Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sergiler
Değerlendirme

BİENAL ANA MEKÂNI: İSTANBUL

Dünyada neredeyse tüm köklü bienal ve fuarların bir ana mekanı var. İstanbul Bienali’nin mekanlarıysa her sene değişiyor. Dolayısıyla bienalin şehir mekanıyla kurduğu ilişki bu anlamda dünyadaki benzerleri arasında bir istisna. Bienali daima aynı mekanda gerçekleşen dünyadaki benzer bienallerden ayıran önemli özelliği her seferinde farklı mekanlara yayılan, şehrin tamamının kapsamaya dönük dinamizmi…

Ertuğ Uçar
19 Eylül 2025
Muradiye Han 

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Muradiye Han

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

İki yılda bir, sonbahar yaklaşınca İstanbullu sanatseverlerin kafasında bir soru dolaşmaya başlar. Acaba bu bienalin mekanları nereler olacak? Bienal şehrin hangi sokaklarına, kuytuda kalmış avlularına, binalarına, uzak köşelerine yayılacak? Bu sorunun, diğer bienaller ve büyük sanat etkinlikleri için de geçerli olduğunu düşünenler yanılıyor. Dünyada neredeyse tüm köklü bienal ve fuarların bir ana mekanı var. Venedik sanat ve mimarlık bienalleri mesela, bir yüzyılı aşkın süredir şehrin aynı köşesinde Giardini ve Arsenale’de gerçekleşiyor. Benzer şekilde Sao Paolo Bienali 1957’den bu yana modernist mimar Oscar Niemeyer’in tasarladığı aynı binada yapılıyor. Lyon, Berlin, Sharjah gibi başka örneklerde de her ne kadar kimi yıllarda sergiler şehre yayılıyor olsa da sanat etkinliğinin en az bir ana mekânı sabit.

İstanbul Bienali’nin mekanlarıysa her sene değişiyor. Dolayısıyla bienalin şehir mekanıyla kurduğu ilişki bu anlamda dünyadaki benzerleri arasında bir istisna. Bu önemli sanat etkinliğinin sabit bir ana mekânı olmamasının bir tercih, baştan koyulmuş bir hedef olduğunu söyleyemeyiz. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), başlarda bir ana mekân arayışında olmuştur mutlaka, ancak bunun yokluğu da bienalin önünde bir engel olarak görülmedi hiç. Üçüncü Bienal Feshane’de yapılırken kurulan hayaller vardı. Burada asıl düşünce bienale bir ana mekân arayışından önce şehre bir modern sanat müzesi kazandırmaktı. Bu plan, zamanın İBB Başkanı’nın engellemesiyle karşılaştı. Daha sonra antrepolar bir süre, düzensiz bir şekilde de olsa ana mekân işlevi gördü. Antrepolardan biri 2004’te İstanbul Modern’e dönüştürüldü. Feshane ile oluşan ilk fikirler Karaköy kıyılarında gerçekleşmişti; bienal şehre bir modern sanat müzesi kazandırılmasına vesile oldu. Ana mekânı olmayan bienal, her edisyonda tedavüle soktuğu yeni yerlerle şehrin kültür sanat haritasını zenginleştiren bir işlev üstlendi. Bienalin ana mekanının olmaması, daha doğrusu bienalin ana mekanının şehrin tamamı olması fikri İKSV tarafından da izleyiciler tarafından da benimsendi.

İKSV’nin iki yılda bir gerçekleştirdiği bu çağdaş sanat etkinliği için bir ana mekan olmaması konusu, ilk bakışta bir yokluk, eksiklik olarak değerlendirilebilir. İstanbul’un emlak piyasasının aşırı hareketliliği, şehir mekanında plansız programsız, siyaset güdümünde gerçekleşen vahşi değişim, soylulaştırma projeleri, siyasi istikrarsızlık ve çağdaş sanatın güncel siyasetin odağının dışına düşmesi gibi birbirini kesen ve destekleyen birçok etken sayılabilir bu yokluğun sebebi olarak.

Bugün, 18. Bienal arifesindeyiz. Hepimiz merak ediyoruz. Bienal nerelere yayılacak? Sergiler sayesinde şehrin nerelerini yürüyecek, hangi yeni binaları tanıyacağız? Bu merak şunu gösteriyor. İstanbul Bienali ana mekan yokluğunu bir eksiklikten eşsiz bir zenginliğe dönüştürmüş durumda. Onu daima aynı mekanda gerçekleşen dünyadaki benzer bienallerden ayıran önemli özelliği her seferinde farklı mekanlara yayılan, şehrin tamamını kapsamaya dönük dinamizmi. Bienal bu sayede bir mekân jeneratörü haline gelmiş. Şehrin kültür sanat haritasına dahil olan, belki de işlevi değişen birçok mekânı İstanbul Bienali sayesinde tanıdık. Onlardan bazılarını hatırlayalım: Deniz Palas ve Tütün Deposu (9. Bienal), Kadıköy Halk Eğitim Merkezi (10. Bienal), Feriköy Rum Okulu (11. Bienal), Galata Rum Okulu (13. Bienal), Fransız Yetimhanesi ve Adahan (14. Bienal), Büyükada Taş Mektep (16. Bienal). Bunların yanında bienaller, yıkım haberleriyle gündeme gelen AKM, İMÇ gibi binalara sergilerle girerek eleştirel bir rol üstlendi. Birçok önemli mimari mirasın restorasyonunun önünü açtı. Kamusal zemin kullanımını güçlendiren müdahale ve etkinliklerle meydan, sokak ve geçitleri bizlerin rotalarına dahil etti. Bizi apartman dairelerine, deniz fenerlerine, sarnıçlara, mahzenlere, metro tünellerine soktu. Başlarda Aya İrini, Yerebatan Sarnıcı, Sirkeci Garı, Taksim meydanı gibi merkezde ve tarihi mekanlarda gerçekleşen bienal izleyicilerini daha sonra Adalar’dan Zeytinburnu’na, Karanfilköy’den Atatürk Havalimanı’na ve Beylikdüzü’ne, Riva sahillerine taşıdı.

18. Edisyonu beklerken şu cümleyi rahatlıkla kurabiliriz. “İstanbul Bienalinin ana mekânı İstanbul’dur.”

Küratör ve bienal İstanbul’u nasıl kullanacak?

İstanbul Bienali’nin geride kalan 38 yılında, Feshane veya Antrepolarda, tek ana mekânda gerçekleşen bienaller (3, 4 ve 12. Bienal) gibi şehrin dört bir yanına yayılan, 36 mekânda sergi ve enstalasyonlarla programlanan örnekler de var (14. Bienal). İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü kimin veya kimlerin üstleneceği bienalden bir sene önce İKSV tarafından duyuruluyor. Küratör kavramsal çerçeveyi açıklıyor. Bienalin teması, çağrılacak sanatçılar ve etkinlikler kadar merak edilen bir şey de şu: Küratör ve bienal İstanbul’u nasıl kullanacak? Sergiler şehir zeminine, sokaklara, geçitlere ve binalara nasıl yayılacak? Normal şartlar altında göremeyeceğimiz hangi binalara girme şansımız olacak?

İstanbul Kültür Sanat Vakfı, izleyicilerin bu merakını gidererek 18. İstanbul Bienali mekanlarını açıkladı. Sergi ve etkinlikler 8 mekâna yayılacak. Bunlardan üçü hariç diğerleri şehrin kültür sanat haritasına yeni katılıyor. Bu mekanları İstiklal Caddesi’nden başlayarak sıcak ve ıslak bir günde dolaştım. Onları tanımaya başlamadan önce şu konuya dikkat çekmek istiyorum. Bienalin her sene kullanacağı, ona tahsis edilmiş bir ana mekanının yokluğunun düzenleyici kurum İKSV için şöyle bir zorluğu var. Bienal öncesi merak edilen ve karşılanması gereken bir beklenti haline dönüşen bu soru, “Bienal mekanları bu kez nereler olacak?” sorusu, İKSV ekibi ve küratör için sanatçıların kimler olacağı, eserlerin nakliyesi ve kurulumu kadar önemli bir kalem haline geliyor. Her bienal öncesinde sıkı bir ekip, küratöryel çerçevenin belirlediği hassasiyetlere göre o edisyonun mekan araştırmasının sürdürülmesi, kira veya kullanım anlaşmalarının yapılması, belediye veya benzeri kurumlardan izinlerin alınması, mekanın bienale uygun hale getirilmesi, gerekirse güçlendirilmesi, güvenliğin sağlanması gibi birçok konuyu çözüme kavuşturuyor ki, mekanda eser kurulumları gerçekleşsin.

Siz bu satırları okurken aşağıda kısaca tanıyacağımız mekanlarda, üste bahsettiğim hummalı çalışmalar ve sergi kurulumları birbirine koşut ilerliyor.

Elhamra Han, Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

ELHAMRA HAN

En kolay tarif şöyle: St. Antuan kilisesinin karşısındaki bina. İsmiyle müsemma. Bu sıradaki yapılar arasında hangisinin Elhamra olduğunu bulmak, İspanya’nın Granada şehrindeki meşhur Endülüs Sarayı’nı bilenler için pek kolay. İki yapı, St. Antuan ve Elhamra birbirlerini aynalıyor gibiler. Meçhul mimarı bu yapıyı, İtalyan mimar Mongeri’nin kilisenin önüne kurduğu cadde cephesine zarif bir cevap olarak tasarlamış. Benzer yükseklik ve formda sivri kemerler, en üst kata taşınan arkadlı balkon, mukarnas başlıklı sütunlar, yıldız motifleri ve girift bezemeler bir yandan kendi içinde bir dönem örneği oluştururken, öte yandan kilisenin cadde cephesiyle bir diyalog kuruyor. Geçirdiği yangın sonrası hayatımızda olmayan tiyatro kapısıyla biten pasajdan üst katlara karşılıklı merdivenlerle çıkılıyor. Blok mermer basamakları, çini döşemeleri ve tellenmiş asansörüyle tipik bir Beyoğlu binası burası. Sergiler ilk kattaki karşılıklı iki dairede yer alıyor. Vakit ayırıp merdiven altındaki çay ocağının ahşap taburelerine tünemek ve bir kahve içmek şart.

Eski Fransız Yetimhanesi, Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

ESKİ FRANSIZ YETİMHANESİ BAHÇESİ

Elhamra’dan çıktıktan sonra hemen karşıya geçip Eski Çiçekçi Sokak’ın dik yokuşundan aşağı sallanın. Tomtom Mahallesi ve Boğazkesen üzerinden Boğaza uzanırken yolda gizli bir avlu var. Kemerli girişinden içeri girin. Başka bir dünyaya geçeceksiniz. Eski Fransız Yetimhanesi burası. Yapıya girmek mümkün değil. Ancak avlu yeter. Bostanı, su kuyuları, terasları, akan suları, takip edip ucunu bulamayacağınız sarmaşıkları, cıvıldayan kuşları ve uyuklayan kedileriyle bu avlu sizi şehrin görsel ve işitsel kaosundan bir süreliğine uzaklaştıracak. 1937’ye dek yanındaki gayrimüslim okuluyla beraber faaliyette kalmış kurum. Sonrası bildik hikâye. Yapı, mülkiyetine ilişkin çözülemeyen uluslararası hukuki anlaşmazlıklar süresince sahipsiz ve bakımsız kalmış. Sonunda Beyoğlu Belediyesi devralmış ve günümüzde bu avlu bir kamusal mekân olarak çalışıyor.

Zihni Han, Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

ZİHNİ HAN

Yetimhanenin avlusundan Boğazkesen’e çıkıp aşağı, denize doğru yürürseniz kendinizi Boğaz’da bulacaksınız. Zihni Han, İstanbul Modern’le yan yana. Karaköy’deki değişime koşut olarak ofisten otele bir dönüşüm geçirmekte olan 70’ler yapısı bu bina inşaatı sürerken dondurulup bienale tahsis edilmiş. Sergilerden fırsat bulunca ara katlarından birindeki bienal kahvesinde mola verebilirsiniz. Kahveden ve terastan Boğaz’ı, park etmiş kruvaziyerleri ve İstanbul Modern’in teras havuzunda yıkanan martıları seyredebilirsiniz.

KÜLAH

Zihni Han’dan çıkınca Karaköy’ün yeme içme ve hediyelik eşya dolu kaotik dünyasına dalın. Görece sakin bir sokakta grafitileri olmasa dikkatinizi çekmeyecek bu basit depo yapısının, Külah’ın renkli tarihine bakalım. ‘40’larda ayçiçeği küspesi deposuydu, ‘70’lerde dondurma külahı imalatı yapıldı, sonra yine depo olarak kullanıldıktan sonra uzun süre âtıl kaldı. 2010’larda beş yıl Büyük Ev Ablukada binanın üst katını stüdyo, alt katını konser mekânı olarak kullandı; ilk iki albümünü burada kaydetti. Ben onları ilk kez hemen karşıda, şimdi Karaköy Güllüoğlu’nun bahçesi olan otoparkta dinlemiştim. Bugün Kanyon’da yer alan Souq ilk olarak bu yapının alt katında açıldı. Karaköy’deki birçok bina gibi bu yapı da otele dönüşmek üzere bir yolculuğa çıkmışken bu ara süreçte bienal mekânı olacak.

Galeri 77, Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

GALERİ 77

Külah’tan yukarı, yayalaştırılan Mumhane Caddesi’ne çıkıp Haliç yönüne yürürseniz ucu deniz tarafına açılan ismi hülyalı bir sokak sizi karşılayacak. Eski Şarap İskelesi Sokak. Sokağın ucundaki rıhtıma, bir zamanlar Ege’nin dört bir yanından şarap fıçıları indirilirmiş. Burada karşılıklı iki bienal mekânı var. Sağdaki Galeri 77. Zarif neoklasik alnı, volta döşemeleri ve o zamanlar deniz yönünde şarap iskelesini gören döküm balkonuyla küçük bir yapı. 1895’te inşa edildikten sonra işte bu yapı o fıçıların depolandığı bir yapıymış. Önce Rum cemaati, 30’lardan sonra Tariş kullanmış burayı. 2012’den bu yana bir ticari sanat galerisine ev sahipliği ediyor.

MURADİYE HAN

Hemen karşıda Muradiye Han yükseliyor. Muhtemelen bu sokaklara hakim şarap ve diğer bilumum emtianın ticareti için çalışan ofislerin olduğu bir handı. 1914’te bir Vedat Tek tasarımı olarak inşa edilmiş. İstanbul’un işgali esnasında Fransız askeri güçleri tarafından kullanıldığı dönemde Muradiye Karakolu olarak anılmış. Yapının geniş üç kemerle caddeye açılan zemin katında bienal sergileri gerçekleşecek.

GALATA RUM OKULU

Karaköy’ün dar sokaklarından arkaya, tramvay caddesine çıkıp Beşiktaş yönüne yürüyün. Galata Rum Okulu’nun heybetli neoklasik kütlesi sizi karşılayacak. 1910’dan 1988’e dek faaliyetini sürdürdü okul. 2000’lerde bir süre anaokulu oldu. Cemaate iadesini takiben tasarım bienaline ve İstanbul Bienali’ne ev sahipliği eden yapı, yakın zamanda ise Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından bir kültür sanat yapısı olarak yenilendi. Yedi kata yayılan fuayeleri, sergi salonları, çok amaçlı salonu ve terasıyla Galata Rum Okulu, Zihni Han’la beraber bu bienalin en büyük iki ana mekanından biri.

MECLİS-İ MEBUSAN 35

Tramvay hattını takip ederseniz, Tophane-i Amire’yi geçerek yürümeye devam edin. Bir zamanların ofis ve genel müdürlükleri olan soldaki bitişik nizam apartman dizisinin hızla otele dönüştürüldüğünü göreceksiniz. 35 numaralı binanın altındaki asma katlı geniş girişi Studio-X olarak hatırlayanlar olacaktır. 2013-19 yılları arasında küresel bir kent laboratuvarı ağının İstanbul ayağı olan stüdyo bu dönem boyunca şehircilik, mimarlık ve politika ekseninde şekillenen araştırma, konferans ve sergilere ev sahipliği etmişti. Brüt bırakılmış mekânı, hızla kurulup kalkan sergileri, deneyleri ve atölyeleriyle tüm farklılıklara, herkese ve her şeye açık Studio-X’in heyecanını taşıyan çok az şey hatırlıyorum İstanbul’da. Umalım ki bu mekânın tekrar sanata, bienal sergilerine tahsisi burada yarım kalmış ruhların canlanmasına vesile olsun.

Şimdi bienalin bir süreliğine de olsa tekrar şehre yayılacağını bilmek güzel. Sergileri dolaşır, anlamaya çalışırken, sergilerin kurulduğu mekanların, bina ve avluların, birinden diğerine yürürken geçtiğiniz sokakların da bienalin bir parçası olduğunu, İstanbul Bienali’nin bu anlamda dünyadaki bienaller arasında özgün bir yeri olduğunu unutmayın.

Herkese iyi seyirler.

Sergilerİstanbul BienaliİKSV
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper