Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber siyaset, eğitim, ekonomi, hukuk ve kültür alanlarında benimsenip yürürlüğe konan yeni politikalar elbette sanatı da kapsıyordu. Sanat modernleşmenin, dahası topluma modern devlet ile bu devletin benimsediklerini ulaştırmanın etkili bir yoluydu. “Kültürel alanda Cumhuriyet’in Osmanlı’dan en önemli farkının belirli bir kültür-sanat politikası oluşturup uygulaması olduğunu görürüz,” diyor Elif Dastarlı Yan Kapıdan Girenler’de (Hayalperest Yayınevi). Erken Cumhuriyet döneminde Batılılaşma, toplumu “yükseltme”, merkezi İstanbul’dan Anadolu’ya yayma gibi çeşitli amaçlar doğrultusunda sanata başvuruluyordu ama sanat politikası ilk 50 yılda kendi içinde de farklılık gösteriyordu: “Cumhuriyet’in kuruluşunun onuncu yılı olan 1933’e kadarki süreçte devletin sanata müdahalesi ‘destek vermek’ şeklinde olurken, 1933-40 yılları belirgin devlet politikalarının uygulandığı, 1940-50 yılları bu devlet politikalarının görece tartışıldığı, 1950 yılından sonrası da tartışmalar neticesinde sanatta farklılaşmanın önem kazandığı ve daha düşüncel bir çabaya girildiği dönemdir.”
Dastarlı, birinci sayımızda Türk sanatında kadının 100 yılını ele aldığı “Varlık-Yokluk Meselesinin Ötesinde” yazısında da Cumhuriyet’in sanat herstory’sini ilk 50 ve ikinci 50 yıl olarak ikiye ayırıyor. “Çünkü 100 yılın ilk yarısı hem rakamlar hem de güç ve etki elde etme bakımından kadınlar için sanatta bir mücadele dönemiyken, ikinci 50 yılda mücadelenin yönü toplumsal cinsiyet bilincinin giderek yükselmesiyle daha net biçimde belirleniyor.” Dastarlı çarpıcı yazısında kadının özellikle ilk 50 yılda toplumsal, politik, hatta dinî bir “figür” olarak ele alındığını belirttikten sonra “salt model olmaktan kurtulup eserin sanatçısı olan ve toplumsal eşitsizlik karşısında sesini yükseltmeye başlayan kadınların hikâyesi”ni anlatıyor.
Osmanlı’nın, ardından Cumhuriyet’in diğer alanlarda olduğu gibi sanatta da yüzünü Batı modernitesine dönmesi kimi zaman kültürel mirasa sırtını dönmek anlamına gelse de elbette söz konusu mirası yok etmiyor ya da değersizleştirmiyor. Özgür Ceren Can’ın Yeryüzündeki Minör Titreşimler sergisini yazdığı Burçak Bingöl gibi çağdaş sanatçılar bu mirası yeniden keşfediyor ve dilini öğrenip anlayarak “kültürel hafızaya dair taşıyıcı kodlar”la işleyerek “eski”ye ya da “yeni”ye değil ama kendine ait bir işe dönüştürüyor.
İkinci yüzyıla girerken
100. yıl, Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketlerinden biriyle başladı. Kahramanmaraş merkezli yaşanan, Hatay, Adana, Adıyaman, Gaziantep, Malatya, Şanlıurfa gibi bölge illerde ve Suriye’de hissedilen depremlerle oluşan büyük yıkımın etkisi hâlâ sürüyor. Depremin ağırlığının en yoğun hissedildiği günlerde gündeme ayrıca yoğun ve sarsıntılı geçen bir seçim süreci hâkim oldu. Ekim başında ise İsrail’in Filistin’e orantısız ve uluslararası hukuku ihlal eden saldırısı, doğal olarak, en çok konuşulan konuydu. (“Okumalar” bölümümüzde Etel Adnan’ın Sitt Marie-Rose’una yer vermeyi savaştan önce kararlaştırmıştık ama Filistin mücadelesini destekleyen Lübnanlı bir Hıristiyan kadının gerçek hikâyesini anlattığı roman bugün ayrı bir anlam kazanıyor.)
Ama Cumhuriyet’in 100. yılının geldiği elbette bu ağır gündemlerden önce de biliniyordu. Resmî ve özel kurumlar, yılın başından itibaren, özellikle de ekim ayında yoğunlaşan çeşitli kültür-sanat etkinlikleri, sergiler, konuşmalar düzenledi. Devletin genel kapsayıcılıkta, büyük çaplı bir kültürel ya da sanatsal etkinliğe ya da etkinlik dizisine yer vermemesi ise Cumhuriyet’in ilk yüzyılı sona ererken sanat politikalarının bulunduğu yere dair çok şey söylüyor.
Bütün bunlarla beraber Türkiye’nin çağdaş sanat camiası sanatçısı, küratörü, galerisi, fuarı, bienali, eleştirmeni, editörü ve daha nice emekçisiyle birlikte Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına adım atıyor. Türkiye’deki kültür-sanat ortamı –belki yine öncelikli olarak Batı’ya bakarak ama kendi kültürel mirasına da sahip çıkarak– zenginleştikçe dünya da yüzünü Türkiye’ye ve Türkiye’den sanatçılara dönmeye başlıyor. Cumhuriyet’in erken döneminde tasavvur edilenden belki çok farklı bir yer, yine de Cumhuriyet’in de sunduğu imkânlarla erişilen bir nokta burası. Sanatın özerkliğinin, sanatçının özgürlüğünün sadece katlanarak arttığı ikinci bir yüzyıl ümidiyle.