Arama
E-bülten
E-bülten
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Sergiler
Fuarlar
Kültürel Miras ve Müzeler
Sanat 3.0
Sanat Ekonomisi
Sinema
Sahneden
Tasarım
Kitap
Ajanda
Dükkân
Arama
Sinema
Haber

Gelenekten Moderne: Japonya Sineması

Japonya sineması, estetik, biçimsel ve tematik açıdan zengin bir geleneğe sahip olup, hem geleneksel hem de modern dünyaya dair anlatılar sunar. Jidaigeki ve gendai-geki türleri, Japon kültüründeki geleneksel-modern anlayışı yansıtırken, korku sineması ve anime gibi türler, teknolojinin ve savaşın izlerini derinlemesine keşfeder.

Aslı Ildır
3 Mayıs 2025
Ruhların Kaçısı (2001). Japonya sinemasının en önemli temsilcilerinden biri olan Hayao Miyazaki, çocuklar ve gençler için olan anime alt kültürünü (shonen & shojo) radikal bir biçimde değiştirmiştir. 

RUHLARIN KAÇISI: (C) IMDB, NETFLIX

Ruhların Kaçısı (2001). Japonya sinemasının en önemli temsilcilerinden biri olan Hayao Miyazaki, çocuklar ve gençler için olan anime alt kültürünü (shonen & shojo) radikal bir biçimde değiştirmiştir.

RUHLARIN KAÇISI: (C) IMDB, NETFLIX

Ülke sinemaları arasında kendine, nevi şahsına münhasır bir yer edinen Japonya sineması estetik, biçimsel ve tematik olarak sayısız geleneğe sahiptir. Çoğu ülke sinemasında olduğu gibi başlangıçta Hollywood’dan etkilenmiş, ancak zamanla Hollywood’u kendisi etkilemiştir. Bir ada ülkesi olan Japonya, Batı’yla daima gelgitli bir ilişki içinde olmuş, ancak çoğunlukla Batı’nın etkisinden sıyrılmayı ―ya da bu etkiyi dönüştürmeyi― bilmiş ve yaşadığı tüm siyasi çalkantı ve trajedilerin içinden güçlü bir sinema endüstrisiyle çıkmayı başarmıştır. 1950’de Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazanan ve alışılmadık anlatısıyla Batı seyircisini hayrete düşüren Akira Kurosawa imzalı Rashomon (1950), Japonya sinemasının dünya çapındaki görünürlüğü açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bugün de hem popüler ve ticari sinema içerisinde hem de festival seçkilerinde ya da bağımsız yapımlar arasında Japonya sinemasının güçlü varlığından söz etmek mümkün.

Güçlü bir sinema geleneği ve endüstrisine sahip olan Japonya sinemasında pek çok farklı eğilim vardır. Yine de oldukça erken bir tarihten itibaren Japonya sinemasının gidişatını belirleyen iki temel türden söz edebiliriz: jidaigeki (dönem filmleri) ve gendai-geki (modern dünyada geçen filmler). Bu iki tür, geleneksel olan ile modern olan arasındaki çatışmanın daima var olduğu, “Batılılaşma” konusunda özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük tartışmaların yaşandığı Japonya’nın iki farklı yüzünü yansıtır. Ancak jidaigeki’nin geleneksel olana, gendaigeki’nin ise modern olana denk geldiğini söylemek tam olarak mümkün değil. Örneğin dönem filmleriyle tanınan Akira Kurosawa ve modern dünyada geçen filmleriyle bilinen Yasujiro Ozu, bu iki tür içerisinden tam da bu ayrımı sorunsallaştırır, geleneğin içindeki modernden ve modernin içindeki gelenekten dem vurur, eleştirel anlatılar ortaya koyarlar.

Akira Kurosawa imzalı Yedi Samuray (1954) jidaigeki'nin klasikleri arasında yer alıyor.

YEDİ SAMURAY: (C) WIKIMEDIA

Jidaigeki: Yedi Samuray ve Efendi Sanşo

Jidaigeki denildiğinde Japonya sinemasında akla gelen çeşitli tarihsel imgeler vardır. Özellikle de Kurosawa sinemasıyla dünyaya yayılan samuray filmleri, Zatoichi serisi ve Kon Ichikawa, Kenji Mizoguchi ve Masaki Kobayashi gibi yönetmenlerin eserleri bu türün öne çıkan örnekleridir. Genellikle 1968’deki Meiji Restorasyonu öncesinde, 1603-1868 yılları arasında Edo ya da Tokugawa olarak bilinen dönemde geçen bu filmler, Japonya toplumunun bugünkü karakterinin de temellerini atan hikâyeleri ele alır. Jidaigeki kimi zaman daha milliyetçi saiklerle, tarihsel bir yüceltme çabası olarak kullanılsa da Kurosawa, Ichikawa ve Kobayashi gibi yönetmenler bu filmler aracılığıyla modern Japonya’ya hâkim olan militarist itkileri eleştirmiş, günümüze dair söyleyemediklerini tarih üzerinden dile getirmişlerdir. Jidaigeki’nin klasikleri arasında Akira Kurosawa imzalı Yedi Samuray (1954) ve Kenji Mizoguchi imzalı Efendi Sanşo (1954) sayılabilir.


Gendai-geki: Tokyo Hikâyesi ve Kimse Fark Etmiyor

Gendai-geki denildiğinde akla özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Hiroşima-Nagasaki felaketi sonrası büyük dönüşümler geçiren Japon toplumu ve daha gerçekçi bir estetiğe sahip dramalar akla gelir. Jidaigeki’ye oranla çok daha geniş ve tanımı muğlak olan gendai-geki, pek çok farklı yönetmen ve filmi kapsar. Ancak Japonya sinemasının usta yönetmenlerinden, “aşkın ve şiirsel sinema”nın öncüsü Yasujirō Ozu’nun çoğu filmi bu tür altında değerlendirilebilir. Yönetmenin ilk akla gelen filmi ise Tokyo’dur(1953). Nesiller arası çatışmaları sakin ve minimalist bir üslupla ele alan ve modern-geleneksel ayrımını daima sorunsallaştıran Ozu’nın şehir hikâyeleri ve aile filmleri, sadece Japonya sinemasında değil, dünya çapında pek çok yönetmeni derinden etkilemiştir.

Tartışmalı da olsa Ozu geleneğinin günümüzdeki temsilcilerinden biri olarak görülen Hirokazu Koreeda sineması, klasik anlamıyla gendai-geki türünün oldukça değişip dönüşen bir halini sunar. Neredeyse tüm filmlerinde modern dünyada geçen aile hikâyeleri anlatan Koreeda, Ozu’dan miras aldığı şefkati ve gündeliğin şiirinden beslenen minimalist üslubu; toplumun ve ailenin daha karanlık, sert ve acımasız yönleriyle bir araya getirir. Bunun en bariz örneklerinden biri, yönetmenin anneleri tarafından terk edilen dört çocuğun hikâyesini anlattığı Kimse Fark Etmiyor (2004) filmidir.


Korku: Halka ve Cure

Jidaigeki ve gendai-geki dışında Japonya sinemasının öne çıkan türlerinden bir diğeri ise korku janrıdır. Diğer iki kategoriden farklı olarak çok daha bariz kod ve konvansiyonlara sahip olan bu tür, kimi zaman jidaigeki ve gendai-geki türlerinin altında da yer alabilir. Örneğin Japon korku klasiklerinden biri olan Onibaba (1964) feodal Japonya’da geçen bir korku masalıdır. Temelde Japon korku masallarından beslenen Japonya korku sineması, özellikle 90’lardan itibaren dijital teknolojilerin yarattığı hayret ve korku duygularını da kapsamaya başlamış ve Halka (1998) gibi türün ikonik örneklerini üretmiştir. Böylece videokasetlerden çıkan hayaletlerin konu edildiği, teknolojinin de bir tür “canavar” olarak kurgulandığı bu filmlerde yine geleneksel olanla modern olanın çatışmasına rastlamak mümkün. Halka’nın “analog dönem”den kalan hayaleti, bugünün dijital teknolojileriyle yeniden hayat bulur ve avlanmaya başlar.

Günümüz Japonya sinemasında korku türünün önemli temsilcilerinden biri ise Kiyoshi Kurosawa’dır. Yönetmenin kült filmi Cure (1997), kurbanlarının en yakınlarını öldürmelerine neden olan bir seri katil ve onu yakalamaya çalışan bir dedektife odaklanır. Korku sinemasının öğelerinden yararlanarak kimlik, benlik ve varoluş gibi meselelere dair derinlikli bir anlatı üreten Kurosawa, türe felsefi bir boyut katmış, farklı korku biçimlerinin kökenine inerek çok katmanlı hikâyeler üretmiştir.

Japonya'nın kaiju filmlerinin erken örneklerinden olan Godzilla (1954), nükleer testler sonucu ortaya çıkan dev bir canavarın hikayesini anlatır.

GODZİLLA: (C) WIKIMEDIA

Hibakusha sineması: Godzilla ve Başkasının Yüzü

Japonya’da korku sineması dendiğinde ayrı bir parantez açılması gereken bir eğilim olarak hibakusha sinemasından söz edebiliriz. Hiroşima ve Nagasaki’de yaşanan atom bombası felaketinden hayatta kalan insanlara verilen isim olan hibakusha, zamanla Japonya sinemasını derinden etkileyen bir kavram haline gelir. Bu saldırıdan hayatta kalan pek çok insan, bedenlerindeki ve özellikle de derilerindeki deformasyondan dolayı toplum tarafından dışlanmış ve ayrımcılığa maruz kalmıştır. Japonya’nın hâlâ devam eden ve Hollywood’la ortak üretime geçmiş canavar filmlerinin (kaiju) erken dönem örneklerinden Godzilla (1954), hibakusha kavramından izler taşır. Godzilla, nükleer testler sonucu denizde ortaya çıkan dev bir canavarın, Godzilla’nın hikâyesini anlatır. Bu antik canavar aslında insan faaliyeti sonucu mutasyona uğramış ve nükleer bir nefese sahip olmuştur, temelde fail değil kurbandır. Bu canavarın da derisi, tıpkı atom bombasından hayatta kalan kurbanlar, yani hibakusha’lar gibi deforme bir haldedir. Böylece bu tür deformasyon imgeleri, nükleer saldırının izleriyle bir araya gelir ve bu tür filmlerde özellikle bilimin savaşla olan ilişkisi etik bir sorguya tabi tutulur.

Bu türün bir diğer örneği ise daha avangard bir üsluba sahip olan, daha az bilinen Japonya sineması klasiklerinden Başkasının Yüzü (1966) filmidir. Hiroshi Teshigahara imzalı film, çalıştığı fabrikada başına gelen bir iş kazası sonucunda yüzü tanınmayacak hale gelen bir mühendise odaklanır. Bu travmatik imgeler savaş sonrası Japonya filmlerinde sık sık tekrarlar.


RUHLARIN KAÇISI: (C) IMDB, NETFLIX

Anime: Ruhların Kaçışı ve Kabuktaki Hayalet

Japonya sinemasının vazgeçilmez unsurlarından olan ve içerisinde sayısız türü barındıran bir diğer tür ise animedir. Japonya’ya özgü, genellikle mangalardan uyarlanan animasyon türüne verilen bir isim olan anime, dünya çapında da oldukça popülerdir. Bu kategorinin en önemli temsilcilerinden biri olan Hayao Miyazaki, çocuklar ve gençler için olan anime alt türünü (shonen & shojo) radikal bir biçimde değiştirmiş, türün nevi şahsına münhasır örneklerini üretmiştir. Yönetmenin en sevilen yapımları arasında yer alan Oscar Ödüllü Ruhların Kaçışı(2001) alışılmadık bir büyüme hikâyesi anlatır. Japonya kültürü, tarihi ve felsefesinden pek çok kavram ve imgeyi, bir kız çocuğunun büyüme ve kendini keşfetme yolculuğuyla harmanlayan Miyazaki; animasyon türünün olanaklarını sonuna kadar kullanır. Farklı zaman-mekânların bir araya geldiği film, yarı gerçek yarı hayali bir dünyada geçer.

Anime türünün bir diğer klasik örneği ise, daha çok yetişkinler için üretilen animelerin bir örneği olan ve modern Japonya’nın diğer yüzünü yansıtan Mamoru Oshii’nin kült filmi Kabuktaki Hayalet’tir (1995). Sibernetik teknolojilerin yaygınlaştığı ve insan vücudunun çeşitli müdahalelerle makine/insan melezi bir yapıya büründüğü bir dünyada geçen film, Kusanagi isimli bir cyborg’un hikâyesini anlatır. Anime türü içerisinde güçlü bir gelenek olan siberpunk’ın klasik bir örneği olan Kabuktaki Hayalet, savaş sonrası çok hızlı bir şekilde endüstrileşen ve gitgide bir “yüksek teknoloji” toplumuna dönüşen Japonya’nın ruhunun derinliklerine iner ve zamansız bir varoluşun izini sürer.

Sinemafilm önerileriKültür-SanatGündem
E-bülten
Art Newspaper Türkiye
Hakkımızda
Çerez Aydınlatma Metni ve Politikası
Kişisel Verilerin Korunma Politikası
Aydınlatma Metni
Açık Rıza Onay Formu
Künye
Partnerlerimiz
Satış Noktaları
Kariyer
İletişim
© The Art Newspaper