Bir arkeolog, yaklaşık 4 bin yıl önce Mısır’da firavun olarak hüküm süren az sayıdaki kadından biri olan Kraliçe Hatşepsut’un kırılmış heykellerini inceledi. Yapılan analiz, bu heykellerin daha önce sanıldığı gibi anısını silmek amacıyla tahrip edilmediğini, aksine ritüel amaçlarla “devre dışı bırakıldıklarını” ortaya koydu. Heykeller, 1920’lerde Kahire’nin yaklaşık 500 kilometre güneyinde yer alan Luksor’daki Deir el-Bahri antik alanında gün yüzüne çıkarıldı.
Toronto Üniversitesi’nden Jun Yi Wong, bulgularını Antiquity dergisinde yayımladığı makalede şu sözlerle aktarıyor: “Bu heykeller yoğunb şekilde zarar görmüş halde keşfedildiği için, daha önce Thutmose III’ün –Hatşepsut’un yeğeni ve halefi– kraliçeye duyduğu düşmanlık nedeniyle bu şekilde yok ettirdiği varsayılıyordu.”
Kraliçe Hatşepsut, başlangıçta genç yeğeni Thutmose III adına naip olarak yönetimi üstlendi. Ancak ilerleyen yıllarda, eş firavun unvanını alarak taht üzerindeki yetkisini resmileştirdi. Ölümünden sonra adının ve tasvirlerinin anıtlardan silinmesi, bazı arkeologları Thutmose’un tarihi yeniden yazmak istediği yönünde düşünmeye sevk etti. Bazı uzmanlar bu girişimleri kişisel bir nefretle ilişkilendirse de, bu konuda net bir uzlaşı sağlanamadı.
Şimdi ise Jun Yi Wong, 1920’lerdeki kazılardan kalma yayımlanmamış arşiv belgeleri de dahil olmak üzere, Hatşepsut’a ait kırık heykelleri ayrıntılı biçimde inceledi. Bu çalışma sayesinde, heykel parçalarının ilk kez nerede ve hangi koşullarda ortaya çıkarıldığını belirleyebildi. Wong’un bulguları, heykellerin Thutmose’un döneminden çok sonra parçalanarak hammadde olarak yeniden kullanılmaya çalışıldığını ve asıl hasarın bu süreçte oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu sonraki tahribatı dışarda bıraktığında ise, Thutmose’un Hatşepsut’un heykellerine gerçekte nasıl müdahale ettiğine dair daha net ve karmaşık bir tablo ortaya çıkıyor.
Wong, “Sonradan oluşan hasarı dışarda tuttuğunuzda, Thutmose III’ün yol açtığı tahribatın aslında sınırlı ve oldukça sistematik olduğunu görüyorsunuz,” diyor. “Heykeller, Antik Mısır’da genellikle ‘devre dışı bırakma’ olarak adlandırılan uygulamaya uygun şekilde, belirli zayıf noktalardan kırılmıştı.” Bu oldukça şaşırtıcı, çünkü Hatşepsut'un heykellerinin yıkılması (daha önce varsayıldığı gibi) nefret ve düşmanlıktan ziyade pragmatik ve ritüelistik nedenlerle gerçekleşmiş gibi görünüyor.
Eski bir ritüel
Eski Mısırlılar kraliyet heykellerini güçlü varlıklar olarak görüyor ve onlara hayat vermek için ‘Ağzın Açılması’ adı verilen bir ritüel gerçekleştiriyorlardı. Bir heykeli ortadan kaldırmak istediklerinde - örneğin bir tapınakta yer açmak için - önce onu genellikle boynundan, belinden ve dizlerinden kırarak ‘etkisiz hale getirmeleri’ gerekiyordu. Bu, heykelin gücünü etkisiz hale getiriyordu. Wong, arkeologların Luksor'daki Karnak Tapınağı'nda gömülü Mısır tarihinin dört bir yanından yüzlerce heykel keşfettiklerini ve bunların büyük çoğunluğunun bu şekilde ‘devre dışı bırakıldığını’, ancak bu kralların ölümlerinden sonra herhangi bir düşmanlığa maruz kalmadıklarını açıklıyor.
Hatşepsut kesinlikle bir zulüm programına maruz kalmış olsa da, Wong'un bulguları bunun daha önce düşünülenden çok daha incelikli bir olgu olduğunu ortaya koyuyor.
Wong, “Araştırma süreci çok eğlenceliydi - biraz antik bir polisiyeyi çözmeye çalışmak gibiydi ve sonunda bazı somut bulgulara ulaşmak çok tatmin ediciydi (ki bu her zaman mümkün olmuyor)” diyor. "Sanırım çoğu insan Mısır'da arkeolojinin mezar ve mumya bulmaktan ibaret olduğunu düşünüyor (ki bu heyecan verici bir şey). Ancak mevcut verileri farklı bir yaklaşım ve bakış açısıyla yeniden inceleyerek de çok şey öğrenebilirsiniz."