sanat ortamı için ne kadar büyük bir şans olduğunu düşünüyoruz.
Zihnimizdeki bir diğer düşünce de pekişiyor bir yandan. Bu şehirde kısa sürede dört bir yana yayılmanın konforunu, yayıldıkça birleştirdiğimiz noktaları ve bu açıdan da çok şanslı olduğumuzu kendimize hatırlatıyoruz. Bu hali öpüp başımıza koyuyoruz.