Beşinci yılını geride bırakan OMM (Odunpazarı Modern Müze), merkez dışındaki konumuna rağmen, kısa sayılabilecek bu sürede Türkiye sanat dünyasının yapıtaşlarından biri haline geldi. Türkiye’nin önde gelen koleksiyonerlerinden Erol Tabanca’nın kişisel koleksiyonunu Eskişehir’e kazandırma isteğiyle hayata geçen müze, bölge halkının yanı sıra tüm dünyadan sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor. Bu süreçte düzenlediği yenilikçi ve multidisipliner sergilere, bu yıldönümünde mobilya tasarımını kapsamlı bir şekilde ele alan Ehlikeyif (Creatures of Comfort) adlı sergi eklendi. Doğadan ilham alan dünya çapında önemli tasarımcıların eserlerine ev sahipliği yapan sergi, OMM’un yönetim kurulu başkanı İdil Tabanca’nın küratörlüğünde hayata geçirildi.
Sergi, modern yaşamın doğadan kopardığı insanın, gündelik nesneler aracılığıyla doğayla yeniden bağ kurma arayışını mercek altına alıyor. Bu bağlamda seçilen eserler, ham malzemelerin dokusunu ve doğanın özünü tasarıma taşıyarak, insanlığın tüm canlı dünyayla ve çevreyle kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin evrimini sorguluyor.Tasarım ve sanatın kesişiminde yer alan Ehlikeyif’in detaylarını ve müzenin beş yıllık yolculuğundaki deneyimlerini İdil Tabanca’dan dinledik.

İdil Tabanca
BALA GÜRCAN MADRA: OMM’un beşinci yıl kutlamalarıyla eşzamanlı açılan Ehlikeyif (Creatures of Comfort) sergisi, çağdaş tasarımın doğayla kurduğu ilişkiyi mercek altına alıyor. Türkiye’de bu ölçekte ve yaklaşımda bir tasarım sergisi düzenleme fikri nasıl doğdu? Sergiyi şekillendiren temel vizyonunuz ve seçimlerinizi yönlendiren kriterler nelerdi?
İDİL TABANCA: Aslında bu tasarım sergisinin tohumları bizim koleksiyonumuzu daha çok tasarım işleri içerecek şekilde geliştirmek üzerine bir karar almamızla ekildi. Öncelikle Misha Kahn’ın işlerinden çok etkilenip onun gelişimini takip etmeye başladık, bu süreçte katıldığımız dünyanın farklı yerlerindeki tasarım fuarlarında tanıştığımız diğer sanatçılar da ilham oldu. Türkiye’de tasarım kulvarında yeterince iş gösteren, çalışma yapan ya da eğitim veren kurum olmadığı düşüncesiyle buraya yönlenmeye karar verdik. Sergide resim ve heykel de bulunuyor ama büyük ağırlıkta, işler fonksiyonel bir sanat dalı olan mobilya tasarımı. Mobilya tasarımı hâlâ ülkemizde bir zanaat olarak görülüyor, sanat ağırlığı ve galerilerde aldığı yer çok az. Biz bunun değiştiğini ve tasarım dalının ülkemizde geliştiğini görmeyi isteriz. Tasarım hem sanat hem zanaat hem de mucitliği birleştiren bir kulvar. Tasarım üzerine yoğunlaşan müzeler, galeriler, eğitim programları ve sanatçıların artması dileğimiz. Bu sergide bunun adımlarından bir tanesi olur diye umuyoruz. Geleceğin Türkiyeli tasarımcılarına ilham kaynağı olması, onların yoluna ışık tutması amacıyla tasarlandı Ehlikeyif.
Serginin vizyonu ise şöyle gelişti: Biz takip ettiğimiz sanatçıların yelpazesini genişlettikçe bu çoğu genç sanatçının işlerinin birbiriyle diyalog halinde olduğunu fark ettik. Sanki günümüzün zorluklarına (pandemiler, iklim krizi, teknolojinin tehditleri) bir cevap niteliğinde bu tasarımlar sürekli doğaya ve doğanın ham maddelerine yöneliyordu. Dünyanın hızla artan nüfusunun bir yansıması olan IKEA ve Bauhaus’un tekdüzeliğine baş kaldıran, doğayı tekrar merkezine alarak evlerimize geri davet eden el emeği göz nuru tasarımlar yaratıyordu bu sanatçılar. Bu akım ya da diyaloğu fark edip sergiyi de bu konu üzerinden şekillendirmeye karar verdik.
Taş, kum, toprak gibi maddeleri birçok farklı yörenin sanatçıları değerlendirerek kendi tarzında yorumluyor ve modern tasarım teknikleriyle harmanlıyor.
Sergide, antropomorfik tasarımın öncülerinden Gaetano Pesce gibi ustaların eserleriyle, günümüzün organik ve deneysel yaklaşımlarını benimseyen genç tasarımcıların çalışmaları bir arada sergileniyor. Bu iki farklı kuşağın doğa-tasarım ilişkisine yaklaşımlarındaki evrim ve bugünün tasarım dilindeki yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sergide yer alan sanatçı ve tasarımcılar günümüzün çağdaş tasarım dünyasına yön veren çoğu genç isimlerden oluşuyor. Seçkinin çoğunluğu genç sanatçılar olmasına rağmen Gaetano Pesce ve Andrea Branzi gibi birkaç üstat da bulunuyor aralarında. Bu farklı kuşaktaki sanatçılar, tasarımları aracılığıyla birbiriyle konuşup fikir alışverişi yapıyorlar. 60, 70 ve 80’li yıllarda bu keşiflere çıkmış Branzi ve Pesce gibi üstatlardan bayrağı alan bu genç sanatçılar onların başlattığı bu fikirleri modern teknolojiyle birleştirerek güncelliyorlar. Mesela Max Lamb’in ve Batten and Kamp’in işlerinde minimal müdahaleyle eserin bir parçası olan taş ve ağaç hammaddeleri Branzi’nin 70’lerdeki işlerine göz kırpar. Serban Ionescu ve Thomas Barger’in gülümseyen sandalyeleri ise Pesce’nin 80’lerde yaptığı gülümseyen sandalyelerinin özgün bir yorumu olarak görülebilir.

Studio Yellowdot, "Ova Pembe", 2023.
Fotoğraf: Ali Gülşener
Sergi üç kata yayılan “Formations/Oluşumlar”, “Bloomcore/Açanlar” ve “Creatures/Yaratıklar” bölümlerine ayrılıyor. Bu organik sınıflandırma yaklaşımınız, geleneksel tasarım kategorilerinin ötesinde nasıl bir anlatı sunuyor? Her bir katın kendi içindeki dinamiği ve diğer katlarla kurduğu diyaloğunu nasıl kurguladınız?
Sergide “Formations/Oluşumlar”, “Bloomcore/Açanlar” ve “Creatures/Yaratıklar” isimli üç ana kategori var. “Oluşumlar” doğal cevherlerin insan dünyasının inşasında oynadığı önderlik rolüne bir övgü niteliğinde. Doğalda rüzgâr, yağmur, ısı ve zaman birer heykeltıraştır. Zamanın ve çevresel koşulların şekillendirdiği; kaya, taş, kum, tuz lava gibi materyalleri kullanarak tabiat anayla işbirliği yapan sanatçıların eserlerini içeriyor. “Yaratıklar” doğada bulunan canlıların (insan hayvan ve tek hücreli canlılar, organizmalar) form ve ifadelerinden ilham alan eserleri içeriyor. Bu eserler, vahşi doğayı modern yaşamın kentsel ormanına yeniden davet ediyor. “Açanlar” ise doğal ekosistemlerin sanatçı ve tasarımcılara ilham veren renk bereketini ele alıyor. Bitip tükenmez bir sanatsal olasılıklar kaynağı olan botanik güzelliğin hem ilham verme (ister oyma, ister desen, ister illüstrasyon olsun) hem de pigment ve boya sağlama yollarını vurguluyor.
Bu kategorileri birleştiren ise yeryüzünün evrimi. Dünyanın oluşumu ilk jeolojik olarak başladı, önce yer kabuğu ve mineraller oluştu, bundan sonra ise bitkiler ve fotosentetik organizmalar oksijen üretmeye başlayarak atmosferi değiştirdi ve bu da diğer canlılar ve hayvanların oluşumuna zemin hazırladı. Kategorileri böyle ayırarak dünyanın bu farklı evrelerinden ilham alan işleri aynı çatı altında topladık.
OMM, Eskişehir’in kültürel dokusunun zenginleşmesine ve şehrin sanatsal anlamda bir çekim merkezi haline gelmesine önemli katkılarda bulundu.

Gaetano Pesce, "Pratt Sandalye #7 1984 (Yeşil)", 2020.
Sergi, Asya’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş bir coğrafyadan çağdaş tasarımcıların eserlerini bir araya getiriyor. Bu farklı kültürlerin doğa algısının tasarıma yansımasında gözlemlediğiniz ortak noktalar ve karakteristik farklılıklar nelerdir?
Tabii ki farklı kültürlerin doğa ve estetik algısı işlere görsel ve materyal olarak yansıyor. Alman olan Vaust Studio’nun brütalist bir perspektifle ele aldığı tabure, Amerikalı Misha Kahn’ın maksimalist ve rengârenk meyve cümbüşü barındıran masası, İranlı sanatçı Mamali Shafahi’nin gösterişli ve birçok mitoloji sembolü barındıran akrep koltuğu, hepsi sanatçının doğayı kendi kültürünün eleğinden geçirerek yorumlamasıyla ortaya çıkıyor. Sanatçılar arasındaki ortak motiflerden biri doğanın hammaddelerini domestik alanlarımıza geri taşıma çabası. Taş, kum, toprak gibi maddeleri birçok farklı yörenin sanatçıları değerlendirerek kendi tarzında yorumluyor ve modern tasarım teknikleriyle harmanlıyor. İşler arasındaki karakteristik farklılıklar ise sanatçının görsel tarzına ve kullandığı tekniklere göre değişiyor.
Kişisel koleksiyonunuzdan seçtiğiniz parçalar da sergide yer alıyor. Koleksiyoner ve küratör kimlikleriniz bu sergide nasıl bir etkileşime girdi?
Aslında bu sergi doğrultusunda genişletildi koleksiyonumuz. Yani sergiye iş arama süreciyle birlikte koleksiyon büyümüş oldu. Zaten koleksiyon için de sergi için de eser seçimi bir kürasyon gerektiriyor. Yani aslında koleksiyonumuz sergi sayesinde zenginleşmiş oldu. Bu sergi o kadar uzun süredir aklımda şekilleniyordu ki (neredeyse dört sene) serginin seçkisinden tasarımına, temasına ve kitabına kadar o kadar netleşmişti ki kafamda, o yüzden OMM takımıyla birlikte kurguladık sergiyi dışarıdan bir küratörle çalışmak yerine.

Paris merkezli tasarım ikilisi Batten and Kamp, metal levhanın katılığını buluntu taşla harmanlayarak minimal oturma ve dekor nesneleri yaratıyor.
BATTEN AND KAMP, 2021: FOTOĞRAF: DİDEM KENDİK
Ehlikeyif de dahil olmak üzere OMM’un bugüne kadarki sergi programı, özgün üretimi ve sanatçı ifadesini merkeze alan yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Gelecek dönem için planladığınız sergilerde hangi yeni temaları ve disiplinlerarası yaklaşımları keşfetmeyi düşünüyorsunuz?
Öncelikle çok teşekkürler güzel sözleriniz için. Yaşadığımız ânın ruhunu, ikilemlerini, gündemin müşküllerini, mücadelelerini, satır aralarındaki diyaloglarını dile getiren bir fikir ya da kavramdan yola çıkan temalar oluşturarak bu konuda kafa yoran sanatçıların işleri birleştirmek amacımız. Yine benzer bir şekilde seçilen bir tema altında kendi koleksiyonumuzdaki eserlerden bir seçki de sunacağız, dışarıdan bir küratör yardımıyla farklı enstitü, galeri ve koleksiyonculardan ödünç aldığımız eserleri sergilemekle ilgili görüşmelerimiz de var. Fikir oluştuktan sonra ciddi bir araştırma, tartışma ve editöryal sürece giriyoruz. Bu süreçte ise fikir iyice evriliyor, zenginleşiyor ve kâğıda dökülüyor. Sonrasında ise ona destek olan farklı sanatçıların eser ve fikirleriyle dallanıp budaklanıyor.
Hayata geçirmek istediğimiz solo sergi ve enstalasyonlar var. Yani bir sanatçının veya kolektifin uzun vadeli pratiğinden farklı işlerini sergilediğimiz, onların fikir ve eserlerine kapsamlı bir şekilde yer verdiğimiz sergiler planlıyoruz. Ama her zaman amacımız ziyaretçilere bir çeşitlilik ve farklı bakış açıları sunmak. Serginin teması, küratöryal içeriği, eser seçkisi, sergi tasarımı, paralel programlar gibi farklı ayaklarının hepsi büyük bir bütünün önemli parçaları. Her sergi, bir doğum süreci aslında. Yaşamı boyunca mümkün olduğunca çok insana dokunmasını ve sona erdikten sonra da hatırlanmasını amaçlıyoruz.
OMM, beş yıllık süreçte hem yerel hem de uluslararası sanat ekosisteminde önemli bir pozisyon edindi. Müzenin bugünkü konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Anadolu’da bir çağdaş sanat müzesi olarak üstlendiği rol ve yarattığı etki hakkında neler söylersiniz?
İlk beş senemizi değerlendirirken, OMM’un bir müze olarak sadece sanat eserlerinin sergilendiği bir yer değil, bir ifade alanı olduğunu her adımda kanıtladığını düşünüyorum. OMM’un kurulduğu zamandan bugüne müzede ziyaretçilere ulaşan sayısız eser, farklı bakış açıları sunan sergiler, enstalasyonlar, performanslar, özellikle gençlerin ve çocukların yaşamında çok etkili bir role sahip olduğunu düşündüğüm; eğitim programları, konuşmalar, atölyeler ve film gösterimleri Anadolu’da çağdaş sanatın etkileşim gücünü beş senede 800 binden fazla insana tattırdı. Eskişehir’in kültürel dokusunun zenginleşmesine ve şehrin sanatsal anlamda bir çekim merkezi haline gelmesine önemli katkılarda bulundu.
OMM’un geride bıraktığı beş yıl, bu vizyonun gerçekleştiğini görmek açısından bizim için çok değerli oldu. Yüz binlerce insanın çağdaş sanatla buluşmasına aracı olmak ve bu süreçte birçok ödül alarak takdir görmek bizim için büyük bir onur. Ama asıl başarı; müzemizin topluma katkısı, sanatın ifade gücünü paylaşabilmemiz ve insanlara ilham olabilmemizdir. Müzeler, nesnelerden daha fazlasını saklar; fikirleri, hisleri ve insanlığın zengin kültürel çeşitliliğini yansıtır. OMM’da da tam olarak bunu başarmaya çalıştık ve bu misyonu sürdürmeye devam edeceğiz.
OMM ve çevresindeki diğer sanat alanları sayesinde Eskişehir de İspanya’daki Bilbao, İsviçre’deki Malmö ve Amerika’daki Marfa gibi Türkiye’de bir kültür ve sanat merkezi olma yolunda.

İngiliz sanatçı Marc Quinn, "New Mexico Baharı"nda insan etkisiyle dönüşen canlı ve çiçek açan doğayı tasvir ediyor.
SERGİ: (C) OMM VE "NEW MEXİCO BAHARI": (C) MARC QUINN, (C) EROL TABANCA KOLEKSİYONU, 2010. FOTOĞRAF: KAYHAN KAYGUSUZ
Müzenin beş yıllık serüveninde yaşanan kurumsal, sanatsal ve izleyici etkileşimi açısından ne gibi önemli dönüşümler gözlemlediniz?
İlk yola çıktığımızda, Odunpazarı Modern Müze’yi sadece bir sanat müzesi olarak değil, aynı zamanda dinamik bir kültürel platform, sanat odaklı bir buluşma noktası olarak hayal etmiştik ve bunu başardığımızı düşünüyorum. Amacımız müzelerin elitist mekânlar olduğu düşüncesini kırmak ve her çeşit insana bu alanda aidiyet hissini tattırmaktı. Ücretsiz günler düzenleyerek, sanat dilimizi anlaşılabilir tutarak, eğitim programlarımızı erişilebilir kılarak her kesimden insanı sanatla birleştirmek, onlara sanatın etkileşim gücünü tattırmak yegâne misyonumuz oldu.
OMM stratejik olarak bu bölgedeki kitleleri sanatla buluşturmak için İç Anadolu’da kuruldu. Eskişehir’in yeniliklere açık ve dinamik yapısı, müzemizin büyümesini ve toplumla güçlü bağlar kurmasını sağladı. Eskişehir kısa bir sürede OMM ve bölgedeki diğer yatırımlar sayesinde bir kültür merkezine dönüştü. Şehrin bu dönüşüm sürecinin bir parçası olmak bizim için hem büyük bir gurur hem de ilham kaynağı oldu. Eskişehir’in sanatı kucaklayan yapısının daha da derinleşmesine katkıda bulunmasını, müzemizin en büyük başarılarından biri olarak görüyorum. OMM halihazırda turistik açıdan çok hareketli olan Eskişehir’e ilgiyi inanılmaz boyutta artırdı. Müze ve çevresindeki diğer sanat alanları sayesinde Eskişehir de İspanya'daki Bilbao, İsviçre’deki Malmö ve Amerika’daki Marfa gibi Türkiye’de bir kültür ve sanat merkezi olma yolunda.
• Ehlikeyif (Creatures of Comfort), 20 Temmuz 2025’e kadar Eskişehir, OMM’da görülebilir.