Nefeli Papadimouli’nin THE PILL'de açılan sergisi Skinscapes iyi bir şey yapıyor: bu hayli atomize çağ için bir alternatif "kolektif" alan sunuyor. Papadimouli’nin tasarladığı "giyilebilir" eserler (ya da ritüelistik giysiler) sergi salonunda "pasif" bir şekilde duvarlara asılmış dururken, aslında bir "eylem"e çağrıda bulunuyor gibiler.
Sergi alanına girdiğimde bir eylem ya da garip bir performansa her an başlayabilecek bir karakterler geçidi içinde hissettim kendimi. Böyle bir potansiyeli barındırması ve üstüne bir de bunun "kolektif" bir eylem ya da ritüele yakın olması, bu sergiyi iyi anlamda "anakronik" kılıyor: çağımızın kodlarına uymayan, başka bir çağ ya da kod yaratan anlamında "zaman-dışı." Böyle kırılmalar yaratan ve çağın ruhu denilen tatsız şeye bir alternatif sunan işlerin, filmlerin ve romanların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta şunu bile iddia edebilirim; bugün sanatçı, sinemacı ya da romancının asıl işi, çağımızı anlatmak değil, çağımıza geçmişten ya da hayali bir gelecekten bir alternatif sunmak ya da böyle bir alternatifi hissettirmektir.
Papadimouli’nin işlerinde, zamansal olarak, geçmişle birkaç bağlantı kurulduğunu hissettim. İlk bağlantı Sovyet avangardı ve fütüristlere uzanıyor. Papadimouli’nin tasarladığı "giyilebilir heykeller" mesela aklıma, Maleviç’in "ilk fütüristik opera" Güneşin Zaptı için yaptığı tasarımları getirdi. Maleviç orada, bir "yeni" insan tipini, geleceği "zapt edecek" bir karakterler geçidini tasarlamıştı. Güneşin Zaptı, Sovyet avangardının yüksek zamanlarında kolektif bir delilik içeren bir ütopya olarak sahnelenmiş, sonra da malum Stalin döneminde "sosyalist gerçekçi" olmadığı için yasaklanmış, kostümleri tasarlayan Maleviç sürgüne gönderilme tehdidinden, "bir daha sanat yapmayacağı" sözüyle kurtulmuştu.
Tarihte kısa bir süre parlayan o dönemden bugüne, Papadimouli’nin işlerine uzanan bir hat olması kültürel ve politik açıdan ümit verici. Papadimouli’nin işlerinde Sovyet avangardını andıran bir "radikal kolektif" hissi olduğunu söylemek isterim. Sergi metninde bu kolektif hal şöyle ifade ediliyor: “Birden fazla insan bedene ev sahipliği yapmak ve onlar tarafından hareket geçirmek üzere tasarlanan bu eserler, duvara asılıyken "grev halinde" olarak düşünülmüştür… bedene bürünmüş hallerinde ise kolektif bir deri gibi giyilebilir ve taşınabilir yüzeylere dönüşürler.”
Bu kolektif deri metaforu günümüz için önemli zira kolektif hareket imkanlarının, mitinglerin, siyasi ya da sanatsal toplu gösterilerin gitgide azaldığı ve baskılandığı bir çağdayız, en azından yeryüzünün bu kısmında, Türkiye’de. Bu nedenle, bu gayri-kolektif çağda bir kolektif ihtimale göz kırpmanın ve dahası, bakanları bir ortak eyleme davet etmenin siyasi bir eylem olduğu kanaatindeyim.

Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Papadimouli’nin göz kırptığı bir diğer tarihsel dönemse, daha eski, daha antik bir çağrışıma sahip. Mesela Sergei Parajanov’un işlerinde (mesela Narın Rengi, mesela Unutulmuş Atalarımızın Gölgesi)görülen o daha antik, daha ritüelistik his de var burada. Mübalağalı kostümlerin verdiği bir performatif, ‘anakronik’ his.Modernizmin ikinci plana attığı ama majör bir damar olmaya devam eden bir eski kültürün izleri, burada, şimdi de canlanıyor gibi bir his. Papadimouli’nin bu adı tam konamayan antik his ve ritüelle de bizi, çağa alternatif bir yere davet ettiğini hissetmek mümkün. Burada, bu ritüel histe de bir kolektif duygu var. Ya da sergi metnini yazan Aslı Seven’in dediği gibi: “ortak bir doku… ya da bir kolektif psişe.”
Velhasıl, ister politik, ister antik-ritüel bir çağrı olsun, Papadimouli’nin işleri bu son derece atomize çağa bir alternatif kolektif bakış ve deneyim sunuyor. Bir mitinge katılmak ya da ortak bir hafızaya dayanan bir şarkıda dans etmek gibi “kolektif” bir his. Eğer hislerin politikası diye bir şey varsa, bu sergi gayet de politik bir sergidir. Her şey bir yana, bir kolektif hissi harekete geçirdiği için. Gidip giyiniz o “heykel”leri, giyiniz ve harekete geçiriniz.