Gencay 1957 yılında Ankara’da Sanat Sevenler Derneği’nde ilk kişisel sergisini açtığında, Anakara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde klasik arkeoloji ve Yunan arkeolojisi derslerini aldığı Prof. Dr. Ekrem Akurgal sergiden bir resim satın almıştı. Sonra bir gün, Gencay’a geniş ufukları olan biri olduğunu, yurtdışına gitmesi gerektiğini, birçok şeyi aşmak için oraları muhakkak görmesi gerektiğini söylemiş, onu burs alması için yönlendirmişti. Gencay 1959 yılında bir yıllık bursla İtalya’ya gitti, Floransa Akademisi’nde Collaccki Atölyesi’de çalıştı. Neredeyse yedi yıla yakın süreyi İtalya’da sanat ortamıyla doğrudan ilişkili geçirdi. Roma ve Venedik’te açtığı kişisel sergilerin yanı sıra 1960 ile 1966 yılları arasında pek çok karma sergiye katıldı. Sanat Eleştirmenleri Kongresi’ne iki yıl üst üste Türk delegesi olarak davet edilmesi, sanatsal faaliyetlerinin niteliği hakkında çok şey söylüyor. 2017 yılında Mersin’deki atölyesinde konuştuğumuzda, bana İtalya’da çalıştığı galerilerin o dönemde dünyanın en saygın galerilerinden olduklarını anlatmıştı; onun bir kadın sanatçı olarak bu bağlantıları kurabilmesine Abidin Dino’nun ne kadar şaşırdığından bahsederken, muzip bir kıvanç parıltısı gözlerinde yanıp sönüyordu.
1966 yılında Türkiye’ye dönmek üzereyken, Roma’da Il Segno Galerisi’nde açılacak olan ZEROAvant-Garde grubunun sergisine davet edilmişti. Gencay’ın ZERO ağının İtalya’daki önemli temsilcilerinden Lucio Fontana’yla irtibatta olduğu biliniyor, 1960’lı yıllarda ZERO: Avant-Garde sergisinden önceki yıllarda Fontana, Frankini, Abe, Mira Brtka, Alfonzo Letto, Enrico Castellani ve Dadamaino’yla sergilerde çekilmiş fotoğrafları kişisel albümünde yer alıyor. Albümde yer alan Forma 1 grubu sanatçılarından Pietro Consagra’nın atölyesinde çekilmiş bir fotoğraf, sanatçının yalnızca ZERO sanatçılarıyla değil, İtalya’da faal olan sanatçılar ve sanatçı gruplarıyla etkileşim halinde olduğunu gösteriyor. Yine dönemin ünlü sanat hamisi İtalyan galerici, koleksiyoner ve yayıncı Carlo Cardazzo’yla 1962 tarihli bir fotoğrafta yemek masasında oldukları görülüyor. Gencay, aynı yıl Cardazzo’nun Venedik’teki Il Cavallino Galerisi’nde kişisel sergilerinden birini açmıştı.
Gencay Kasapçı’nın sanat yaşamı boyunca tutarlı bir biçimde sürdürdüğü estetik kurgular İtalya yıllarında, tüm bu ilişkiler ağının içinde şekillenmiştir. Döndüğünde sanatsal dilinin Türkiye’deki çağdaş sanat ortamında karşılık bulmaması, hatta eserlerinin Devlet Resim Heykel Sergisi’nden refüze edilmesi, onun İtalya yıllarıyla ilgili biraz içine kapanmasına sebep olmuştur. Roma’da benzer nitelikte sergilere davet edilmiş, 32 İtalyan sanatçıyla beraber Coted’Azur Plastik Sanatlar Festivali’nde İtalyan pavyonunda yer almışken, burada refüze edilmek bir sanatçı olarak ona kendi ülkesinde büyük bir yalnızlık hali hissettirmiş olmalı. Kitaplara, belgesellere, kataloglara ve bizzat kendi ağzından dinlediğimiz söyleşilere rağmen İtalya deneyimi hakkında derinlemesine bilgimiz yoktur. Ben de bu konuda pek istekli konuşmadığına şahit olmuştum; 84 yaşındaydı ve bana, “Bunlar benim gençliğimin maceraları,” demişti ıssız bir neşeyle. Oysa geride bırakılmış bir şey yoktu; farklı disiplinlerde ve mekânsal bağlamlarda yaşamı boyunca inşa ettiği bir estetik bütünlük atölyesini dolduruyordu.
Gencay’ın 1966’daki ZERO: Avant-Garde sergisine iki eseriyle katılması onu sanat tarihimizde çok önemli bir yere yerleştirdi ancak sergi kataloğunda adı “Gengay” yazılmıştı. Bu yazım hatası kadın sanatçıların tarihe geçmesiyle ilgili asap bozucu olsa da 84 yaşındayken onu güldürüyordu. 1960’lı yıllarda OttoPiene, HeinzMack, Günther Uecker, Yves Klein, LucioFontana ve Piero Manzoni’yle birlikte pek çok sanatçı ZERO anlayışı etrafında faaliyet göstermeye başlamıştı. Felsefeye derin ilgileri olmakla birlikte güçlü bir siyasal, sosyal ve kültürel manifestoları yoktu. İkinci Dünya Savaşı sonrası güçten ve güçlü anlatılardan neden kaçındıklarını anlamak zor olmasa gerek. Savaş sonrası yaşanan yaygın karamsarlığa son vermek istiyorlardı. Doğa ve teknoloji odağında her şeye sıfırdan başlanabileceğini düşünen, tuvallerle sınırlı kalmayan, hareket ve ışıkla sanat izleyicisini seyirden çok katılım deneyimine çağıran bir sanat arayışındaydılar. ZERO sanatçıları doğa ve teknolojiyi farklı teknik ve malzemeler aracılığıyla yeni biçimlerle bir araya getirirken disiplinlerarası etkileşime, farklı akımlarla işbirliğine açıklardı. Topluma umut ve yaratıcılık öneren, esnek ve yeniliklere açık bir düşünme sisteminin içinden, bilim ile teknolojinin geleceğine dair umutları paylaşıyorlardı. Biçem olarak ışık, yapı, devinim ve titreşim kavramlarının etrafında dönen sanatçılar üretken bir etkileşim halindeydiler. Farklı disiplinlerden ZERO eserlerinde küçük formların birleşerek oluşturduğu bütüncül formların yarattığı titreşimler ortak bir dil oluşturuyordu. HeinzMack’e göre devinimi olan titreşim halindeki görüntüler, yarattıkları sonsuzluk hissiyle huzursuzluğun huzurunu yaşıyordu. ZERO sanatçıları endüstriyel ürünleri malzeme repertuvarına sokmuş, özellikle enstalasyon ve heykellerinde makineleri kullanmışlardır. Sanat nesneleri ve izleyicileri arasında fiziksel etkileşimler yaratan, mekânsal bağlamla ilişkiler kuran eserler kurgulamışlardır.
Gencay’ın 1960’lı yıllardaki optik/geometrik soyut eserleri ZERO anlatısı içinde adeta yuvalanır. Bir tür bakla kullanarak yaptığı resimler, o yıllarda tipik bir ZERO sanatçısı mantığıyla çalıştığının göstergesidir. Birim tekrarının oluşturduğu geometrik düzenlemelerin açık kompozisyonlar halinde üremesiyle oluşan resimleri malzeme seçimiyle de ZERO manifestosunun doğaya atıflarına bağlanır. Bakla formunun mozaiği andıran bir araya getirilişinden Bizans esintileri duyanlar, tuval formunu aşan geometrik dizilimlerin tekrarlarıyla oluşturduğu daireler, kemerler ve şeritler aracılığıyla Selçuklu ve Osmanlı formlarıyla bağlantı kuranlar olmuştur. Evet, onun kültürel miras bilgisi malumdur fakat bu kritik arayışlar Gencay’ı kültürler arası bir diyalog öznesi haline getirme özlemiyle yapılıyorsa da çok ikna edici olmamıştır. Türkiye’ye döndükten sonraki yıllarda sanatçının eserleri, pentür geleneğine bağnazca tutunan eril sanat kürsülerince dekoratif panolar olarak nitelendirilmiş, plastik olarak değersizleştirilmiş, sanat eseri olarak kabul görmemiştir. Öte yandan Gencay Kasapçı, Türkiye’de İtalya’da kullandığı baklaya alternatif bir malzeme aramış durmuş, benzer formları seramikten üretip geniş mimari yüzeyleri döşemiş, nazar boncuklarını kompozisyon birimleri olarak değerlendirdiği eserler, hatta mobilyalar üretmiştir.
Sanatçı kompozisyonlarında nokta formunu kullanmasını yaşamın başlangıcı olan embriyoyla ilişkilendirdiğini pek çok kez ifade etmiştir. ZERO grubuyla biçimsel olarak örtüşen pratiğinin entelektüel temelinde de grubun “varoluşsal başlangıç” fikrinin olduğu anlaşılır. Leonardo Regano 2017 yılında onun sanat pratiğine odaklanan ve İtalya’da Giorgio Bertozzi ile Ferdan Yusufi küratörlüğünde düzenlenen Gencay Kasapçı’nınZERO 1960-2016 sergisine dair yazdığı metinde; sanatçının sanatını güçlü varoluşsal düşüncelerle, sürekli bir doğum, büyüme ve ölüm döngüsü olarak anlaşılan hayata ve insan ile evren arasındaki bağlantılara dair düşüncelerle beslediğini ifade etmiştir. Doğurgan dişil döngülere dair ilgisi tabiat anaya da yönelmiş, ağaçlardan ilhamla yarattığı eserlerinde hareket hep öne çıkmıştır. Gencay’ın kompozisyonlarının geometrik ve organik olmak üzere iki aks vardır ve sanat yaşamı boyunca bu iki yönlü biçemi kullanmıştır. Eserleriyle karşılaşan biri onun çok iyi bir doğa gözlemcisi olduğunu ve doğada geçirdiği zamanlarda, evrenle bütünleşmeye dair uyumun huzurunu iliklerinde duyumsamış olduğunu hemen anlar. Geometrinin Gencay’ın soyutlama yoluyla vardığı bir son nokta olmadığını düşünüyorum. Aksine doğanın karmaşık geometrilerine duyduğu tutku onu optik/geometrik kurguların çeşitlemelerine sürüklemiştir. Sürükleme diyorum çünkü resimlerindeki devinimler baş döndürücüdür. Geometrik ya da lekesel dizilimlerin ya da toplanmaların oluşturduğu dokular strüktürü, döngüsel bir biçimde hareket halindedir ve takip edilmesi oldukça güçtür. Kompozisyonları izleyeni ancak akışına kapılarak algılayabileceği türden bir estetik deneyime davet etmektedir. Yarattığı kümelenmiş kaoslar insanı umutla sarmalar; adeta rehin alır. Uzamın, zamanın, ışığın ve devinimin sonsuz kombinasyon olasılıkları içinden varoluşsal bir sevinç doğar.
Geçtiğimiz ay Ankara’da Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde Gencay’ın sanat yaşamını estetik deneyimler bütünü olarak ele alan bir seçki sanatseverlerle buluştu. Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi açıldığı günden bu yana Ankara’da farklı disiplinlerdeki sanat etkinlikleri için ulusal ve uluslararası işbirliklerine açık bir platform. Türkiye'nin önde gelen kültür kurumları, müzeler, inisiyatifler ve büyükelçiliklerle ortak düzenlediği sergileri kent sakinleriyle buluşturuyor. Sergi programlarında Türkiye’de çağdaş sanat tarihinin önde gelen sanatçıların yanı sıra günümüz güncel sanatçıları da yer alıyor. Sergilere eşlik eden paralel etkinliklerin katılımcı nitelikleri sanatın yorumlaması ve eleştirisi süreçlerini destekliyor.
Döne Otyam’ın direktörlüğünde gerçekleştirilen Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk sergisi sanatçının İtalya ve Türkiye’de yaşadığı dönemlerde yaptığı eserlerinden oluşan; başlangıçlarını, bitişlerini, başa dönüşlerini, gençlik maceralarını, olgunluklarını ve “sonsuzluk hissiyle yarattığı huzursuzluklarının huzuru”nu gözler önüne seren karma bir anlatı. Sergi tıpkı sanatçının üretme pratiği gibi doğrusal olmayan, döngüsel bir yaklaşımla kurgulanmış. Sizi içinde döndürüp dururken, bir çıkışı olduğuna dair umudu da her an hissettiriyor. Sergide ayrıca 2019 yılında sanatçının yaşamına tanıklık edenlerin anlatımlarıyla hazırlanan Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı belgeseli izlenebiliyor. Gencay’ın farklı disiplinlerde ürettiği eserleri, sanat yaşamının önemli evrelerine tanıklık eden Ankara’da titreşiyor.
• Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk, 25 Şubat 2024’e kadar Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde görülebilir.