“Tek plan filmler” listesi yapmak üzere oturdum masanın başına. Derken Adolescence’ın ilk bölümüne yakalandım ve ekranın karşısına mıhlandım. Bunun tek sebebinin gözünü kırpmayan kameranın kattığı dinamizm olmadığını hemen anladım.
Stanley Kubrick’in bütün bir insanlık tarihini iki buçuk saatte anlattığı 2001: A Space Odyssey (2001: Bir Uzay Destanı, 1968), sinemanın zamanı kurgulama, kimi zaman yıllara yayılan olaylar dizisini hikâyenin bütünlüğünü bozmadan bir filme sığdırma gücünün en uç örneklerinden biridir. Agnès Varda’nın, bir kadının biyopsi sonucunu beklerken geçirdiği iki saati bir buçuk saatte anlattığı şahane Cléo de 5 à 7(Cléo Beşten Yediye, 1962) gibi hikâyesiyle neredeyse ya da tamamen eşzamanlı akan filmler ise bu bağlamda diğer ucu oluşturur. Örneğin Hitchcock’un klasiklerinden Rope (İp,1948) birbirlerine adeta görünmez düğümlerle bağlanan on uzun plandan oluşan ve tek mekânda geçen gerçek zamanlı bir cinayet sonrası öyküsüdür. Dönemin teknik koşulları, film şeridinin uzunluğu, en fazla on dakikalık çekimler yapmaya izin verdiğinden Hitchcock planlar arası geçişlerin çoğunu bir siyah ceket ya da objeye hızlıca yaklaşıp içinde kaybolarak ve sonra siyahtan açılarak yapmıştır. Dijital dönemin bambaşka imkânlarıyla çekilmiş, iç ve dış mekânlar arasında hiç durmadan geçişler yapan çok sayıda karakteri yine kesintisiz bir kamerayla takip eden bol ödüllü Birdman’de (Cahilliğin Umulmayan Erdemi, 2014) Iñárritu da tüm filmin tek planda çekildiği izlenimini verebilmek için Hitchcock’vari çözümler üretir. 867 oyuncunun yer aldığı görkemli kadrosuyla Ermitaj Müzesi üzerinden Rusya tarihini anlatan Sokurov’un Rus Hazine Sandığı (2002) gerçekten tek planda ve tek günde çekilmesiyle öne çıkar. Ne var ki kameranın sürekli yer değiştirip belli bir koreografiyi izlediği bu teknik gösterinin seyir zevki bir hayli düşüktür. Tek plan estetiğini hikâyeyi destekleyecek şekilde kullanmasını en iyi başaran filmler arasında gece kulübünde başlayan öyküsünü gerilimi hiç düşürmeden sokağa ve sabahın ilk ışıklarına taşımaya başaran Alman filmi Victoria (Sebastian Schipper, 2015) sayılabilir.
İşte ben de böyle bir “tek plan filmler” listesi yapmak üzere oturmuştum masanın başına. Bir restoran mutfağında yaşanan gergin bir geceyi gerçek zamanlı olarak anlatan Boiling Point (Patlama Noktası, 2021) filminin yerli uyarlaması Umami’nin bir Disney+ orijinali olarak yayına girmesiydi vesile. Derken başka bir şey oldu. Boiling Point’in başrol oyuncusu Stephen Graham’ın Jack Thorne’la birlikte yarattığı, baba karakterini canlandırdığı ve yönetmenliğini de yine Boiling Point’in yönetmeni Philip Barantini’ye emanet ettiği mini dizi Adolescence’ın ilk bölümüne yakalandım. Yakalandım diyorum çünkü sıradan görünümlü dört kişilik bir çekirdek ailenin normal görünümlü evlerinin çok sayıda polis tarafından sabaha karşı basıldığı ve 13 yaşındaki masum görünümlü bir çocuğun, dehşete düşmüş ailesinin gözü önünde cinayet şüphesiyle, altına kaçıracak sertlikte bir müdahale sonucu gözaltına alındığı ilk dakikaların etkisiyle ekranın karşısına mıhlandım. Ve bunun tek sebebinin gözünü kırpmayan kameranın kattığı dinamizm olmadığını hemen anladım.
Spoiler’ı reddeden dizi
Her biri tek planda çekilmiş dört bölümden oluşan Netflix’in bu yeni mini dizisi bitirmesi çok kolay, hazmetmesiyse çok zor bir iş. Olaylar Türkiye’de geçse artık maalesef böyle düşünmeyiz fakat İngiltere’deyiz ve bu yaşta bir çocuğun bu şekilde gözaltına alınması için polisin çok ciddi kanıtlara yaslandığını tahmin ediyoruz. Yine de sürekli yanlış bir şey yapmadığını söyleyen Jamie’ye inanmak istiyoruz. Jamie’nin okul arkadaşı Katie’yi yedi kere bıçaklayarak öldürdüğü iddia ediliyor. Mutlaka polisin kaçırdığı bir şey olmalı... Eh zaten dizi de o sır üzerine kurulu olsa gerek, diye düşünüyoruz ister istemez.
Bu noktada o klasik spoiler uyarısını yapmak, yazının bundan sonrasının olayların gidişatına dair önemli ayrıntıları açık ederek henüz diziyi izlememiş olanların keyfini kaçırabileceğini söylemek isterdim ama bunu yapmama katilin kimliğini hemen ilk bölümde açık eden dizinin kendisi izin vermiyor. Adolescence, üzerine yazanların pek çoğunun referans verdiği, Rakel Dink’in vicdanlarımıza kazınmış sözleriyle “bir bebekten katil yaratan karanlık”la, 13 yaşında bir oğlan çocuğun yaşıtı bir kız çocuğunu vahşice katlettikten sonra bunun neden yanlış olmadığını düşünebileceğiyle ilgileniyor. Ve bunu yaparken de kolay yola, bir aile içi istismar, alkolik ebeveyn öyküsüne, terk eden baba travması ya da şiddetin döngüselliğine sığınmıyor. Sıradanın içinde ama ona paralel filizlenen bir kötülükle, bıçaklama anının videosunu gören gözlerimizle, bu dünyanın numaralı gözlükleriyle teşhis edilmesi güç daha büyük bir şeyle karşı karşıyayız.

Netflix’in çok ses getiren Adolescence dizisi, her biri tek planda çekilmiş dört etkileyici bölümden oluşuyor.
NETFLIX
Normalleşen şiddet ve bizim derin kırılganlığımız
Karşı karşıya olduğumuz “büyük şey”i ikinci bölümde önümüze seriyor Adolescence. Çocuk katil Jamie ve katlettiği çocuk Katie’nin okulunda, bir kaos halinin ortasındayız. Her sınıfta bir video açık, gürültü, kıyamet... Ortamın ahır gibi koktuğunu söyleyen bir polis diğerine, “Sence burada kimse bir şey öğreniyor mu?” diye soruyor umutsuzca. Öğrenciler öfkeli, öğretmenler çaresiz. İki jenerasyon arasında açılmış uçurumun derinliğini sadece öğrencilerle öğretmenlerin ilişkilerinde değil, cinayeti soruşturmakla görevli dedektif Bascombe’la cinayetin işlendiği okulda okuyan oğlu Adam arasında geçen diyalogda da görüyoruz. Detektifin Jamie’nin sosyal medya hesaplarından, çocukların birbirlerine gönderdiği mesajlardan, paylaştıkları emojilerden çıkardığı ne varsa hepsinin yanlış olduğunu, babasının olayları anlamlandırmaya çalışırken bu kadar uzak sularda yüzmesinden utanan Adam’dan öğreniyoruz. Türkiye’de 4 Ekim 2024’te gerçekleşen iki vahşi kadın cinayetiyle gündeme gelen, İngilizce istemsiz bekârlar (involuntary celibate) kelimelerinden türetilen incel sözcüğünü benim de ilk kez 2023’te bir öğrencimden duyup utanmam geliyor aklıma. Anlıyoruz ki Jamie’nin yüzdüğü karanlık sular bu yerkürede değil. Jamie’nin bir aidiyet ararken henüz 13 yaşında saplandığı bataklık Andrew Tate gibi sosyal medya ünlüleri tarafından desteklenen, internette incel forumlarında örgütlenen kadın düşmanı erküre (manosphere).
Bu çevrimiçi alt kültür kendi terminolojisini üretirken 80-20 kuralı gibi ilkeleri de kullanıyor. İtalya’nın yüzde 80 zenginliğinin nüfusun yüzde 20’sine ait olduğunu fark eden İtalyan ekonomistin adıyla Pareto ilkesi olarak da bilinen 80-20 kuralı aslında son derece gündelik konulara da uygulanabiliyor. Bunun sıkça verilen bir örneği zamanımızın yüzde 80’inde dolabımızdaki kıyafetlerin yüzde 20’sini giydiğimiz iddiası. İstemelerine rağmen romantik veya cinsel partner bulamayan, cinsellikten kendilerine göre “haksız yere” mahrum kalan incel’ler bunu kadınların yüzde yüzde 80’inin erkeklerin yüzde yüzde 20’sine ilgi duymasına bağlıyor. Bu yüzden kadınları kandırmaları gerektiğini düşünüyor ve kendilerini reddeden kadınlara uygulanabilecek her türlü şiddeti normalleştiriyor. Kesintisiz kamera ikinci bölümün sonunda artık bize biraz nefes aldırmak ister gibi gökyüzüne yükseliyor ama nafile. Kısa bir süre sonra Sting’in “Fragile” (Kırılgan) şarkısı eşliğinde cehennemimize, derin bir çaresizlik yaşadığımız yeryüzüne geri dönüyoruz. Vahşetin en masum olmasını beklediklerimiz tarafından bu derece normalleştirilebilmesi karşısında yaşadığımız dehşetle baş başa kalıyoruz.
Adolescence’da baştan sona tanrısal bir bakışla takip ettiğimiz, kameranın takip edeceği karakteri seçemesek de onun görebildiği kadarını gördüğümüz, onun bakış açısıyla sınırlı kaldığımız bir dünyadayız. Fakat bu tip açıların sıklıkla kullanıldığı bir bilgisayar oyunu değil bu. Katie canlanmayacak, Jamie’nin bir şansı daha olmayacak. Peki Jamie bu gerçekliğin farkında mı? Mini dizinin kanımca en etkileyici bölümü olan üçüncü kısmında Jamie’yle mahkeme öncesi kaldığı özel klinikte görüşen uzman psikolog bunu anlamaya ve raporlamaya çalışıyor. Jamie’yi canlandıran Owen Cooper’ın parladığı, izleyiciyi diken üstünde tutan bu bölümde aileden gelen erkeklik kültürü, çocuğun ailesindeki erkekler ve kadınlarla, okulda arkadaşlarıyla ilişkileri sorgulanır ve bu bağlamın etkisi yadsınmazken Jamie’nin aşırılaşmasına giden yolda önemli olduğu görülen kendine özgü bazı özellikleri de ortaya çıkıyor.
Son bölümde ise gözaltının yaşandığı sabahın 13 ay sonrasındayız ve sadece görünürde değil, gerçekte de sıradan ve normal olduklarına kanaat getirebileceğimiz aileyle birlikteyiz. Onlar bitmek bilmeyen bir sorgulama içindeyken biz de bu korkunç olay başlarına nasıl geldi, daha da rahatsız edicisi, bizim başımıza da gelebilir mi, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Adorno’nun dediği gibi, eserlerde karşımıza çıkan her şey biçim olduğu kadar içeriktir de. Bu noktada yazının çıkış noktası da olan dizinin tek plan tercihi bize ne söylüyor? Kesintisiz çekim bu akışın değiştirilemez, zamanın geri döndürülemez, gidişatın müdahale edilemez olduğunun altını biçimsel olarak da çizerek aileyi aklıyor olabilir mi? Korkularımızla beraber yorum da bize ait. Hiçbir şeyin sebebi tek bir şey değil. Hiç kimsenin tek başına suçlu olmadığı yerde hepimiz suçluyuz. Fakat bu bizi felaketlerden kurtarmayacak olsa da her zaman daha iyisini yapabiliriz.
Adolescence, biçiminin sarhoşluğuna kapılmadan midemize oturmayı başarıyor. Sordurduğu sorular ve verdiği yüreğimize su serpmeyen cevaplarla son zamanlarda izlediğimiz en iyi dizilerden.