Londra ve Paris sanat piyasalarının dinamiklerine ilişkin tartışmalar son aylarda ve özellikle Frieze London ve Art Basel Paris’in düzenlendiği son haftalarda yoğunlaştı. Avrupa piyasasını on yıllardır Londra domine ediyordu. Peki şimdi, kısmen Brexit ve Birleşik Krallık’taki daha olumsuz vergi ortamı nedeniyle durum Paris lehine dönüyor olabilir mi? Herkesin görüşlerini paylaşmasına olanak tanıyan bu iki taraflı tartışmanın cazibesini anlamak güç değil. Ama verilerin analizi bizi farklı bir sonuca götürüyor: Londra ile Paris arasındaki rekabet temelde üç nedenle, büyük oranda yapmacık bir çekişme veya bir başka deyişle “yapay bir tartışma”.
Paris ilerleme kaydetse de, lider hâlâ Londra
Ekonomist Clare McAndrew’nun TEFAF (The European Fine Art Foundation [Avrupa Güzel Sanatlar Fuarı]) ve Art Basel için hazırladığı yıllık sanat piyasası raporlarındaki veriler, Birleşik Krallık’ın küresel sanat piyasasındaki payının azaldığını doğruluyor. Ülkenin 2016-2020 arasında yüzde 21 olan payı, 2021-2023 arasında yüzde 17’ye düşerken, Fransa’nın payı hafif artarak yüzde 7’den yüzde 8’e yükseldi. Bu trendin nedeni, Londra’da Avrupa Birliği ülkelerinden gelen eserlerin satışını zorlaştıran Brexit’in etkisi olabilir. Birçok uluslararası galeri genellikle Londra’daki mekânlarına ek olarak Paris’te de şube açarken, bir başka önemli gelişme de Art Basel’ın Grand Palais’de düzenlenmesi oldu.
Aslında Birleşik Krallık’ın pazar payındaki erozyon Brexit’ten çok önce, 2000’lerin ortasında başladı. Dahası, piyasa merkezlerinin hiyerarşisinde, Çin’in Birleşik Krallık’ı geride bıraktığı 2007-2010 arasında olduğu gibi radikal bir değişim de yaşanmadı. İşlem değeri açısından Avrupa’nın başat piyasası hâlâ Londra.
En pahalı modern veya çağdaş eserler Londra’daki müzayedelerde satılmaya devam ediyor. Haziran 2023’te bir Gustav Klimt tablosu Londra’da 85,3 milyon sterline alıcı bulurken, öncesinde Francis Bacon üçlemeleri 2020’de 84,6 milyon dolar ve 2022’de 40,6 milyon sterlin, René Magritte tablosu 2022’de 59,4 milyon sterlin ve Roy Lichtenstein tablosu 2020’de 46,2 milyon dolara satılmıştı. Londra özellikle 5 milyon veya 10 milyon doların üzerindeki eserler olmak üzere yüksek değerli işlemler için uluslararası platform olarak itibarını koruyor.
Avrupa için kazananı olmayan bir oyun
Doğrusu, asıl sorun Londra ile Paris arasındaki rekabetten ziyade, Amerika’nın piyasa hâkimiyeti ve Asya’nın yükselişi karşısında Avrupa’daki tüm merkezlerin gerilemesi. Son 10 yılda sanat piyasasındaki payın yüzde 40-45’ini ABD alırken, Çin’in 2004’te yüzde 5 olan payı da 10 yıl içinde yüzde 20’ye yükseldi. Buna karşın, Londra ve Paris’teki müzayede satışlarının toplam payı 2019’dan bu yana azalarak dünya genelindeki satışların yüzde 24’ünden yüzde 21’ine düştü. Christie’s’in Londra ve Paris’teki empresyonist, modern ve çağdaş sanat müzayedeleri şu anda küresel yıllık satışların yalnızca yaklaşık yüzde 25’ini oluşturuyor; oysa bu oran 10 yıl önce yüzde 35-40 arasındaydı.
Rakip olmak yerine birbirini tamamlamak
Aslında gerçek bir rekabetin söz konusu olduğu modern sanat gibi belirli kategoriler dışında, iki şehir de kendi güçlü yönlerini koruyor. Londra Eski Ustalar (Fransız resim sanatı hariç), empresyonizm, antik eserler, İslam sanatı ve modern ve çağdaş Arap sanatı açısından hâlâ çok önemli bir merkez. Diğer yandan Paris de, Afrika ve Okyanusya sanatında dünya başkenti olmanın yanı sıra Eski Ustaların eskizleri, Asya sanatı ve tasarımı açısından Avrupa’yı domine ediyor. Paris’te dekoratif sanat alanında prestijli koleksiyonların satışı katlanarak arttı; bunun örneklerinden biri de Hubert de Givenchy Koleksiyonu’nun 2022’de yapılan satışıydı.
İki şehrin de kendine özgü güçlü yönleri var. Birini diğerine tercih eden koleksiyoncu veya sanatsever sayısıysa çok az.
Guillaume Cerutti, İcra Kurulu başkanı, Christie’s
Brexit’ten sonra az sayıda alanda bir şehirden diğerine göç görüldü. Örneğin Christie’s’te yalnızca İtalyan çağdaş sanat eserlerinin yıllık satışı Paris’e taşındı; bunun nedeni de, çoğu eserin İtalya’dan gelmesi ve bu eserler Londra’da satıldığında ihracat bürokrasisinin ve İtalya’daki alıcılar için ithalat KDV’sinin devreye girmesi; oysa Paris’teki satışlarda böyle bir uygulama yok.
İki şehrin de kendine özgü güçlü yönleri var. Birini diğerine tercih eden koleksiyoncu veya sanatsever sayısıysa çok az. Bu yıl Frieze’in ardından Art Basel Paris’in de başarıyla sonuçlanması bir noktanın altını çiziyor: İki fuar da rekabet etmek yerine birbirini tamamlayan sunumlarıyla tüm dünyadan koleksiyoncular ve sanatseverlerin ilgisini çekmeyi başardı.
Bu durum önümüzdeki birkaç yılda da muhtemelen değişmeyecek. Bir şehrin diğerini tamamen gölgede bırakması için özellikle vergilendirme açısından ortamın değişmesi gerekir. Ancak Fransa ve Birleşik Krallık’ta halihazırda uygulanan mali kısıtlamalar nedeniyle, sanat piyasasına yönelik doğrudan veya dolaylı vergilerin azalma ihtimali düşük görünüyor. Bu açıdan, giderek sertleşen uluslararası rekabetle daha iyi mücadele edebilmek için işbirliğini pekiştirmek ve iki şehrin güçlü yönlerinden yararlanarak avantaj sağlamak piyasadaki oyuncular için daha akıllıca bir yaklaşım olacaktır. Christie’s’te biz bu politikayı kararlılıkla uyguluyor ve Londra ve Paris’teki ekiplerimizin yakın işbirliği halinde çalışmasını sağlıyoruz.