Can Bonomo hiç şüphesiz 2010 sonrası dönemin en heyecan verici müzisyenlerinden biri. Yabancıların singer/song writer (şarkıcı/şarkı yazarı) olarak nitelediği, yani kendi şarkılarını kendi yazan bir sanatçı. Şairlik yönü sayesinde hem şarkı sözleri hem de kendine has müzikal sound’uyla çağdaşlarının arasında hemen sivrildi, kısa sürede popülerleşti hem de tarzından hiç taviz vermeden. İlk albümü Meczup 2001’de yayınlandı ve kısa bir süre sonra Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi “Love Me Back” adlı şarkısıyla temsil etti (meraklısına not: Can Bonomo o yarışmada yedinci oldu). İlk şiir kitabı Delirmek Belirmektir’i ustam dediği şair küçük İskender’in desteğiyle yayımladı ve o yolda üretmeye devam etti. Müzik ve şiir çalışmalarının yanı sıra 2015’ten beri resimle de ilgilenen ve sergiler açan Bonomo, tam anlamıyla çok yönlü bir sanatçı. 2024’ün son haftalarında okurla buluşan Ateşli Silahlar ve Bilardo’yla yaratıcı çalışmalarına romancılığı da ekleyen sanatçıyla 2020’lerin Türkiye’sinde “köşeyi dönmeye” çalışan genç bir adamın macerasını anlattığı ilk romanını konuştuk.
EMRAH KOLUKISA: Şair ve müzisyen olarak, hatta ressam olarak biliyoruz sizi, peki roman yazmak fikri var mıydı aklınızda?
CAN BONOMO: Bilgi Üniversitesi’nde Sinema okuduktan sonra senaryo ve hikâye anlatımıyla olan bağımı hiç koparmadım. Kendi işlerimi yazmasam bile yıllar içerisinde birçok hikâyede hem gözüm hem de kalemim oldu. Anlatmaya değer bir hikâye bulunca bu hikâyenin formuna karar vermem gerekti. Bir gün bir senaryo yazacağımı çok iyi biliyordum ama kendimi rahatsız hissedeceğim, beni daha çok zorlayacağını düşündüğüm bir yönde ilerlemek istedim.
Roman yazmak ciddi bir disiplin gerektirir. Nasıl vakit bulup da yazdınız, nelerden/kimlerden vakit çalmanız gerekti?
Aslında hiçbir şeyden kısmam gerekmedi. Ben tüm tasarılarıma aynı gözle bakıyorum. Bir derdim, bir hikâyem varsa onu en güzel şekilde ifade edebileceğim türe karar veriyorum, o kadar. İşin türü, çalışma disiplinime ya da düzenime etki etmiyor. Bugün müzik yapmam gerekiyor, bugün şiir yazmam gerekiyor diye oturmuyorum masanın başına. Hangisi bana keyif veriyorsa, hangisi beni daha çok heyecanlandırıyorsa elim zaten ona gidiyor. Aşağı yukarı 9.00-18.00 çalışan bir insan olunca da zamanla alakalı kaygı yaşamıyorsunuz.
Karakterler gerçek ve geçirgen olduğu zaman her devre ve döneme uyarlanabiliyor.
Roman yazmanın zorlukları nelerdi, sevdiniz mi yazarlığın bu türünü? Devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Zorluk yaşamadım, çok eğlendim yazarken. Bilakis, bittiği zaman üzüldüm. Kitabın hikâyesini kurmam yaklaşık altı ayımı aldı. Altı ayda da yazıp bitirdim. Harika bir seneydi. Kitabı yayınevine teslim ettikten sonra basılmasını ve insanların okumasını beklemek zordu. Finansla ilgili birçok şey öğrenmem, birçok araştırma yapmam gerekti. Nihayetinde bir dolandırıcılık hikâyesi söz konusuydu ve teknik olarak pek vâkıf olmadığım birçok konu ihtiva ediyordu. Oturup onları öğrenmek bile çok keyifliydi.
Sanat insanın kendini ifade etmesinin en zevkli ama belki en meşakkatli yolu. Müzik, şiir, resim, yazarlık derken, bu denli farklı disiplinlerde kendinizi ifade etmek nasıl bir şey? Hangi sanat (ya da disiplin) hangi yönlerinizi ya da duygularınızı ifade etmenizde işe yarıyor, bir ayrım yapabiliyor musunuz?
Zannediyorum bir yerden sonra zihniniz bu ayrımı istemsizce ve otomatik olarak yapmaya başlıyor. Üretmek bana muazzam keyif veren bir şey. Ne yapıyorsam büyük bir tutkuyla ve samimiyetimi korumaya özen göstererek yapıyorum. Benim için masanın başına oturmak önemli.
Bu açıdan bir günü ya da bir haftayı nasıl yaşıyorsunuz? Hayatınızdaki bu bölümleri nasıl planlıyorsunuz?
Hafta içi icabet etmem gereken bir etkinlik yoksa, konserlerimiz de zaten sıklıkla hafta sonları olur, ofisimde çalışırım. Öğle aralarımda oğlumla vakit geçiriyorum. O da çalıştığım yeri çok seviyor. Çok oyuncaklı geliyor ona. Akşamüstü olmadan işimi bitirip eve gidiyorum ve ailemle vakit geçiriyorum. Dönem dönem aileme daha fazla vakit ayırıyorum. Yaptığım işin böyle bir esnekliği olması hoşuma gidiyor. Dört-beş saatin üzerinde çalıştığım zaman yaptığım işten verim alamıyorum. Kafam çalışmamaya başlıyor. Dolayısıyla ofiste geçirdiğim sürenin bir kısmını üretime, bir kısmını da gündelik işlere ayırıyorum. Her gün mutlaka spor yapıyorum, aksi halde kafam yine çalışmıyor. Özetle, kafam aslında pek çalışmıyor. Çalıştırabilmek için de çok çalışmam gerekiyor.

Müzisyen, şair ve ressam olan Bonomo, çok yönlü bir sanatçı. Can Bonomo, Türkiye'yi 2013'te Eurovision Şarkı Yarışması'nda "Love Me Back" şarkısıyla temsil etmişti.
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Romanda Necip Fazlı’nın peşine takılıp sürükleniyoruz… Nasıl biri sizce Necip? Döneminin adamı mı, yoksa her devrin adamı mı? Bir kaybedenmi, yoksa isyankâr mı? Kimler var içinde, nerelerden topladınız, nasıl yoğurdunuz onu?
Necip standart bir adam. Herkesin içinde biraz Necip var, Necip’in içinde de herkesten biraz var. Dolayısıyla hikâyenin Necip karakteri özelinde kurduğum yolculuğunda Necip’i bir kaybeden olarak da isyankâr olarak da mağdur olarak da zalim olarak da görebiliyoruz. Kendi hayat hikâyelerimizde olduğu gibi. Karakterler gerçek ve geçirgen olduğu zaman her devre ve döneme uyarlanabiliyor. Necip bu zamanda İstanbul’da yaşadığı için Necip. 1600’lerin İspanya’sında yaşasaydı Don Quijote olurdu. 14. yüzyılda İngiltere’de Robin Hood, 1800’lerin Fransa’sında Edmond Dantès (Monte Cristo kontu, hatta kitapta da ufak bir referansı var). Bunların hepsi özünde aynı insan. Hepimiz aynı insanız çünkü. Yaşadığımız coğrafya, kronoloji, başımıza gelen hadiseler ve bu hadiseler karşısında geliştirdiğimiz bakış açıları farklı sadece.
Hikâyenin Necip karakteri özelinde kurduğum yolculuğunda Necip’i bir kaybeden olarak da isyankâr olarak da mağdur olarak da zalim olarak da görebiliyoruz. Kendi hayat hikâyelerimizde olduğu gibi.
Romanda Necip’in uyumaya çalıştığı bir an var… Orada “İki tip insan yaşıyordu bu şehirde. Uyuyanlar ve uyumayanlar,” diyorsunuz. Siz uyuyabilenlerden misiniz peki ve yanıtınız “hayır” ise sizi uyanık tutan sebepler neler?
Dönem dönem uyuyabilen insan oluyorum. Çok kısa sürüyor. Dönem dönem uyuyamayan insan oluyorum, o da çok kısa sürüyor. Beynimiz sürekli bir hareket halinde ve modern dünya kendimizi yatıştırmamıza, nefesimizi dinlememize pek imkân tanımıyor. Bu imkânları kişinin kendi imkânları dahilinde yaratması gerekiyor. Bizi stimüle eden çok fazla medium var. Sabahtan akşama kadar mavi ekranlara bakıyoruz. Ben de kâğıtla, kalemle çalışan bir insan değilim. Benim de günümün büyük bir kısmı bilgisayarın karşısında geçiyor. Etrafınızdaki uyarıcılara, manasız isteklere, yanlış hedeflere, sahte hayatlara kolunuzu kaptırdığınız zaman siz de bu modern manyaklığın bir dişlisi haline geliyorsunuz. Buradan dışarı çıkmak mümkün değil. Çağ böyle çünkü. Ama ara sıra mola alabilir ve bu çılgınlığa dışarıdan bakarak ne kadar beyhude olduğunu fark edebilirsiniz. İnsanlar bunu pek sık yapmıyorlar.
Romanda bir Macbeth alıntısı dikkat çekiyor. Neden özellikle Macbeth? Nasıl bir paralellik kuruyorsunuz Macbeth ile romanınız ya da karakterleriniz arasında?
İkisi de büyük hırslar ve arzular peşinde koşan karakterler. Necip, kendi içsel çatışmaları ve etrafındaki olaylarla boğuşurken, Macbeth de benzer şekilde iktidar hırsıyla hareket ederek bunun getirdiği ahlaki çöküşle karşı karşıya kalıyor. Her ikisi de öykünün sonunda seçimlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalıyorlar. Az önce söylediğim gibi, adamların hepsi yaradılış olarak aynılar. Başlarına gelen hadiseler ve bu hadiseler hasebiyle geliştirdikleri bakış açıları ve karakterleri farklı. Macbeth, bu açıdan birçok sinema filmi ve romana esin kaynağı olmuştur. Günümüz hikâyeciliğinde Macbeth’i bulmak çok zor değil.
Ciddi bir ekonomi bilginiz var gibi duruyor, çok araştırma yaptınız sanıyorum. Yatırım tavsiyesi veriyor musunuz bilmiyorum ama nasıl bir araştırma yaptınız bu konuyla ilgili ve Bitcoin alanında aktif misiniz?
Romanın hikâyesini kurduğum altı ay içerisinde finans alanında çok fazla okuma yaptım. Önceden vâkıf olduğum konular vardı fakat hikâyeyi sağlamlaştırmak için epey detaya inmem gerekti. Finans bilen insanların kitabı okuyup da, “O iş öyle olmaz,” demesini istemedim. Bu durum onları hikâyeden uzaklaştırırdı. Kendi okumalarımın yanı sıra bu işin ehli profesyonellerden danışmanlık aldım. Bazen gecenin bir vakti insanları arayıp sorular sormam gerekti. Günün sonunda hayatım boyunca muhtemelen ihtiyaç duymayacağım, hiç de fena olmayan bir finans bilgim olmuş oldu ama bu işi bilen insanlarla tanışmak, onlarla sohbet etmek, araştırmak ve öğrenmek oldukça keyifliydi.
Romana küçük İskender de sızmış, hem ilk sayfadaki ithafta hem de karakterlerden biri olarak, Derman Över adıyla… Nasıl bir dostluktu sizinki, onun dostu ve çırağı olmak neler kattı size?
Dostluktan ziyade usta, çırak ilişkimiz oldu bizim. Ben onun işlerini yoluna koyması için bana verdiği görevleri yaptım. O da benim iyi bir yazar olabilmem için elinden geleni. Hayatının sonlarına yaklaştığı zaman ilişkimiz daha dostane bir hal aldı. Bir anlamda bizim dost olabilmemiz için ustamın şiiri bırakması gerekti. En son baş başa rakı içmemiz, ilk baş başa rakı içmemizdi. En son rakısını da benimle içti, ne mutlu bana. Devri daim olsun.
Etrafınızdaki uyarıcılara, manasız isteklere, yanlış hedeflere, sahte hayatlara kolunuzu kaptırdığınız zaman siz de bu modern manyaklığın bir dişlisi haline geliyorsunuz.
İkinci Yeni şiir akımının ciddi bir tutkunu olduğunuzu biliyoruz. Hangi şairler özellikle sizin “ustam” dediğiniz şairlerdir?
Maalesef dönemsel olarak hiçbiriyle konuşacak, tanışacak şansı yakalayamadım. Dolayısıyla tek ustam İskender oldu. İlhan Berk’i, Cemal Süreya’yı, Turgut Uyar’ı, Edip Cansever’i çok sevdim. İlhan Berk gibi yazmaya çalıştığım, Nilgün Marmara’yla tanışacak olsam ona neler diyeceğimi düşündüğüm dönemler oldu. Sennur Sezer’le, Haydar Ergülen’le tanışıp Varlık dönemi hikâyelerini dinleme fırsatı buldum. Çok seviyorum şiiri. Muazzam bir saygı duyuyorum şairlerimize karşı.
Tabii anneniz de yine adıyla yer almış, Güneş karakterinde… Nasıl anımsıyorsunuz onu, sizin hayatınızdaki yeri nasıldır?
Güneş benim annem. Bir erkeğin hayatında en belirleyici rolü oynayan, en değerli, en tekrar eden karakterdir anne. Çok neşeli, sevgi dolu ve çok yetenekli bir kadındı. İyi bir anne olmaya çalıştı. Genele vurulacak olursa çoğu kez, çoğu kararında da bunu başardı. Onu çok özlüyorum ve çok seviyorum.
Resim yapmak dışında sanatla aranız nasıl, sergilere, dünyadaki ve Türkiye’deki sanat fuarlarına gider misiniz ve koleksiyon yapar mısınız?
Sanatla aram dediğiniz anlamda pek iyi değil. Eşim çok ilgileniyor, çok seviyor modern sanatı. Ben boş vakitlerimde kitap okumayı tercih ediyorum.