Basel’deki Art Basel’in, güvenlikten geçtikten sonra biletsiz de girilebilen giriş holü, fuarın büyüklüğünün bir habercisi niteliğinde. Galerilerin değil fuar dükkânının, kitapçının, kafelerin ve partner stantlarının bulunduğu bu alan yukarıdan bile bütünüyle görmenin neredeyse imkânsız olduğu dev bir hangar.
Bu girişteki stantlardan birinde, 11 Haziran Salı günü öğleden sonra kabin görevlileri ve uçan şefler, merak dolu bir bekleyişle toplanan kalabalığa kahveler ve lokumlar ikram ediyordu. Kalabalık, Refik Anadol’un son işini görmek ve sanatçının konuşmasını dinlemek için gelmişti. Kabin görevlileri ve uçan şefler ise gerçek Türk Hava Yolları görevlileriydi.
“Inner Portrait” (İç Portre), hayatında hiç seyahat etmemiş, hiç uçağa binmemiş, hatta evinden doğru düzgün uzaklaşmamış dört kişinin ilk defa yurtdışına çıkma deneyimini izliyor. Türk Hava Yolları Kurumsal İletişim Başkanı Rafet Fatih Özgür, iki yıl önce projeye, “Acaba en fazla ülkeye uçuyor olmak bir yolcu için ne ifade ediyor?” sorusuyla başladıklarını açıklıyor. “343 şehir, 130 ülke, 6 kıta, bu rakamların hepsi etkileyici, evet ama aslında bizler için, seyahat edenler için ne ifade ediyor, bunu anlamlandırabilir miyiz, diye yola çıktık ve kendimize şu soruyu sorduk: Her birimizin bir yolculuğa çıktığında iç dünyasında muhtemelen bir yenilik, bir farklılık oluşuyor; bu fiziksel deneyimi anlatabilir miyiz ve sanat eserine çevirebilir miyiz?” Anadol’la yolları kesiştiğinde sanatçının Türk Hava Yolları’nın “hayali[ni] paylaşmaktan öte bambaşka bir boyuta taşıdı[ğını]” söylüyor.
Yağmur ormanlarından megapole
Proje kapsamında Amazon yerlisi Tuikuru Tokyo’ya, Kenyalı Esther İstanbul’a, Avustralyalı Sahar Göbeklitepe ve Kapadokya’ya, İzlandalı Sigurbjörn ise Ürdün’e gidiyor. Dört “kahraman”ın da hayatında ilk yolculuğu bu ve ekip, onları özellikle evlerinden farklı coğrafyalara götürmeye özen gösteriyor. Anadol, “Bilmiyorum hatırlar mısınız ilk yolculuğunuzu hayatta ama ben mesela 2012 yılında İstanbul’dan Los Angeles’a taşınırken o kadar karmaşık duygular içindeydim ki,” diyor. Kahramanların ilk yolculuğuna tanıklık ederken “aslında ne kadar cesur bir şey olduğunu hatırlamak enteresandı,” diye ekliyor. “Cesaret isteyen bir şey aslında seyahat. Dünyayı anlamak, insanlığı anlamak, dünyanın ne kadar büyük olduğunu hissetmek için başka bir yöntem yok.”
Türk Hava Yolları’nın açıklamasına göre, “‘Inner Portrait’ yolculardan biyolojik ve nörobiyolojik verilerin toplanmasıyla başlıyor. Bu veriler, kalp atış hızı, cilt iletkenliği ve EEG çıktıları gibi unsurları içeriyor ve Neuroelectrics gibi ileri izleme cihazları kullanılarak kaydediliyor. Yolculuk boyunca devam eden bu kayıtlar, katılımcıların yeni ortamlara ve deneyimlere anlık tepkilerini yakalayarak eserin temelini oluşturuyor.”
Yani proje, farklı insanların kişisel deneyimlerinin fizyolojik etkilerini kayıt altına alıyor. Çalışmanın bilimsel olarak yürümesine çok dikkat ettiklerini ve duayen biliminsanlarının öngörülerini alarak ilerlediklerini söyleyen Anadol, sonuçta, “İnsanların kim olduğu, nereden geldiği, yaşları” gibi değişkenlerin fark etmediğini belirtiyor. “Hepsinde aynı şekilde, aynı zihin yerlerinde aktive olabildiğini gördük. Yani bu aslında insanlığın ne kadar benzer yanları olduğunu da kanıtlıyor.” Özgür de, “Belki siz şu anda herhangi gitmediğiniz, daha önce seyahat etmediğiniz bir ülkeye gittiğinizde mutlaka içinizde farklı bir şey hissediyorsunuz ama bunu anlatmak ortaya çıkarmak çok kolay değil. O yüzden bu veriler sayesinde ve bu sanat biçimi sayesinde bunu bir esere dönüştürme fırsatı yakaladık,” diye tanımlıyor projeyi.
Dijital dünyada fizikselin önemi
Son dönemde dünya gündeminin en tartışmalı konularından biri olan yapay zekâ (YZ) konusunun sanat dünyasını belki diğer kültür-sanat dallarından daha çok etkilediği söylenebilir. Dünyanın önde gelen dijital sanatçılarından biri olan Anadol, “En nihayetinde aslında fiziksel dünya çok değerli,” diyor. “Mesela gittiğimiz dünya bize çok fazla zahiri gerçeklikte hayaller sunduruyor. Bireyselleşiyor ya aslında geleceğimiz. Halbuki ne kadar değerli, fiziksel dünyada daha bitmemiş deneyimler, görülmemiş yerler, tanışılmamış insanlar, düşünebiliyor musunuz? Her şeyin dijitalleştiği dünyada nasıl tanışacağız, nasıl anlayacağız diğer kültürleri?” Özgür’ün ifadesiyle, “Inner Portrait” fiziksel ve dijital dünya arasındaki zıtlığı değil, bağlantıyı vurguluyor. “Fiziksel dünyanın aslında değerini hatırlatıyormuş bu portreler. Bugün birkaç kere arka arkaya duydum [bunu],” diyor Anadol.
Anadol sekiz yıldır kullandığı YZ araçlarını “aklının bir eklentisi gibi” düşündüğünü söylüyor. “Unutmayan, hatırlayabilen, her şeyi eğitilebilen, rüya görebilen bir fırça.” Fiziksel dünyanın sınırlarının ve sıkıntılarının bulunmadığı bir yerde artık kimse kod yazmayı bile bilmeden bir makineden istediği her şeyi talep edebiliyor. Ama Anadol, bu imkânın ciddi bir dengesizlik ihtimaliyle geldiğinin de farkında ve uzun zamandır YZ’nin açık kaynaklı olması gerektiğini savunuyor: “Eğer açık kaynaklı olmazsa YZ’nin çok ciddi problemli olacağını düşünüyorum. Çünkü YZ artık sıradan bir araç değil. Daha önce insanlık tarihinde zekânın bir araç olduğunu görmedik ve bu sistemler unutmuyor. Bu sistemler milisaniyeler içinde hatırlayabiliyor. Ve mantıkla çalışabiliyor. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadık insanoğlu olarak; dolayısıyla böyle bir şey [varsa] ve bu sadece bir grup insan için ya da bir kesim içinse çok muhtemel problemler çıkabilir. Ama ne zaman ki açık kaynaklı olmaya başlarsa koda ulaşmak, veriye ulaşmak, bilişime ulaşabilmek özgürleşir ve o zaman teknolojinin tehlikeleri sıfıra yaklaşır.”
Tam da farklı olacağını beklediğimiz insanların ve kültürlerin aslında birbirlerine ne kadar benzediğini, hatta “kodlarında” birbirlerinin nasıl aynısı olduğunu gösteren “Inner Portrait” da bu açıklığı ve dengeyi savunan bir proje.
Seyahat projesinin seyahati
“Inner Portrait”la ilgili merak edilenlerden biri de Basel’deki Art Basel lansmanı sonrasında dünyanın farklı bölgelerinde ve tabii Türkiye’de seyirciyle buluşup buluşmayacağıydı. Özgür, “Bu hikâyenin taşınabileceği çok yer olduğuna inanıyoruz,” diyerek, bu yönde de planları olduğunu belirtti. “Tahmin ediyorum farklı kıtalarda bu eseri görüyor olacaksınız ve devamında bu projenin belki yeni ayakları, yeni sac ayakları da ortaya çıkmış olur.”
Bu ayaklardan biri de bir belgesel. Sadece eserin kendisi değil, ortaya çıkış süreci de son derece sıra dışı olduğundan, Özgür “uluslararası platformlarda yayımlayabilecek seviyede bir belgeselini” hazırladıklarını duyuruyor. “Çünkü bu [projenin] sanat eserinin dışında çok eşsiz bir hikâyesi var ve iyi de bir hikâye anlatıcımız var. Bu hikâyeyi tüm dünyayla paylaşabileceğimiz bir serüven olacak.” Anadol da belgeselin yine dijital ile fiziksel arasındaki bağı kuvvetlendireceğine işaret ediyor: “Hakikaten o kısmı muazzam. Hani evet, çok soyut bir dünya ama bunun arkasındaki gerçekliği de öğrenince görülmeyen görülür kılınıyor ve çok duygusal, çok detaylar var. Hani hiç anlatmamıza gerek yok, yaşamış insanlar gerçekten. Çok heyecanlı.”
Belki her proje heyecanla başlar ama yolda bir noktada bu heyecan çok doğal olarak yitebilir. “Inner Portrait”ın belki de en büyük başarısı, kendi alanlarında uzun yıllardır üretim yapan kişileri, hayatlarında ilk defa seyahat eden kişiler kadar heyecanlandırıp bu heyecanı seyircilere de aktarabilmesi. Devamını merakla bekliyoruz.