Havadan Sudan, sanatçının son dönemde ürettiği tuval üzerine akrilik ve pastan oluşan büyük ölçekli yapıtları ile onlarla ilişki içindeki geçmiş dönem eserlerini bir araya getiriyor. Havayla ilişkimizin tabiatına dair farkındalığımızın arttığı pandemi dönemini takip eden sergi, bu ilişkinin hayati olduğu kadar acıtan, uçucu olduğu kadar çürüten taraflarına da dokunuyor.
Canan Tolon, üretiminde dış dünyanın gerçekliğini kucaklamanın kendine has yöntemlerini deneysel süreçlerle keşfeden bir sanatçı. Yapıtlarını insan gözüne rastlantısal ve kontrol dışı gibi görünecek doğal süreçlerle, bu doğal şartların işlemesine izin verecek bir bekleme pratiğiyle örüyor. Sanatçının sergide yer alan kompozisyonları, tuval üzerine bırakılan metalde, suyun ve havanın işlediği pas lekeleriyle şekilleniyor.
Tolon’un işlerinde “sanatçı” neredeyse doğanın akıştaki unsurlarından biri haline geliyor. Bu anlamda bir ekip çalışması olarak tasavvur edilebilecek üretiminde sanatçı, yönetmenini kolayca tayin edememekle nihayet barışabileceğimiz bir performansın oyuncularından biri olarak konumlanıyor.
Sanatçının doğal süreçlerle bu iç içe üretiminde kendine has bir dinamizm devreye giriyor. Bu hareket ve aktif bekleme hali, eserlerinde kendi ayakları üzerinde durabilen, sanatçısından bağımsızlığını kanıtlayabilmiş bir varoluşu görünür kılıyor. Bu durum Tolon’un sanatı deneyimleme anlayışını da ortaya koyuyor. Mimarlık geçmişi olan sanatçı, işleri için bitmiş bir mimariyi akla getiren ifadelerdense “inşa” kavramını kullanıyor. Sürecin ve hareketin devamlılığına işaret eden bu kelime, izleyiciyi yapıtlarında tamamlanmamışlığın, hasarın, çürüğün, küfün, pasın ve yıkımın izlerini sürmeye davet ediyor.
İşlerinde hareket kavramı, kararlı bir durma ve bekleme eylemini de içinde barındırıyor. Arter’in yayımladığı Canan Tolon: Hasar kitabında sanatçının “Hasar” işinden bahsederken Erdem Ceylan’ın sözünü ettiği gibi Tolon’un “konvansiyonel sanatın temsil etme misyonundan uzaklaşarak ve/ya bu misyonu yaşamın/kaderin cilvelerine bırakarak yalnızca olup biteni göz önüne getirmeye soyunduğu, ötesine karışmamak için geriye çekildiği” zaman zaman görünür hale geliyor. Sanat eserinin farklı zihinlerde aktarılarak devamlılığını sağlayan bu duruş, Tolon’un işlerinde sıkça kendini hatırlatıyor.
Havadan Sudan için hazırlanan katalogda Kevser Güler, zemin eserili tuvallerle ve zaman zaman tekerlekli sandalyesiyle çalışan sanatçının sürecine dair şunları aktarıyor: “Tolon’un resimlerini yaptığı tüm süreç boyunca yatay olarak kullandığı tuval bezi bir arazi gibi serilidir. Sanatçı bir araziymiş gibi resmin üstünde ve içinde üretimini sürdürür. Katlayıp üstüne metal plakalar, çimlenecek tohumlar yerleştirmesinin ardından suya, güneşe maruz bıraktığı bu resimler, arazi sanatının büyük jestleri ve şiddetli mekânsal müdahalelerinin aksine, doğal süreçlerin anıtsal olmayan, görkemsiz ve minimal etkilerini dikkate almaya davet eder.”
Canan Tolon’un doğal süreçle yaptığı ev arkadaşlığının yanı sıra malzemesinin kendisiyle aldığı bu konum da Havadan Sudan’da özel bir ilişki olarak öne çıkıyor. Sergideki kimi işlerde sanatçının bedensel hareketini ortaya koyan tekerlek izleri görünür oluyor. Bu yataylığın ardından duvarda yerini alanlar, izleyici için olması gereken yere asılmış gibi görünseler de sanatçının zihninde bir vertigo etkisi yaratıyor. Sanatçı ve izleyici arasındaki bu bakış farkına rağmen Tolon, yapıtların “içinde” gezinmenin nasıl bir duyguya benzediğini izleyiciye aktarmayı ihmal etmiyor: Pasın, havanın ve nemin artık hemen hemen sabitlendiği büyük ölçekli işlere bakarken izleyici, sanatçının deyimiyle bir görsel yankı içerisinde, tuvalin yüzeyinde kendi yansımasını görmeye yaklaşıyor.
O, izleyicinin aynaya bakınca neyi görüp neyi görmeyeceği sorusuyla yakından ilgilenen bir sanatçı. Tolon’un daha önce Arter’de sergilenen “Tedbir”ve “Hasar”işleri, gözümüzün önündekini görmeme şaşırtmacasına ayağımızın takıldığı yapıtlarından. Bir bina içinde yarım bırakılmış inşaat gibi uzanan ve içine girilebilen “Tedbir”ve bir sergiye ait olmaktansa yerde unutulmuş gibi bekleyen, dolayısıyla izleyicide bir görevli çağırma isteği uyandıran “Hasar”: Canan Tolon’un sürecin tekinsizliği ve onun karşı koyulamaz davetleri hakkında geliştirdiği özgün bakış açısı, bu iki yapıtta en eşsiz haliyle izleyiciyle paylaşılıyor.
Havadan Sudan, gözümüzün önündeki asıl meseleyi kaçırmaya veya görmezden gelmeye dair alışkanlıklarımızı akla getiren bir isimle izleyiciye sunuluyor. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramını hatırlatan sanatçı, “Son derece endişe verici iklim krizi de dahil olmak üzere bugünlerde endişelenecek pek çok şey varken ‘havadan sudan’ konuşmaların o kadar da masum, saçma ve boş sözlerden ibaret” olmadığını söylüyor.
Sanatçının hava ve suyla bu denli iç içe ilerleyen üretimi, doğayla ilişkimizi düşündürmesinin yanı sıra bizi eylemsizliğe düşüren “havadan sudan” konuşma ritüellerimizin paslandırdıklarıyla göz göze gelmeye davet ediyor. İstanbul Modern’deki 2019 tarihli kişisel sergisi Sen Söyle’nin kataloğu için Evrim Altuğ’la söyleşisinde, sanatçı pratiğini,“Benim amacım bu izleri tuvale aktarmak ve yaşamlarının en verimli hallerinde yakalayıp mühürlemek, mücadelelerini göz önüne sermek. Bahsettiğim malzemelerin her birinin kendi içinde bir gücü var ve bu, birbiriyle bir itiş kakış içinde bulundukları ortam öylesine şiddetli ki, bu direniş derin izler bırakıyor tuvalde. Bu varoluşu sürdürme gücü ve bozuluşa direnç tanıklıkları beni hep cezbetmiştir. İnsanlık doğal çevreyi sömürüp tüketmek ve yıkmakla fazlaca meşgulken çoğu zaman göz ardı edilen bu sessiz döngü beni derinden etkiler,” diye ifade ediyor.
İnsanı doğanın karşısına/dışına/ötesine konumlandıran manzara anlayışının aksine doğayı kendi pratiğinin tam da ortasına yerleştiren Canan Tolon, Kevser Güler’in deyişiyle, “Doğayı romantik, nostaljik veya dramatik betimlemelerinden kaçınıp çağdaş bilme, bakma ve ilişki kurma biçimlerini dikkate alarak imgelemeyi öneriyor.” Serginin yayınında Berin Gölönü’nün de ifade ettiği gibi, “Sanatçının tuvalleri, organik formlara gönderme yapmakla yetinmiyor, aynı zamanda organik dönüşümlerin gerçek sahası ve malzemelerine dönüşüyor.”
“Havayı neredeyse ısıracak hale geldik,” diyor Canan Tolon biz maskelerden söz ederken. Maskeleri artık çıkarmayı kabul ettiğimiz süreçte, havadaki kirliliği her zamankinden daha çok farkına vardığımızı konuşuyoruz. Vazgeçtiğimiz şeyin kıymetini ise ancak biri bize bir kez daha maske taktırmaya kalktığında anlıyoruz.
Sanatçının pasla örülü işleri, havalar, konuşmalar ve maskeler aklıma Cormac McCarthy’nin küllerle kaplı post apokaliptik romanını getiriyor. Sevin Okyay’ın Türkçeye kazandırdığı Yol, sekiz-on yaşlarındaki oğluyla birlikte, yanıp kül olmuş doğanın içinde ilerlemeye çalışan bir babanın yolculuğunu ve her şeye rağmen aksatmadıkları kısa-hayati diyaloglarını anlatıyor. “Oğlan birkaç boya kalemi buldu ve yüz maskesine uzun ve sivri dişler çizdi, o ise şikâyet etmeksizin yorgun argın yürüdü,” diye tarif ediyor maskelerin ölümden koruduğu bu iki kahramanı yazar ve şöyle devam ediyor: “Her şeyin yanıp kül olduğu yerde ateş yakılamazdı ve geceler o zamana kadar rastladıklarından hem daha uzun hem de daha karanlık ve soğuktu.”
Soluduğumuz havaya dair güncel farkındalığımızın kaçınılmaz biçimde akla getirdiği yeni çağrışımlar da mevcut: Paylaşılan hava, kirli hava, zehirli hava, havalandırılan odalar, kapalı kalmak, maskeyle korunmak, maskeyi açmak, yeniden kapanmak, bir hava almaya çıkmak, açık havada konuşmak, aynı masada karşılıklı oturmak, risk almak, temasta olmak, hapsolmak, bunalmak, ötekini riske atmak, bulaştırmak. “Konuşabilme” pratiğimizle bu kadar ayrılmaz şekilde iç içe geçen havanın, yaşamı döndürdüğü kadar “dur” da diyen yapısı üzerine düşünüyorum. Konuşmanın yaşamı ne kadar döndürdüğü sorusu beraberinde geliyor. Bazen bulaşıcı bir ikinciye bile ihtiyaç olmadan beceriyor hava bunu.En güzel örneği, fazla hızlı nefes alıp verince kanı geçici olarak zehirleyip bedeni kaskatı hale getirecek oksijenin aracılık ettiği panik ataklar.
Havanın kendisi bedene dur diyor ve panik ataklar bekleyince geçiyor. Bu aktif bekleme eylemi Canan Tolon’un üretiminde pasın oluşumunda da öne çıkıyor. Beklemenin incelikleri konusunda ustalaşmış sanatçının üretimiyle ilgili Berin Gölönü, “Kendi çalışma sürecinin kontrolünü bırakma arzusu, insanın fethetme ve tüketme dürtüsünün altında yatan kibrin bir reddi olarak da okunabilir,” diyor. Zarar görmüş eserlerinden oluşan “Hasar”da yapıtın kendisi haline getirdiği dış dünyanın ağır ağır işleyen koşullarını sanatçı, Havadan Sudan sergisiyle artık iyice çerçeveye alıyor.
Milan Kundera yürüyen bir insanın bir şeyi hatırlamaya çalıştığında yavaşladığından, unutmak istediğinde ise hızlandığından söz eder. Canan Tolon’un malzemesinin kendi hızına uyumlanarak, beklemeyle ördüğü işleri, geçmişte kalması bir seçenek olmadığı halde hatırlamakta bile zorlandığımız bir anıyı geri getirmek için çabalıyor. Sanatçı bu sergiyle hızı baş döndüren bir uzaktan-temas çağında havadan sudan konuşurken paslanmış bilgiyi yeniden diyaloğun kalbine oturtmaya davet ediyor.